İtalya ve Türkiye Doğu Akdeniz’de en kritik deniz coğrafyalarına sahip iki ülkedir. İtalya, Akdeniz’in doğu batı deniz eksenli ulaştırma rotasının kapısı iken, Türkiye Karadeniz-Ege -Akdeniz geçişli kuzey- güney eksenli deniz ulaştırma rotasının kapısıdır. Türkiye, Avrasya adasının batısında enlemsel eksende; İtalya boylamsal eksende yarımada coğrafyaları ile Akdeniz’in jeopolitik kaderini belirleyici özelliklere sahiptir.
KENAR KUŞAĞIN KİLİT ÜLKELERİ
Bu nedenle her ikisi de soğuk savaş boyunca ABD’nin gerek siyasi rejim şekillenmesine gerekse askeri üslenmeye en çok önem verdiği iki Akdeniz ülkesi oldular. İtalya’da ve Türkiye’de özellikle 1970’ler sonrası yükselen sosyalizme her türlü yöntemle müdahale edildi. Her iki ülkenin kenar kuşaktan kopması ve Sovyetlerin etki alanına girmesinin önlenmesi için her yol denendi. İtalya’da 9 Mayıs 1978’de Hristiyan Demokrat Başbakan Aldo Moro’nun Komünist Parti ile koalisyon kararından sonra kaçırılarak öldürülmesi; 2 Ağustos 1980, Bologna Tren İstasyonu katliamı; Türkiye’de 12 Mart ve 12 Eylül 1980 darbeleri yaşandı. ABD, her iki ülkenin NATO etki alanından değil çıkması, uzaklaşmasına bile izin veremezdi. NATO ve müşterek üsler formatı altında İtalya’da Nisida ve Gaeta Deniz Üssü, Signonella Deniz Hava Üssü, Aviano, Ghedi ve Tripani Hava Üsleri; Türkiye’de İncirlik Üssü, Kürecik X Bant Radar İstasyonu, ABD’nin Akdeniz askeri stratejisinde hayati önemde olan üslerdir. İtalya’da ABD ile ilişkiler Türkiye’ye oranla farklıdır. ABD, İkinci Dünya Savaşında Mussolini rejiminin düşmesine ve Roma’nın teslim olmasını sağlayan güçtür. Bu amaç uğruna Salerno ve Anzio çıkarma harekatları ile Monte Cassino’da neredeyse toplamda 10 bine yakın Amerikan askeri ölmüştür. ABD dökülen kanın faturasını İtalya’ya ödetmeye devam etmektedir. Türkiye ise hiçbir dönemde ABD’ye borçlu olmadığı halde Atatürk sonrası dönemde derinliği olmayan jeopolitik hesaplar sonrası savrulmuş ve 1945 sonrası karşılıksız olarak ABD’ye teslim olmuştur.
SAVAŞLAR SÜRECİ
Türk ve İtalyan tarihleri imparatorluk geleneği olan iki gücün Akdeniz’de deniz kontrolü için mücadele süreçlerini kapsar. Osmanlının bilhassa İstanbul düştükten sonra ipek ve baharat yolları üzerindeki kontrolü başta Venedik ve Cenova şehir devletleri ile neredeyse 250 yıl süren deniz mücadelesi dönemi ile sonuçlandı. Osmanlının aydınlanma ve sanayi devrimlerini ıskalaması, dinin taassubu altında akıl mı? nakil mi? sürecinde nakli tercih ederek kademeli şekilde gerileyerek zayıflaması, 1871’de birliğini kuran İtalya için doğudaki kritik Anadolu coğrafyasını kolay bir ava dönüştürdü.
