Mayıs ayı başında İstanbul Beylikdüzü’nde gösterişli bir fuar açıldı. 11’incisi yapılan IDEF’in ilki, 1987 yılında IDEA adı ile Evren-Özal ikilisi tarafından Ankara’da açılmıştı. Fuardan tam bir hafta önce de dünyanın en saygın ve yaygın savunma dergisi olan Jane’s Defense Weekly’nin 24 Nisan 2013 sayısının kapağında kocaman bir Türk bayrağı üzerinde, ilk MİLGEM (Milli Gemi), TCG Heybeliada korvetinin fotoğrafı vardı. Dergi içinde konu ile ilgili haber başlığı da çok dikkat çekici idi. “Anadolu Hırsı-Anatolian Ambition”.
Bu haberi ve Silivri’ye erişen gazetelerden IDEF ile ilgili haber ve yorumları okurken, benim bahriye kariyerimle de örtüşen Türk Savunma Sanayi uyanışının son 30 yılı gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti.
Türk Savunma Sanayisinin lokomotifi Deniz Kuvvetleridir.
Bu hatıralar denizi içinde, savunma sanayimizin bugün erişilen başarısında öncü ve belirleyici rolü çok büyük olan Deniz Kuvvetlerimizin, 40 Amiral ve ilk MİLGEM’i inşa eden yüksek mühendislerin de aralarında bulunduğu 400 subayın sahte delillerle tutsak alınmış olmasına da isyan ettim. Savunma Sanayisinde Deniz Kuvvetlerinin son yıllardaki belirleyici rolünü sadece ben söylemiyorum. 12 Ekim 2009 tarihinde, ODTÜ Kongre ve Kültür Merkezinde yapılan 2’nci Deniz Sistemleri Seminerinin açış konuşmasında Savunma Sanayi Müsteşarı, Murat Bayar, MİLGEM’i örnek vererek, bu projeyi ulusal savunma sanayisinin “lokomotifi” olarak tanımlamıştı.
Ezber bozan Türk Savunma Sanayi
İlk IDEF’ler, ne yazık ki küresel silah tacirleri ve onların yerli ortaklarının gösteri alanıydı. Unutulmamalıdır ki, küresel çapta, savunma bütçelerinin toplamının 2 trilyon $’ dayandığı günümüzde silah ticareti dünya ticaretinin en büyük ve en kârlı faaliyet alanlarının başında geliyor. Ulusal güvenliğinizi dışa bağımlılıkla ipotek altına alan bu kârlı sömürü alanına yeni rakiplerin girmesi ve Türkiye gibi ulus devletlerin savunma sanayinde yerli katkı payını yüksek tutan projeler üretmesi, küresel egemenleri pek rahatsız eder. O nedenle özellikle 90’lar sonrası başta TSK Güçlendirme Vakfı Firmaları (Aselsan, Havelsan, Roketsan, TAİ, MKE) olmak üzere, Türk savunma sanayi öncü firmalarının IDEF’lerde yer almaya başlaması bu çevrelerde rahatsızlık yarattı ve çok dikkat çekti. Neden?
Türkiye 2012 değerleri ile ulusal bütçesinden % 5, Milli Gelirinden %1,5 ayırdığı savunma bütçesinin her sene yaklaşık 8 milyar $’ını modernizasyon projeleri için yeni silah ve gereçlerine ayırıyor. Küresel firmalar bu kaynağın tamamına göz koymuşken, bugünün Türk Savunma Sanayisi, başta Deniz Kuvvetlerinin MİLGEM projesi olmak üzere ulusal projeler üzerinden bu meblağın yarısına yakınını (2102 yılında 4,5 milyar $) Türkiye’de tutmayı ve onun dışında 1,3 milyar $’lık bir ihracatı başardı. Daha da öte, dünyada savunma sanayi ürünü ihracı yapabilen ilk on ülke arasında yerini aldı. Bu büyük başarıda tarihimizin en uzun süreli Savunma Sanayi Müsteşarlığını (SSM) yapan Murat Bayar ile TSK Vakıf Firmaları ve bazılarının beğenmediği, şu an nitelikli çoğunluğunun hapiste olduğu “ulusalcı” Türk Silahlı Kuvvetlerinin büyük rolü vardır. Zira ulusal düşünmeden savunma sanayi geliştiremezsiniz.
