Yarın 1 Temmuz Kabotaj ve Denizcilik Bayramının 87’inci yıldönümü. Bilmeyenler için not edelim kabotaj, egemen bir devletin kıyıları ve karasuları ile göl ve akarsularında yürüttüğü tüm denizcilik faaliyetlerinin kendi tekelinde icra edilmesi demektir. Kabotaj hakkı Osmanlıyı kemiren ve Türklerin denizcileşmesine en büyük engel teşkil eden kapitülasyonlara Mustafa Kemal’in en okkalı tokadıdır. O, denizciliğin özgürlük, bağımsızlık, sanayileşme ve zenginleşmenin anahtarı olduğunu en iyi görebilen eşsiz bir Türk devlet adamıydı. 11 Nisan 1926 günü kabul olunan ve 1 Temmuz 1926 günü yürürlüğe giren 815 sayılı Kabotaj kanunu ile yabancıların Türk denizciliği üzerindeki tahakkümü bıçak gibi kesildi ve böylece yüzyıllarca denizden uzaklaştırılan Türk halkı kabotaj kanunu ile denizlerine geri dönebildi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında daha denizciydik
İşte yüce Atatürk, denize, denizciliğe yöneliş ile Türkleri asırlar boyu mahveden kapitülasyonlara meydan okuyuşun bir sembolü olarak, bu kanunun çıktığı günün bayram olarak kutlanmasını, Türk halkına bir nevi armağan olarak sunmuştur. Bu yönü ile Türkiye, bir nevi deniz kültür şöleni olan “Denizcilik Bayramına” sahip ender ülkelerden biridir. Zira batının geleneksel denizci devletlerinde “Denizcilik Bayramı” yerine “Deniz Kuvvetleri Günü” veya “Donanma Günü” uygulamaları vardır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Denizcilik Bayramı ülke çapında o kadar coşkulu ve görkemli kutlanırdı ki, yarışlar ve şenlikler için hazırlıklar aylar öncesinden başlardı. 1 Temmuz’lar, Anadolu sahil halkının ve kıyısız şehirlerin de denizlerle kucaklaşma günü olarak deniz sevgisine yönelik farkındalığın somutlaştığı, sunduğu nimetler ve refah nedeniyle bir şükran gününe dönüştüğü masmavi bir gündü.
Donanma Vakfının kapatılması büyük hatadır
Bu süreçte eski adı ile Donanma -sonradan Deniz Kuvvetlerini Güçlendirme- Vakfının da önemli rol oynadığı ve çok büyük katkı sağladığı da bir gerçek. 1909 -1919 arasında donanmayı güçlendirmek için faaliyet gösteren Donanma-i Osmaniye –i Muavenet-i Milliye Cemiyetinin, 1965 sonrası devamı olan söz konusu vakıf, halkla deniz ve donanmayı tüm Anadolu’da buluşturmaya devam etti. Yazık ki, 12 Eylül rejimi, Deniz Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfını 1986 yılında kapatarak Anadolu’nun denizcileşmesine büyük zarar verdi. Kıyısız Anadolu içlerini denizle buluşturan artık hiçbir şey yok. Dolayısı ile Atatürk’ün 1926 yılında Türk milletinin denizcileşmesi için açtığı kapı artık kapalı.
Denizi önce sahil kentleri terk etti
1 Temmuz’lar ve simgelendiği kabotaj denizciliği zaman içinde, endüstriyel medeniyetin ve vahşi kapitalizmin yarattığı en büyük doğa düşmanı, kara yolu taşımacılığına yenik düştü. Limanların yerini otogarlar, Karadeniz, Ege ve Akdeniz posta gemilerinin ve mavnalarının yerini otobüsler ve TIR’lar aldı. Günümüzde Türkiye’nin dış ticaretinin % 86’sı deniz yolu ile yapılırken (bunun da sadece % 17’si Türk gemileri ile yapılıyor) iç ticaretinin sadece % 4’ü deniz yolu ile yapılıyor. 2002 sonrası başta yabancı ortaklıkları kapsayan liman özelleştirmeleri ile kabotaj haklarımız sulandırıldı. Unutmadan not edelim. TPAO’nun geçen yıl sonunda satın aldığı ve Türk bayrağı çektiği Barbaros Hayreddin isimli sismik araştırma gemisinin personeli de yabancı. Ne acıdır ki, denizcilikten ve deniz kültüründen önce sahil şehirleri uzaklaştı. Doğayı katleden, halkı denizden ayıran duble yollara, Anadolu’nun en denizci insanlarının yaşadığı Karadeniz bölgesi bile, akıl almaz bir şekilde onay verdi. En güzel kıyılar betonla kaplandı. Pek çok sahil yerleşiminde, geleneksel balıkçı restoranları ve balık ekmekçilerin yerini kebapçı ve seyyar dürümcüler aldı. Yelken, yüzme ve kürek kulüplerinin yerini futbol kulüpleri aldı. Sahilde yaşayanların büyük bir çoğunluğu, çocuklarının ilerde milli yelkenci ya da yüzücü olmasını değil, zengin futbolcu olmasını hayal ederek denizin ufkuna baktı ve rakısını yudumladı.