İTALYA VE TARİHSEL FIRSATLAR
Libya ve 12 Adaları, 1911 sonunda Donanmasız Osmanlıdan çok kolay koparan İtalya, Birinci Dünya Savaşı devam ederken 19 Nisan 1917’de Fransa ve İngiltere ile İtalya Saint-Jean-de-Maurienne Anlaşmasını imzaladı. Buna göre İtalya, savaş sonunda İzmir dahil güneybatı Anadolu’nun önemli kısmını alacaktı. Savaş bittikten sonra bu anlaşmayı kullanarak 28 Mart 1919 tarihinde Antalya’yı küçük bir kuvvetle işgal ettiler. Ancak arkasına İngiltere ve ABD’yi alan Yunanistan, bu anlaşmayı tanımayarak 15 Mayıs 1919 günü İzmir’i çok daha büyük bir güçle işgal etti. Böylece Türk Kurtuluş Savaşının fitili ateşlenmiş oldu. Eğer İzmir’e Yunan çıkmasaydı, savaşlar yorgunu Türk halkı yeni bir mücadele için bir araya gelmeyebilirdi. Böylece İtalya, Türk Kurtuluş Savaşına neden olacak Yunan işgalini tetikleyerek bize dolaylı olarak yeni bir fırsat penceresi sunmuş oldu. İtalyan Hükümeti Kurtuluş Savaşı boyunca milli güçlere engel çıkarmadılar. Zaman zaman yardım ettiler. Cumhuriyet Donanmasının kuruluşuna İtalyan devletinin kredi sağlaması sonucu yeni muhrip ve denizaltı satışı ile destek oldular. Benzer bir fırsat penceresini Ankara, faşist İtalyan Lideri Mussolini sayesinde 1935 yılında yakaladı. 1933’te toplanan Londra Silahsızlandırma Konferansında Türkiye Lozan Anlaşmasının Boğazlara ilişkin hükümlerinin kaldırılmasını resmen talep etmişti. Bu konuda Sovyetler Birliği de Türkiye’yi desteklemişti. Zira Boğazların Türkiye’nin egemenliği altında olduğu takdirde güvenliğinin daha iyi sağlanacağı kanısına sahiptiler. Türkiye’nin 1933 yılındaki bu çıkışı İngiltere tarafından hoş karşılanmadı. Türkiye’nin her geçen gün artan İtalyan tehdidi karşısında Sovyetler Birliği ile dayanışmaya gitmesi doğaldı. Özellikle faşist İtalya’nın 12 Adalar’da denizaltı üsleri ve hava alanları inşa etmeye başladığı haberleri Atatürk’ü harekete geçirmişti. Japonya’nın 1931’de Mançurya’yı; 1935 Ekim ayı içinde İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmeleri Milletler Cemiyetinin küresel barış ve istikrarı korumadaki yetersizliğini ortaya koydu. Atatürk bu fırsatı kaçırmadı ve 10-11 Nisan 1936 tarihlerinde Milletler Cemiyetine verdiği notalar ile Lozan Boğazlar rejiminin değişimine neden olacak ve Lozan’dan sonra genç cumhuriyetin en önemli hukuki kazanımı olacak Montreux sürecini başlattı. 20 Temmuz 1936’da Türk Boğazlarının kesin egemenliği Ankara’ya geçti. İtalyanların Habeşistan işgali ile yarattığı fırsat ikinci kez Türkiye’nin jeopolitik kazancına dönüşmüştü.
