Deniz Lisesine 1972 yılında girdim. Sınavda 22’nci olmuştum. Kayıt işlemi sırasında idare, öğrenci sicil numaramı 2022 olarak belirledi. Yedi yıl süresince adımdan daha çok 2022 kullanıldı. 2022 benim için sadece bir sicil numarası olmadı. Yaşam seyrim sırasında varılacak bir liman oldu. 50 yıl sonra 2022 yılını yaşayacak, 64 yaşında olacaktım. Acaba o yılı görebilecek miydim? 1972 yılında 14 yaşındaki bir çocuk için 2022 yılını, 50 yıl sonrasını hayal etmek zordu. Çok ama çok uzaktı.
SON 50 YILDA TÜRKİYE
1972 yılında dünya nüfusu 3,8 milyar, Türkiye’nin 36 milyondu. Milli gelirimiz 136 milyar TL(20 milyar dolar) idi. Fakir bir devlettik. Ancak halk, devlet varlıklarının sahibiydi. Özelleştirme başlamamıştı. Kurtuluş savaşıyla kuruluşu yaşayan ve o muhteşem onuru tadan nesiller 80’li yaşlarındaydı. Ancak anti emperyalist bir savaşı kazanmalarına rağmen yüksek siyasetin genç cumhuriyetimizi 1945 sonrası emperyalist kampa çıpalamasına karşı çıkamamışlardı. Türkiye NATO’ya gireli 20 yıl geçmişti. Türkiye’nin jeopolitik kaderini de etkileyecek İsrail devleti kurulalı henüz 24 yıl olmuş, Arap İsrail 6 gün savaşının (1967) üzerinden beş yıl geçmişti. 1972’de henüz vahşi liberal kapitalizm ve tüketim dönemi başlamamıştı. Sanayileşme hamlesi planlı ekonomi içinde yürütülüyordu. Halkımızın sosyo genetik kodları 1950 sonrası Küçük Amerika olma sevdasına rağmen tam olarak dönüştürülememiş, mağaza isimleri özenti İngilizce kelimelerle henüz donatılmamıştı. Liberalizm milli, kültürel, ahlaki ve ailevi değerleri kemirmeye tam başlamamıştı. Gelenekler, adetler ve örfler korunuyordu. Türklük halkın baş tacı idi. Milli bayramlar coşkuyla kutlanıyor, biz askeri öğrenciler okul dışına üniforma ile çıkıyor ve göğsümüzü gererek dolaşıyorduk. Emperyalizm, çapsız siyasetçileri kullanarak etnik ayrıştırma ve İslam dinin siyasallaştırılması üzerinden Türk halkını bölmeye başlamamıştı. Din vicdan alanında kalmaya devam ediyordu. Özgürlükçü 1961 anayasası 11 yaşındaydı. Anayasanın sağladığı şartlar nedeniyle yükselen sol ve Kemalist düşüncenin üzerinden silindir gibi geçen 12 Mart muhtırası (1971) bir yıl önce yaşanmıştı.
KENAR KUŞAK TAHKİMATI
ABD yanlısı bürokrasi güdümünde gerçekleşen muhtıra sonrası kenar kuşaktaki yeri tahkim edilen Türkiye’nin Sovyetlere ve Kemalizm’e yaklaşması önlenmişti. Dünya iki kutupluydu. Kapitalist, liberal, demokratik dünyanın sahibi Atlantik pakt, komünist, totaliter otoriter Sovyetler Birliğine karşıydı. Atlantik sistemin sahibi ABD, sözde özgür ve demokratik düzeni korumak için uzak Asya’da savaşlar, Orta ve Güney Amerika ile Afrika’da darbeler ve iç savaşlar düzenliyordu.