Savunma Sanayi diğer sanayilere benzemez
Savunma Sanayisini sivil sanayiden ayırt eden özellikler devletler için stratejik bir kaynak olması; ürünlerinin yüksek kalite, yüksek güvenilirlik, her türlü iklim ve çevre şartlarına dayanıklılık özelliklerine sahip olması, arzın sürekliliği ve ileri teknoloji gibi hususlardır. Bu nedenle savunma sanayisinde 30-40 yıllık strateji ve politikalar uygulanır. Savunma Sanayi bugünden yarına gerçekleşmez. Şimdi anlamı kalmadıysa da! önce Milli Güvenlik Siyaset Belgesine daha sonra TÜMAS (Milli Askeri Strateji) Belgesine göre 20 yıllık Stratejik Hedef Planı (SHP), Genelkurmay ve kuvvetler tarafından yapılır. Bu hedeflere göre seçilmiş her temel harp disiplini için konsept çalışmaları ile AR/GE ihtiyaçları belirlenir. Daha sonra SSM ile müşterek çalışmalar ile projeler tanımlanır, performans değerlendirme kriterleri tespit edilir ve on yılık tedarik bütçesi (OYTEP) ve yıllık bütçeler ile projeler için kaynak tahsisleri tamamlanır. Daha sonra yerli ve yabancı firmalara açık ihale sürecine geçilir. Kısaca bir paragrafa sığdırmaya çalıştığımız bu süreç görev ihtiyacının tespitinden ürünün somut halde hizmete girmesine kadar örneğin bir savaş gemisi için 10-15 yılı bulur. Diğer taraftan en karmaşık sistemlere sahip olan bir savaş gemisi veya savaş uçağının en pahalı kısmı çıplak platformu ve makineleri değil, silah, sensör ve komuta/kontrol sistemlerinin bir araya getirildiği savaş yönetim sistemleridir. Bu nedenle tasarladığınız gemi veya uçağın üstüne koyacağınız yazılımlar en az gelecek 20 yılı kapsamalı ve demode olmamalıdır.
HAVELSAN ve Deniz Projeleri
Şimdi gelelim asıl konuya. Başta sözde Balyoz ve Askeri Casusluk davaları olmak üzere tüm isimli davalarda en çok yarayı 40 Amiral ve 400 deniz subayı ile Deniz Kuvvetleri aldı. Tasfiye edilecekler arasında MİLGEM’in inşasında görev alan mühendislerimiz ile G sınıfı firkateynlerimiz ve MİLGEM’de kullanılan GENESİS (Gemi Entegre Savaş Yönetim Sistemi)’nin proje mühendisleri ve ayrıca donanmanın başta denizaltı, firkateyn ve hücumbotları olmak üzere en modern savaş gemilerini en iyi şekilde kullanacak komutan ve subayların bulunması emperyal egemenler ve içimizdeki işbirlikçilerinin planlı ve acımasız saldırısının ağırlık merkezidir. Bu kıyıma Savunma Sanayisine çeyrek asırdan fazla emek harcayan HAVELSAN firmasını 5 milyon $’lık bir cirodan çeyrek milyar $ ciroya eriştiren Dr. Faruk Yarman’ın eklenmesine ne demeli? HAVELSAN’ın, savunma sanayi alanında en karmaşık sistem olan Savaş Yönetim Sistemini, GENESİS Sisteminde örneklendiği üzere ulusal olanak ve yeteneklerle seri üretime geçirmiş olmasının ulusal yeteneklerimizin quantum sıçraması yapmasındaki rolü göz ardı edilebilir mi? Bu başarı 80 yıl önce toplu iğneyi bile ithal eden, otarşiyi tarihinde hiçbir zaman başaramayan Türkler için devrimsel bir gelişmedir. Türkiye’de GENESİS yazılım ve sisteminin önce Deniz Kuvvetlerinin ARMERKOM (Araştırma Merkezi Komutanlığı)’nın seçkin mühendisleri sayesinde geliştirilmesi ve 26 Kasım 2004 tarihinden sonra seri üretim için HAVELSAN’a devredilmesi sıradan bir başarı öyküsü değildir. MİLGEM’i milli yapan temel unsur Savaş Yönetim Sisteminin milli yazılım olmasıdır. 1987 yılında Almanya’da inşa edilerek teslim alınan TCG Yavuz firkateynimizin topu, savaş yönetim sistemindeki bir satırlık yazılım hatası sonucu haftalarca arızalı kalmış, bu sorun sistemin sahibi Hollanda’dan gelen mühendisler tarafından düzeltilebilmişti. Şimdi bunlar mazi oldu.