AKDENİZ’DE İKİ DOKTRİN
Bugün, İtalya ile Türkiye Akdeniz jeopolitiğinde belirleyici ağırlığa sahipler. Günümüzde İtalya’nın Akdeniz siyaseti Türkiye’nin Akdeniz jeopolitiği ile çatışma rotasında değildir. Akdeniz Jeopolitiğine ABD, AB, Rusya ve dolaylı olarak da Çin müdahale ediyor. Akdeniz jeopolitiğinde büyük güçler için kenar kuşak, enerji ve İsrail güvenliği önemli rol oynuyor. Bu karmaşık tabloda, İtalya ve Türkiye kalıcı politikalar ile sahiplenici bir tutum sergiliyorlar. Türkiye’nin Mavi Vatan doktrini ile İtalya’nın Mediterraneo Allargato (Genişletilmiş Akdeniz) doktrinleri bunun somut göstergesidir. Mavi Vatan ile Türkiye kendisini Anadolu yarımadasına, yani karaya iten jeopolitik baskıya karşı çıkarken; Genişletilmiş Akdeniz doktrini ile İtalya, ABD, NATO ve AB’ye rağmen başta mülteci akını ve yasa dışı göç olmak üzere Akdeniz kıyıları, Kuzey Afrika ve Sahel kaynaklı güvenlik sorunlarına milli çözümler yaratmaya ve bu bölgelerde ticari çıkarlarını genişletmeyi hedefliyor. Türkiye’den sonra en yoğun mülteci akını ve yasadışı göçe maruz kalan İtalya, bu büyük sorunu (başta Libya’da) yaratan küresel güçleri iyi tanımakta ve önleyici tutum almaya çalışmaktadır. İtalya, 2011 başında Kaddafi’ye müdahaleye karşı çıkmış ancak ABD ve NATO baskıları altında harekata katılmıştı. Türkiye de Ergenekon ve Balyoz baskıları altında Meclis Kararı olmadan Libya’ya çok sayıda savaş gemisi yollamıştı. Halbuki tarihimizde bize ihanet etmeyen tek devlet Libya olmuştu.
DENGELİ TÜRKİYE YAKLAŞIMI
İtalyanlar Avrupa ve Atlantik merkezli jeopolitik baskılar altında olmalarına rağmen Türkiye ile ilişkilerde milli çıkarlarını öne çıkarıyorlar. Eğer Avrupa-Atlantik odaklı siyasete tamamen boyun eğselerdi, İtalya, Akdeniz’de Fransa ve ABD gibi ileri seviyede Türkiye düşmanı olurdu. İtalyanlar 100 yıl önceki gibi bugün de farklı bir konumdalar. Libya’da Türkiye ile BM ‘nin tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) tarafında yer aldılar. 21 Şubat 2018 tarihinde Kıbrıs güneyinde 3 no’lu sözde Rum Lisans sahasında İtalyan enerji devi ENI ‘ye ait Saipem 12000 isimli delme platformunun bizzat Türk savaş gemileri tarafından sahadan sürülmesine rağmen, İtalya Türkiye’ye farklı bakmaya devam etti. AB Komisyonunun Türkiye’ye yaptırım konusunda önerdiği tasarıya Malta ile onay vermediler. Fransa, Yunanistan, İsrail ve GKRY ‘nin yer aldığı EastMed boru hattı projesinden imzalarını geri çektiler. Bu hamlelere sebep olan pek çok neden var. Öncelikle Fransa’nın gerek Doğu Akdeniz gerekse Kuzey Afrika ve Sahel bölgesindeki jeopolitik ihtiraslarından rahatsızlar. Son yüzyılda kendi ön bahçesi (Mussolini dönemindeki adıyla dördüncü kıyı) olarak gördüğü Libya’da artan Fransız hamleleri İtalyan çıkarlarını zedeliyor. Diğer yandan Fransa’nın GKRY’de hava ve deniz üssü alması, Yunanistan ile NATO üyeliğine rağmen ayrı bir savunma paktı kurması; ABD’nin Pasifik’e yönelmesi sonucu oluşan boşluğu Fransa’nın doldurmasından rahatsızlar. Dolayısı ile Türkiye ile yakınlaşma, jeopolitik dengeleme için kaçınılmaz oluyor. Burada Türkiye ile doğrudan iş birliği tarafı olmaktan ziyade bir köprü rolü oynamayı tercih ediyorlar. Bu çerçevede Türkiye’nin ABD ve AB’den uzaklaşması bu rolü oynamasını kolaylaştırıyor. Diğer yandan Türkiye’nin askeri destek vererek 2020 baharında Trablusgarp’ın düşmesini önlemesi ve dolaylı yönden İtalya’ya yönelik mülteci akımının önüne geçmiş olması da yakınlaşmada önemli faktörlerden birisi. Her ne kadar İtalya 29 Kasım 2019 tarihli Türkiye- Libya Deniz Sınırlandırma Anlaşmasını desteklemese de ABD ve AB gibi sert bir tutum takınmıyor. Diğer yandan istikrarlı bir Libya’da her iki ülkenin birbiriyle rekabet etmeyen ticari çıkarları var. Türk iş adamları inşaat ve ticarete öncelik verirken, İtalya enerji ve telekomünikasyona önem veriyor. Bu durum karşılıklı kazanmaya yönelik iş birliğini teşvik ediyor. Bu kapsamda Türkiye-İtalya ve Tunus ekseninde bir ticari koridor kurulması ve Taranto Kurvaziyer limanının Türk firması tarafından işletiliyor olması da önemli.