MAVİ VATAN KÖRLÜĞÜ
1974 yılında Kıbrıs’ta darbe ve sonrası Türk katliamları yaşanana kadar Ankara’nın Kâbe’si Washington ve Brüksel idi. Bazı istisnalar yaşansa da Ankara, deniz çıkarlarının ve Mavi Vatanın tam farkında değildi. Mavi Vatan, Atlantik sisteme emanet edilmişti. NATO komuta yapısı, Ege ve Akdeniz’i Yunanistan’a, Karadeniz’i Türkiye’ye bırakmıştı. Ankara’dan itiraz bile olmamıştı. Kıbrıs için amfibi güç oluşturma kararı ancak kanlı Noel sonrası 1964 yılında verilmişti. Anadolu ve Trakya’da sanki işgal edilmiş ve kapitülasyona zorlanmış gibi 21 Amerikan üssü vardı. Hayat damarımız Ege Denizinde Lozan dengesini sağlayan ve açık deniz alanlarını %75 oranıyla koruyan 3 millik karasuyu genişliğinden kendi irademiz ile 1964 yılında vaz geçmiş ve 6 mile çıkarmıştık.
SOĞUK SAVAŞIN VEKİL DEVLETİ TÜRKİYE
Kısacası Türkiye, 1972 yılında sözde özgür batının ve lider ABD’nin sadık bir vekili ve vassalıydı. ABD için bugün olduğu gibi jeopolitik çıkarlar ideolojinin, ekonominin ve hatta çok savundukları demokrasi ile insan haklarının çok önündeydi. Sovyetlere demokrasi dersi veren ABD, Suudi Arabistan’da bırakalım demokrasiyi kadının taşlanarak cezalandırılmasına, ya da kendi ülkelerinde siyahlara ayrımcılığa ses çıkarmıyordu. ABD, 1950’lerden itibaren uyguladığı Sovyetleri Çevreleme (Containment) stratejisini Kenar Kuşak içinde NATO devletleri, İran ve Çin üzerinden uyguluyordu. ABD Başkanı Nixon, 21 Şubat 1972 tarihinde Çin’i ziyaret ederek 18 yıl sonra Sovyetlerin sonunu hazırlayacak sürece son çiviyi çakmıştı. Ancak aynı çivinin 40 yıl sonra kendi sonlarını getirecek süreci tetiklemiş olacağını bilmiyordu. ABD’nin 1979’da İran’ı ve Afganistan’ı kaybetmesi kenar kuşakta büyük delik açtı. Bu delik büyümemeliydi. İtalya’da komünistlerle iş birliği yapan Başbakan Aldo Moro’nun kaçırılması ve öldürülmesi, Türkiye’de Almanya, ABD ve Suudi Arabistan üzerinden sağlanan büyük destek ile dinin tamamen siyasallaşması ve Türk milliyetçiliğinin Türk İslam sentezine dönüştürülmesi 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında hızlanmıştı. Darbe hem Kemalizm’i ortadan kaldırmış hem de 24 Ocak 1980 küresel ve liberal ekonomi programının otoriter yolla uygulanmasının yolunu açmıştı. ABD bir taşla iki kuş vurmuştu. Artık Amerikalı stratejist Brzezinski ’nin Sovyetlerin güneye inmesini engelleyecek yeşil kuşak doktrini Türkiye, Pakistan ve Sovyet işgaline rağmen Afganistan’da iş başındaydı. Atatürk’ün cumhuriyeti daha fazla demokrasi, liberal ekonomi, dini özgürlükler altında siyasal İslam’ın hüküm sürdüğü, üretmeyen, kamuyu ve halkı dışlayan neo liberal yapıya sahip, sıcak para akışı ile ayakta duran bir ekonomiye ve siyasi parti liderlerinin ömür boyu görev yaptığı, oligarşik ve lümpen sözde bir demokrasiye dönüşecekti. Niteliksiz siyasetçilik ve devlet adamlığı, yolsuzluk ve usulsüzlüklerle beslenen, mafya ile simbiyotik etkileşim içindeki bürokrasi için habitat hazırdı. Devletin temel kurumları ile medya, akademi dünyası ve maalesef Silahlı Kuvvetler bile ABD ve NATO’nun çekim alanına alınmıştı.