Sadece 14 ulus devlet, savaş gemisi üretebiliyor
Diğer taraftan savaş gemisi inşası yaklaşık 30 farklı mühendislik ve teknoloji dalına yatırım yapmayı, personel istihdam etmeyi ve bahse konu dallarda olanak ve yeteneklere sahip olmayı gerektirir. Türk Deniz Kuvvetleri, dünyada sadece 14 ulus devletin başarabildiği bu karmaşık süreci MİLGEM’de örneklendiği üzere en iyi şekilde yürütmüş ve bilgi/tecrübe birikimini artık özel sektöre devretmeye hazır hale gelmiştir. Son olarak geçtiğimiz aylar içinde MİLGEM projesinin son altı korvetinin inşa sorumluluğunun Savunma Sanayi Müsteşarlığı eşgüdümünde KOÇ-RMK Tersanesine devredilmesi bu sürecin somut bir örneğidir.
Bir kişi ile 1000 kişiyi tutsak almak
Öte yandan, 23 ayrı bilirkişi raporu ile sahteliği ispat edilen Balyoz davasının sözde dijital belgeleri arasında, sözde darbeyi destekleyecek kişiler arasına savunma sanayisinin büyümesinde rolü olan tepe yöneticisinden mühendisine, 1013 ismin eklenmiş olması; bu isimler arasından sadece Dr Faruk Yarman’ın tutuklanmış olması onun üzerinden ulusalcı duruşu olan savunma sanayi sektörüne yapılan bir meydan okuma değil midir? Korku toplumlarında hapisteki bir kişinin, dışarıdaki bin kişiyi etkisiz hale getireceği bilinmiyor mu sanıyorsunuz? Emperyal kurgu, Türk savunma sanayisinin kendi kontrolü dışında işlere girişmesine onay vermeyeceğini Balyoz davası üzerinden savunma sanayisine iletmiştir.
Savunma Sanayi bir günde gelişmez. Bir ülkenin askeri, siyasi, ekonomik ve teknolojik gücü birbirinden bağımsız değildir. Bir alanda oluşan zayıflık veya hasar diğer alanları da etkiler. İsimli davalar ile askeri vesayeti kaldırıyoruz diye cam mağazasına giren fil örneği, ortalığı kasıp kavurarak başta moral ve motivasyonu darmadağın edilen silahlı kuvvetler aksırırsa, savunma sanayi de bundan etkilenir.
Bugün IDEF fuarında siyasetçilerin iftiharla biz yaptık dedikleri Milli Gemi, Milli Tank, İnsansız Hava Aracı vb savunma sanayi ürünlerinin bir kavram olarak ortaya atılması üzerinden ortalama çeyrek asır geçti. Bugün bu ürünlerin önce konsept, sonra mühendislik olarak yaratılmasında rolü olan özellikle Deniz Kuvvetlerinin çoğunluk ismi tutsaktır. Benzer şeklide bu silahları etkin bir şekilde kullanabilecek yetişmiş kadrolar da tutsaktır. Bugün tutsak olan sadece onlar değil. Bugün, güvenlik ve dış politikamız da tutsaktır. İsimli davalar ve özellikle dinci ve neo liberal medyada yürütülen alçak iftira ve yalan kampanyaları sonucunda ordu, donanma ve hava kuvvetlerinin morali ile mücadele azim ve iradesi de tutsaktır.
Savunma Sanayi dayanmalıdır
Başka ulusların tasarladığı ve geliştirdiği silahlarla ulusal çıkarlar uğruna savaşılamayacağını bilen Türk Savunma Sanayi, ürettiği ürünleri kullanımına sunduğu Silahlı Kuvvetlerin ulusalcı kadrolarının düşürüldüğü durumdan ders çıkarmalı, özellikle savaş gemisi, savaş uçağı ve ateş gücü ile durumsal farkındalık yaratan sistemlerin geliştirilmesinde ulusal tasarım ve ulusal katkı payını yüksek tutacak stratejilerde direnmeli, söz konusu projelerde fark yaratan ulusal odaklı düşünebilen personeline sahip çıkmalı küresel egemen kurguya ve onun içimizdeki işbirlikçilerine direnmelidir. Aksi takdirde o gün geldiğinde gösteri biter, perde iner ve Anadolu’nun köleliği başlar.
Cem Gürdeniz