TÜRKİYE VE İTALYA’DA ATLANTİK BASKISI
İtalya’da Data Stampa firması tarafından 2020 baharında yapılan bir ankete göre halkın %36’sı İtalya’nın gelecekte Çin ile; %30’u ise ABD ile müttefik olmasını istiyor. Halkın %45’i Almanları; %38’i Fransızları; %17’si İngilizleri; %16’sı da Amerikalıları dost görmüyor. Buna karşılık halkın %52’si Çin’i; %32’si Rusya’yı ve %17’si Amerika’yı dost görüyor. İtalya’da Çin sempatisi giderek artıyor. Mecliste en fazla sandalyesi olan Beş Yıldız hareketi eski Milletvekili Batista’nın sözleri şöyle: ‘’Çin, Üçüncü Dünya Savaşını tek kurşun atmadan kazanacak. İtalya bu ilişkiyi Avrupa için pazarlık masasına koyabilir. Dünya değişiyor, önümüzdeki aylarda dünya büyük ve politik değişiklere uğrayacak.’’ 2003 yılında yaşanan Irak’a Amerikan saldırısına Avrupalı ülkeler içinde en çok karşı çıkanlar İtalyanlar olmuştu. Günümüzde çok büyük eksen kayması yaşamasa da özellikle Çin ile artan ilişkileri ve Rusya’ya karşı dengeli tutumu nedeni ile İtalya’da Amerikan baskısı artacaktır. Örneğin Putin’in ABD ve NATO’dan güvenlik garantisi isteyen bir anlaşma metnini 15 Aralık 2021 tarihinde Washington DC’ye iletmesinden sonra İtalya’da bu konuda haber bile yapılmaması İtalyanları rahatsız ediyor. İtalya resmi olarak nükleer olmayan bir ülke olmasına rağmen, Aviano ve Ghedi üslerinde 100 civarında Amerikan B61 taktik nükleer bombaları bulunuyor. ABD, ayrıca İtalya’ya yeni orta menzilli nükleer füzeler yerleştirmek için baskı yapıyor. Diğer yandan önümüzde Türkiye’yi bekleyen çok daha zorlu bir süreç var. Mikro ve makro düzeyde performansı gerileyen Türk ekonomisi, içerde istikrarsızlığın artmasına neden olurken dışardan jeopolitik baskılara dayanma gücümüzü örseliyor. Bu baskıların pratik sonuçlarını değişik sahalarda görüyoruz. Rumların bizim kıta sahanlığımızı kapsayan sözde 5 no’lu sahada Katar ve Amerikalılara yaptırdığı sondaj çalışmasını sismik ve delme faaliyetleri ile karşılık veremiyoruz. Kıta sahanlığımızı ilgilendiren düşmanca bir hamleye sadece ‘’su üstünde bizim sınırlarımıza müdahale yok’’ diyerek geçiştiriyoruz. Peki, kıta sahanlığında bulunacak rezervin deniz dibinde bizim sahaya tecavüz etmediğini, gelecekte sifonlama yapılmayacağını nasıl bileceğiz? ABD ve NATO baskısı ile Ukrayna krizinde ciddi yalpalamalar içindeyiz. Savaşan taraflar arasına girerek, Ukrayna’ya SİHA satarak ciddi hatalar yapıyoruz. Soğuk savaşta bile taraf olmamayı beceren Türkiye, gerileyen Amerikan hegemonyasına ekonomik baskılar altında boyun eğiyor. Kocaeli’nde bir parka Çeçen ayrılıkçı Dudayev’in adının verilmesi bu hassas dönemde Rusya ile ilişkilerde yeni bir gerginliğin kapısını aralıyor.