SOĞUK SAVAŞ BİTİYOR
Soğuk Savaşı ABD galip bitirdi. Marksizm yenilmişti. Önce Varşova Paktı sonra Sovyetler Birliği çözüldü. 2000 yılına kadar Rusya yıkımın eşiğine geldi. ABD’nin bu görkemli zaferi aşırı güven patlaması yarattı. 21. Yüzyıl Yeni Amerikan Yüzyılı olacaktı. 2001 yılında halen kimin yaptığı kuşkulu olan 11 Eylül olayları sonucu ABD’nin frenleri boşaldı. Orta Asya’nın kalbinde Afganistan işgali gerçekleşti. 2004 yılına gelindiğinde Rusya’nın çevrelenmesi Afganistan, Karadeniz, Baltık Cumhuriyetleri Orta ve Doğu Avrupa üzerinden tamamlanmıştı.
NEOCON YÜZYILI BAŞLIYOR
2000’lerin başında Yugoslavya parçalanmış neredeyse tüm Avrupa NATO üyesi olmuştu. Ukrayna ve Gürcistan kapıda bekliyordu. Amerikalı Judeo-Hıristiyan neocon’lar sınır tanımıyordu. Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinde FETÖ üzerinden eğitim ve bürokrasi yapılanması Türkiye’de olduğu gibi tamamlanmıştı. CIA’nın 21. Yüzyıldaki en büyük yatırımı olan FETÖ, Türkiye’de devlet ortaklığından devlet sahipliğine geçiş istiyordu. Cumhuriyetin sağlam payandası ve halkın güven duyduğu en önemli kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri, 2008 sonrası FETÖ kumpaslarıyla esir alındı. ABD ve AB, 21. Yüzyılda kendi jeopolitik çıkarlarını önceleyen bir Türkiye istemiyordu. Türkiye, Kıbrıs’tan çekilmeli, güneyinde denize çıkışı olan Kürt devletine evet demeli, Ege ve Akdeniz’de Seville haritasıyla karaya itilmeye onay vermeli ve Montrö Sözleşmesini sulandırmalıydı. Türkler daha çok demokrasi, askeri vesayetten kurtuluş, dini özgürlükler, güneydoğuya özerklik, Türk üst kimliğinin yok edilmesi gibi ‘’yetmez ama evetçi’’, İkinci Cumhuriyetçi liberal söylemlerle dönüştürülmeli, KKTC ‘’Yes Be Annem’’ söylemiyle sonlarını getirecek Annan Planına Evet Demeli; Güneydoğumuz Açılım Süreci üzerinden özerk olmalıydı. Türk tarihinin görmediği ve yaşamadığı alçak bir dönem yaşandı. Devletin ele geçirilen adalet ve emniyet kurumları donanma ve orduya kumpas kurdu. Bu süreç 15 Temmuz 2016 tarihinde zirve yaptı. FETÖ, Türk halkına ateş açtı. Yüzlerce kişi öldü. İslami söylem ve ideoloji ile hareket eden, alnı secdeye değen CIA uzantısı örgüt, siyasal İslam referanslı iktidarı hedef aldı. Hedef sadece iktidar değildi. 16. Türk devletiydi.
BEDEL ÖDEYEN TÜRKİYE
Türkiye son 50 yılda, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’den kovaladığı emperyalizme 1945 sonrası kapılarını açmanın ve Atatürk’ten uzaklaşmanın bedelini ağır ödedi. Ödemeye devam ediyor. Entelektüel olgunluğa erişemeden çok partili demokrasiye erken geçen; savunmasını her alanda NATO’ya teslim eden, Kemalizm’i şekilci gardırop Atatürkçülüğüne dönüştüren, ekonomisini 1980 sonrası neoliberal küreselleşme akıntısına teslim ederek üretimin gücünden ve tarımdan vaz geçen Türkiye gerek coğrafyası gerekse nüfusu ve üretim potansiyelinin hak ettiği yerden çok uzaktadır. Bu karmaşık tablo, ekonomik durum, dinin ve hukukun siyasallaşması, FETÖ’nün siyasetteki üst seviye yapılanmasının varlığını koruması ile karamsar bir gelecek sunuyor. İç cephe tahkim edilemiyor. Aksine kutuplaşma artıyor.