Deniz Kültürü denizcileşmenin temelidir
Türkiye ve Türk halkının denizcileşmesinde en önemli alan şüphesiz “deniz kültürü”dür. Denizciliğin temeli olan deniz kültürü, maalesef gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemlerinde halkın günlük yaşantısına girememiştir. Deniz kültürünün halka mal edilmesi, bu kapsamda deniz ve denizciliğin önce halka tanıtılması, sonra sevdirilmesi ve yaygınlaştırılması başarılamamıştır. Bu kapsamda amatör denizciliğin yaygınlaştırılması, başta gençlerimiz olmak üzere büyük çoğunluğa yüzme öğretilmesi, küçük tekne denizciliği ve amatör balıkçılığın geliştirilmesi göz önüne alınmamıştır. Üzülerek ifade etmeliyim ki, Türkiye’de hiçbir siyasi partinin programında halkın denizcileştirilmesi bugüne kadar yer almamıştır. Bu nedenle devlet, Atatürk dönemi hariç tarihin hiçbir döneminde halkın denizcileşmesine kafa da yormamıştır. Bakmayın 1 Kasım 2011’de adı değiştirilen Ulaştırma Bakanlığının yeni adının Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yapıldığına. Türkiye’de denizcilik, dokuz ayrı bakanlık ile yüze yakın değişik kurum ve kuruluşun yönetiminde kalmaya devam ediyor. Eski tas eski hamam. Günümüzde sayıları her gün artan marinalar, denizcilik fuarları (boat show), denizcilik dergileri ile başta yelken olmak üzere amatör denizciliğe yönelik ilgi artışı 75 milyon nüfus ve 8333 km sahil şeridi istatistikleri ile karşılaştırıldığında son derece düşüktür. Dünyanın 16’ncı büyük ekonomisine sahip olduğu iddia edilen bir devlet için halkın denizcileşme ve deniz kültürüne sahip olma başarı endeksi de, maalesef BM’in gelişmişlik, kadın erkek eşitliği ve insani gelişme endeksi gibi değişik kategorilerde Türkiye’nin son on yılda elde ettiği rekor seviyedeki düşük derecelerle uyum içindedir. Denize kıyısı olmayan İsviçre’de dahi 132 yelken kulübü varken bir deniz ülkesi olan Türkiye’de ADF (Amatör Denizcilik Federasyonu) üyesi 21 ilde toplam 52 denizcilik ve yelkencilik kulübü mevcuttur. Kıyı uzunluğu Türkiye’nin kıyı uzunluğunun 20’de biri olan Hollanda’da tekne başına 40 kişi düşerken, Türkiye’de 2000 kişi düşmektedir. Anadolu’da fert başına 8 kg. balık düşerken, AB ortalaması 24 kg.’dır.
Denizcileşmenin anahtarı devlet ve halktır.
Türkiye’nin denizcileşmesinin iki anahtarı vardır. Birincisi Devlet/Hükümetin iradesi, ikincisi halka denizin sevdirilmesi ve denizcileşmesidir. Devletin egemen gücü, yasama ve yürütmede denizciliği gerçek anlamda partiler üstü bir ülküye dönüştürerek siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda elle tutulur projelerle somutlaştırabilir ve hepsinden önemlisi “Toprak Gemi” Anadolu’nun iç kısımlarına deniz kültürünü taşıyabilirse, Türkiye’nin kaderi değişecektir. Bir Fransız düşünürün zamanında söylediği gibi “Gemi yapmak istiyorsanız, milleti sadece odun toplamak, malzemeyi getirmek ve iş bitsin diye çağırma, millete denizin güzelliğini ve zenginliğini anlat.” Deniz kültürü ile farkındalığı artacak Türk milleti, denizciliğin her alanında ekonomik çıkarlarını çoğaltıp, genişletirken, denizi ve onun eşsiz kültürünü yaşam tarzının önemli bir parçasına vazgeçilemeyecek şekilde ekleyebilecektir. Bu yazıyı ünlü deniz tarihçimiz Ali Haydar Emir Alpagut’un Balkan savaşının hemen sonrasında 1913 yılında Deniz Mecmuasına yazmış olduğu “Donanma İstemezük“ başlıklı müstesna yazısının son paragrafı ile bitirelim.
“Denizler tükenmez bir servet ve kuvvet membasıdır. Osmanlı milletinin tabiatında ise denizcilik olmayabilir. Ancak öyle bir memlekette oturmaktadır ki o memleket stratejik, politik ve ekonomik durumu itibarıyla denizlere hâkim bir milletle var olmak ihtiyacındadır. Osmanlı Asya’sı kendisine böyle bir sahip buluncaya kadar keşmekeşten kurtulamayacaktır. İnsanlar tabiatın kanunlarına uymazlarsa yaşayamazlar. Osmanlı Türkleri ya denizci olmaya veya eski vatanlarının kızgın çöllerinde çobanlık etmeye mahkûmdur.“
Cem Gürdeniz