YENİ DÜNYA DÜZENİ KURULDU
Artık üç kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye ve İtalya Akdeniz’in en seçkin deniz coğrafyalarına sahip iki merkezi ülke olarak bu yeni dönemde iş birliğini her alanda geliştirmelidir. Amerikan gücünün temeli deniz gücüdür. Bugün bu güç zayıftır. Toparlanması çok zordur. Bu gücü dengeleyecek jeopolitik ortam oluşmuştur. Hegemonyanın halen elinde kalan tek güç finans kapital dünyasıdır. Karşılıksız dolar basabilme gücüdür. Bu gücün jeopolitiği esir almasına izin verilmemesi gerekir. Yunanistan bu güce teslim olmuş ve bir sömürgeye dönüşmüştür. Yunan halkı 10 yıl sonra bu kararı veren siyasetçilerini sorgulayacaktır. İtalya, bu tuzağa düşmüyor. İngiltere ve Fransa ile ABD’nin baş rol oynadığı Libya müdahalesinin bedelini çok ağır ödediler. Halen ödemeye devam ediyorlar. Çin ile yakınlaşma ve G7 üyesi ülke olarak Kuşak ve Yol Girişiminde aktif rol almaları dikkat çekicidir. Bugün Venedik Marco Polo Havaalanına giren birini dev Çin posteri karşılıyor. Tarihin yaratıcılığı 800 yıl sonra Marco Polo ile Çin’i tersten ve yeniden buluşturuyor.
İTALYA İLE İLİŞİKLER GELİŞTİRİLMELİDİR
Böylesi dinamik bir konjonktürde Türkiye, İtalya ile her alanda ilişkilerini geliştirmelidir. İtalyan ve Türklerin Akdenizli karakterlerinin ortak yönleri her alanda öne çıkartılmalıdır. Mavi Vatan ile Genişletilmiş Akdeniz doktrinleri arasında rekabetçi değil, birleştirici alanlar dikkate alınmalıdır. Libya’da ertelenen seçimler sonrası İtalya ile istişare içinde ortak bir strateji izlenmelidir. Her iki devlet Atlantikçi AB, NATO ve ABD baskılarına dayanabilmelidir. Türkiye, her alanda dışlandığı ve baskılarına maruz kaldığı AB’den artık hiçbir beklenti içinde olmamalıdır. AB’ye tam üyelik üzerinden jeopolitik sorunlarımızı çözebileceğimize inanmak, güneşin batıdan doğmasını beklemekle eş değerdir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’e elde ettiği kazanımları ekonomik baskılara rağmen koruyabilmelidir. Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlara verilecek en küçük taviz çorap söküğü gibi karşımıza yeni taviz talepleri ile gelecektir. Ankara direnç göstermelidir. Bu direnç özünde anti-emperyalist bir direnç olmalı, kör bir batı karşıtlığına dönüşmemelidir. Laik ve demokratik bir cumhuriyet olarak batının değerleri ile sorunumuz olmamalıdır. Mevcut iktidar, Türk halkının büyük bir çoğunluk ile Atatürk’ün değer yargıları ve yaşam tarzındaki Türkiye’yi özlediğini bilmelidir. Atatürk, batı karşıtı değil, anti emperyalist idi. Onun kurduğu Türkiye, uygar dünyada 100 yıl önce yerini almıştı. Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olarak tekrar alacaktır.
Tüm takipçi ve okuyucularımın aileleri ile birlikte yeni yılını kutluyorum.
(Kitap Tavsiyesi: Mustafa Önsel-Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu-Kırmızıkedi Yayınevi; Doğu Silahçıoğlu: Cumhuriyet, Siyaset, vesayet-Ozan Kitabevi)
CEM GÜRDENİZ