MUHALEFETİN YETERSİZLİĞİ
Bu tablo, muhalefetin her alanda yetersizliği ile daha da karmaşıklaşıyor. Muhalefetin jeopolitik durumsal farkındalık eksikliği, nitelikli siyasetçi ve donanımlı devlet adamı zafiyeti, iktidara gelmek için ABD ve AB’ye el açar bir tutum sergilemesi, Türkiye’yi kısır bir döngü içine sokuyor. Bu döngünün kırılamadığı takdirde Türkiye’yi jeopolitik tavizlere zorlaması kaçınılmaz olacaktır. Halbuki, Türkiye’nin yeni kurulan çok kutuplu dünya düzeninde yeni yeri ve rolü gelecek için emsalsiz fırsatlar sunuyor.
DÖNÜŞEN DÜNYA VE FIRSATLAR
Yerküre yepyeni bir jeopolitik dönüşümün içinde. ABD ve AB hakimiyetindeki batılı düzen Avrasya’da sarsılıyor. Ekonomik, siyasi, askeri, bilimsel ve teknolojik her alanda Çin ve Rusya, ABD’nin Avrasya adasındaki dayatmacı varlığını dengeleyecek konuma erişti. Avrasya Adasının kuzey, doğu ve güney kıyıları Rusya ve Çin kontrolüne girdi. Asya ve Okyanus yüzyılı birlikte başladı. Arktik Okyanusu eriyen buzullar nedeniyle küresel deniz trafiğine açıldı. Kuşak ve Yol Girişimi Jeopolitik teorileri değiştiriyor. Türk Dünyası yepyeni küresel bir oyuncu olarak TDT (Türk Devletleri Teşkilatı) ve Hazar Geçişli Orta Koridor üzerinden sahneye çıkıyor. Rusya ve Çin’in silah teknolojilerindeki atılımları mevcut savaş doktrinlerini alt üst ediyor.
GERİLEYEN AMERİKAN DONANMASI
Tüm bu süreç içinde en önemli gelişme, ABD deniz gücünün gerilemesidir. ABD hegemonyasının temeli okyanuslara hakimiyetti. Dolar sistemi Amerikan deniz gücünün polisliği -mafya baskısı- ile korunuyordu. CIA gölge kuruluşu Stratfor’un kurucusu George Friedman 10 yıl önce “Gelecek 100 Yıl” kitabında şunu yazmıştı: “Amerikan gücünün temeli okyanuslar. Okyanuslara egemen olması diğer devletlerin ABD’ye saldırmasını önlüyor, gerektiğinde ABD’nin müdahale etmesine imkân tanıyor ve ABD’ye uluslararası ticaretin kontrolünü veriyor. Küresel ticaret okyanuslara bağımlıdır. Okyanusları kim kontrol ediyorsa küresel ticareti de o kontrol eder. Amerika’nın görevi denizleri kontrol etmesini tehdit edecek meydan okuyucuların güçlenmesini engellemektir… ABD’nin fiziki güvenliğini sağlamak için dünya okyanuslarının üzerinde tam hâkimiyet ve uluslararası ticaret sistemi üzerinde kontrolü güvence altına almak esastır. ABD tüm okyanusları kontrol etmektedir. Tarihte hiçbir güç bunu yapamamıştır. Bu kontrol sadece ABD güvenliğinin temeli değil aynı zamanda uluslararası sisteme şekil verme gücünün temelini oluşturur. Eğer ABD onay vermezse hiç kimse denizlerde hiçbir yere gidemez. Günün sonunda dünya okyanuslarının kontrolünü sürdürmek ABD için en önemli jeopolitik bir hedeftir.”
ABD, bu gücü kaybetti. Bu gerilemenin sebebi sadece Çin ve Rus deniz güçlerinin gelişmesiyle izah edilemez. Asıl darbeyi Amerikan hükümetleri -başta Obama yönetimi-ve kongre vurdu. Bu satırları yazarken ABD’nin tüm okyanuslarda hareket halindeki gemi sayısı 58, Savaş çıksa, harbe hazır gemi sayısı 185, toplam gemi sayısı 295 idi. Soğuk Savaş bittiğinde son sayı 600 idi. 2052 yılına kadar gemi sayısını 321-372 arasında bir sayıya çıkarmayı hedefliyorlar. Bugün en ciddi sorunları bakım onarım ve personel. ABD’nin önde gelen Deniz Kuvvetleri Dergisi Proceedings’in Aralık 2021 sayısında yayınlanan ‘’Yapabilirim mantığı Yürümüyor’’ başlıklı makalede (https://www.usni.org/magazines/proceedings/2021/december/can-do-not-working) şunlar yazıyor:
‘’ABD Sayıştay (GAO) raporu, Donanmanın, uçak gemileri hariç tüm su üstü gemileri için 2014 mali yılından, 2020 mali yılına kadar 28.238 günlük bakım gecikmesi yaşadığını gösterdi. Bu süre yalnızca yedi takvim yılında 77 yıllık gecikmeye eşittir.’’ 26 Aralık 2021 günü Amerikan Kongresine sunulan ‘’Büyük Güçler Rekabet’’ raporunda (https://news.usni.org/2021/12/27/report-to-congress-on-great-power-competition-2#more-90851) yer alan ana başlıklar içinde en çok dikkat çeken konulardan birisi de buydu.
SAVAŞ ÇIĞIRTKANI AMERİKALI SİYASETÇİLER
Bir yanda gerileyen ekonomi ile artan borç stokları ve iç savaş potansiyeli diğer yanda Çin ve Rusya’nın her geçen gün artış gösteren iş birliği ve yükselen deniz güçleri karşısında ABD için Avrasya’nın soğuk savaş yıllarında olduğu gibi çevrelenmesi ve okyanusların kontrolü artık kolay bir hedef değil. Pasifik’te Japonya ve Avustralya’yı, Avrupa’da NATO’yu Amerikan çıkarlarının vekili ve piyonu olarak kullanmaktan ve gerekirse savaşa sürmekten başka çarelerinin kalmadığı anlaşılıyor. Trump dönemi eski Ulusal Güvenlik Danışmanı neocon John Bolton’un 29 Aralık 2021 günü internette yayınlanan (https://www.19fortyfive.com/2021/12/john-bolton-now-is-the-time-for-nato-to-stand-up-to-russia/)‘’Şimdi NATO’nun Rusya’ya Karşı Durma Zamanıdır’’ başlıklı yazısı, içinde bulundukları zor durumu ele veriyor. Yazısında kıta gücü Rusya’ya karşı Ukrayna senaryosu üzerinden NATO’nun savaşa girmesini öneriyor. Peki, NATO Avrupası bu savaşı istiyor mu? Savaş uzarsa ABD’den gelecek savaş lojistiğine bağlı Avrupa’ya yardımı getirecek konvoyları nasıl koruyacaklar? Pasifik’te siklet merkezi oluşturan ABD Donanmasının gücü Atlantik cephesinde yeterli olamazken, Bolton böylesine bir öneriyi neden yapıyor? ABD ve NATO Ukrayna üzerinden Rusya ile uğraşırken, Çin’in Tayvan ve Güney Çin Denizi senaryolarında ön alacağını düşünmüyorlar mı? Bu ve benzeri soruların cevabı basit. ABD, gerileyen bir hegemonun akıl karışıklığı içinde. Hedefleri ile yetenekleri örtüşmüyor. NATO, Japonya, Avustralya gibi gönüllü vekiller ve vassalların üzerinden Rusya ve Çin’i meşgul edecek, Rusya ve Çin’in enerjisini harcatacak kışkırtıcı senaryoları deniyorlar. Gerçek olan bu süreçlerin hepsinin ABD Donanmasının gücüne bağlı olduğunun farkında olmaları. ABD, donanması bu güç zafiyeti içindeyken ne Avrupa ne de Pasifik’te savaşamaz. ABD kaybedeceği bir savaşa girmez. Kaybetmesi yüksek olasılıklı olan bir savaş sonrası hegemonyanın değişimi hızlanır. Avrasya adası karşısında ABD adası kaybeder. O nedenle ABD böylesi bir konjonktürde sadece zaman kazanmaya çalışmaktadır. Sonuç kaçınılmazdır. Artık çok kutuplu dünya düzeni kaçınılmazdır. Bir savaş yaşansa dahi bu sonuç değişmez.
TÜRKİYE İÇİN KALK BORUSU
Türkiye 2022 yılında bu gerçeği görerek siyaset belirlemelidir. Ekonomik baskılar jeopolitik baskıları beraberinde getirecektir. AB üyelik sürecinin Türkiye’nin AB Komisyon kararı ile Kuzey Afrika ligine transfer edilmesiyle son bulduğu; ABD ve Fransa’nın NATO üyesi Yunanistan ile NATO üyesi Türkiye’ye karşı ittifak kurduğu bir ortamda Türkiye jeopolitik geleceğini ABD ve AB’de aramaya devam edemez. Kararsız ve dengesiz tutumlar oldu bittilere neden olur. Örneğin, Ukrayna senaryosu üzerinden Karadeniz’de kısa süreli bir çatışma yaratılarak Türkiye’nin Montrö Sözleşmesini NATO yanında savaşan taraf şartlarında yürürlüğe koyması ve böylece NATO gemilerine serbestiyet sağlaması gibi durumlar karşımıza çıkabilecektir. Ya da arkasına AB ve ABD’yi alan Yunanistan Ege’de karasularını 12 mile genişleterek fiili durum yaratmaya çalışabilecektir. Türkiye, Rusya ilişkileri her dönemden daha önemli hale gelmiştir. Benzer jeopolitik baskılara maruz kalan iki devletin iş birliği yaparak emperyalist baskılara direnmesi gerekir. 1920 yılının şartları bugün ile örtüşmektedir.
MAVİ VATAN’DA ZOR BİR YIL
Mavi Vatanda 2022 yılı her yönü ile zor geçecektir. Ekonomik baskı altındaki Türkiye, ABD ve AB’ye karşı mavi vatanda tavizlere zorlanacaktır. Nitekim Rumların 5 No’lu sahasında Katar ve ABD firmasının sondajına cevap verilememiş, 10 numaralı sahada KKTC’nin çıkarları korunamamıştır. Bu durum gelecekteki baskıların da ip uçlarını vermektedir. KKTC’de federal çözüme, Irak ve Suriye’de PKK/YPG ile mücadelede tavizlere zorlanma beklenmelidir. Türkiye için dinamik çok taraflı zig zag politikası dönemi artık kapanmıştır. Bundan sonraki aşamada arkasına Asya güçlerini almadan Türkiye’nin jeopolitik alanda kazançlı çıkması akılla değil, kumarla izah edilebilir. Siyasetçilerin ve bakanlıkların zaman zaman AB ve NATO güzellemeleri yaparak jeopolitik çıkarlarımızı korumaya çalışması hepimizi gülümsetiyor. Türkiye, 2022’de şartlar ne olursa olsun iktidarı ve muhalefeti ile jeopolitik çıkarlarımız için direnmelidir. Ekonomik kayıplar on yıllarda, Jeopolitik kayıplar yüzyıllarda telafi edilebilir. Gelecek kuşaklar için zorluklara dayanmalıyız. Zor oyunu bozar.
(Deniz Harp Okulu (DHO) 1958 mezunu E. Dz. Albay Aşkın Akoba’yı 30 Aralık 2021 tarihinde kaybettik. Kendisi 1975-79 yılları arsında Deniz Harp Okulunda yabancı dil hocamdı. 10 dil bilirdi. Bana hayatı yabancı dil öğrenerek renklendirmeyi ve daima gerçeği aramayı öğretti. Tanrıdan rahmet, ailesine, dostlarına ve bahriyeye başsağlığı diliyorum.)
(16 Aralık 2021 tarihinde Antarktika’da Vinson Masifine (5000 mt) tırmanarak büyük bir başarıya imza atan KKTC’nin genç dağcısı Birkan Uzun, Bağımsız KKTC ülküsünden uzak Rumcu ve AB’ci mandacılara inat verdiği demeçte ‘’Siz tanımasanız da KKTC sonsuza kadar yaşayacak’’ diyerek tarihte yerini almıştı. Maalesef 31 Aralık 2021 tarihinde ABD’de geçirdiği bir kaza sonucu hayatını kaybetti. KKTC’nin yiğit evladına Tanrıdan rahmet, ailesine ve KKTC halkına başsağlığı diliyorum.)
CEM GÜRDENİZ