TARİHİN YARATICILIĞI VE MONTRÖ SÖZLEŞMESİ

24 Şubat 2022 sabahı İstanbul Çağlayan Adliyesi 24. Ağır Ceza Mahkemesi lobisinde 104 Amiral Bildirisi isimli akla ve hukuka ziyan darbe imalı dava gereğince savunmamı yapmak üzere bekliyordum. Lobide 100’e yakın gerçek dostlarım, vefalı mavi vatan sevdalıları ve hepsinden önemlisi, geçmişte hiçbir yerde veya şekilde tanışmadığım ancak yazılarımı okuyan, videolarımı izlemiş olan onlarca gönül ve akıl dostumla karşılaştım. Herkes maskeliydi. Ancak gözlerin ışıltısı, maskelerin örtüsünü yıkıp geçiyordu.

GURURLU, UMUTLU VE MUTLUYUM

Bu karşılaşma sürecinde beni en çok etkileyen diğer olay davayı izlemeye çok sayıda medya temsilcisinin de gelmiş olmasıydı. On ay önce başlatılan tamamen siyasi saikli 104 Amiral davasında akla hayale gelmeyen ve FETÖ dönemini aratmayan linç kampanyasına uğrayan bir Amiralin davasını izlemeye bu kez devletin haber ajansları ve yandaş medya olarak adlandırılan medya temsilcilerinin de gelmiş olması daha da ilginçti. Modern ve pırıltılı bakışlı bu gençler gözleriyle benden özür diler gibi yanıma çekinerek yaklaştılar ve mahkeme sonrası yapacağım basın bildirisini istediler. Çok samimi olarak benden çekinmelerine gerek olmadığını şakalaşarak söyledim. Sanki temsil ettikleri gazete ve televizyonların sahiplerinin on ay önce yaptıkları itibar suikastlarından özür dileyen bir psikoloji içindeydiler. Onlara Balyoz esaretinden sonra bu kez de yine gençlerin geleceği için bedel ödediğimizi söyledim. Esprili sohbetlerle hepsiyle tanıştım. Gülüştük. İlginç, aynı duyguyu 104 Amiral Basın Açıklaması sonrası 5 Nisan 2021 günü Ankara’da gözaltına alındığım zaman TEM Şubesinden Ankara Adliyesine götürülürken bizi gözaltında tutan genç çevik kuvvet polislerinin gözlerinde hissetmiştim. Genç polislerden birisi bana yaklaşıp “Amiralim sizin bütün kitaplarınızı okudum dediğinde” iç siyasetin kirliliğine ve Ankara koridorlarında hala gezen FETÖ ruhuna lanet okudum. Adliye koridorlarında bazı polisler yanıma gelerek tanışmak istediklerinde bu vatan evlatlarının hepsine sempati ile yaklaştım ve siyasi patronları benden ve fikirlerimden hoşlanmasalar da o gençlerin bize sempati ile yaklaştığını yüreğimde hissettim. Neticede Montrö’yü bugünler ve yarınlar için savunduğum ve sarıklı amirali tenkit ettiğim için tutukluydum.

24. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ÖNÜNDE İLAHİ ADALET

Sohbet, fotoğraf çektirme faslı devam ederken mübaşir adımı okudu. Avukatım, adalet dünyamızın korkusuz demir leydisi, aile tarihinden gelen Kuvayı Milliye damarının ve Esat Bozkurt ruhunun bugünkü temsilcisi Şule Nazlıoğlu ile içeri girdik. Tam kapıdan içeri girmiştim ki, araştırmacı gazeteci Gökhan Karakaş hızla yanıma gelerek “Amiralim duydunuz mu? Ukrayna Türk Hükûmetinden Boğazları Rus gemilerine kapatmasını istedi” dedi. Aman Tanrım, bu nasıl bir ilahi adalet idi. İfade verip savunma yapacağım gün Rusya Ukrayna’ya askeri harekata başlamıştı. Uyandığım andan itibaren mahkemeyi ikinci plana itmiş, an be an yaşanan gelişmeleri takip ediyordum. Zaten bir savunma hazırlamamıştım. Siyasi bir davada hukuki savunma yapılmayacağını tarihten ve Balyoz tecrübemden biliyordum. Evden Çağlayan’a gidene kadar arabamın radyosundan sürekli gelişmeleri dinliyordum. Neticede 4 Nisan 2021 günü yapılan Montrö ikazı bugünler için yapılmıştı. Ancak mahkeme heyetinin karşısına çıkarken bu son dakika gelişmesinin olmasını sadece ve sadece kaderin gücü ile izah edebilirdim. Bu gelişmeyi Hâkime yaptığım konuşmada kullandım. “Şu an yaşanan tarihin bir cilvesidir. On ay önce Montrö Sözleşmesinin neredeyse kaldırılabileceği konusunun işlendiği bir konjonktürde, bu sözleşmenin Türkiye güvenliği ve Karadeniz’deki denge için ne kadar önemli bir araç olduğuna dikkat çekmiştik. Ayrıca bahriyede sarıklı bir amiralin olmasının sakıncalarını dile getirmiştik. Sonuçta kendi ülkemde harp esiri gibi sabah beşte evden alınarak, Ankara’ya götürüldüm ve 8 gün ilkel şartlar altında gözaltında tutuldum. Sayın Heyet, bugün yapılan ikazın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Devlet erkanı Montrö’ye sarılmıştır. Ukrayna’nın isteği karşısında kullanacağımız en önemli enstrüman İkinci Dünya Savaşında olduğu gibi Montrö Sözleşmesidir. Bu sözleşme can simidimizdir ve harfiyen uygulanmalıdır.”

TARİHE NOT DÜŞMEK İÇİN YAPTIĞIM BASIN AÇIKLAMAM

Beş dakika bile sürmeyen duruşmadan sonra basın mensuplarına yaptığım açıklamada aşağıdaki konuşmayı yaptım. Bu yazımda söz konusu açıklamayı sizlerle paylaşıyorum:

‘’Değerli Basın Mensupları, bildiğiniz üzere 4 Nisan 2021 günü 104 emekli amiralin WhatsApp grubunda oluşturduğu Kanal İstanbul neşetli Montrö Sözleşmesi tartışmaları ile bir tarikatta askeri üniforma üzerinde dini kisveler giyen ve kamuoyunda Sarıklı Amiral olarak bilinen bir şahsın yarattığı hassasiyetleri dile getiren ve anayasamızın 26. Maddesi paralelinde kaleme alınan bir basın açıklamasına onay verdiğim için diğer 9 amiral ile 5-12 Nisan 2021 tarihleri arasında 8 gün Ankara’da göz altında tutuldum. Daha sonra bir hafta süre ile ayağıma elektronik kelepçe takılarak şehir dışına çıkmam bile yasaklandı.

Değil Türkiye, dünya tarihinde eşi ancak polis devletlerinde görülecek darbe imalı bildiri suçlamasıyla özgürlüğüm çalındı. Aynen FETÖ isimli iblis ihanet çetesinin ve ortaklarının Balyoz kumpası ile 3,5 yıl Hasdal ve Silivri’de özgürlüğümün çalınması gibi.

Bize atalarımızın armağanı dünyanın en seçkin coğrafyasının oluşturduğu vatanımız ile Mustafa Kemal Atatürk tarafından miras bırakılan Cumhuriyetimiz uğruna iftiraya ve zulme uğramaya ve gerektiğinde bedel ödemeye devam ediyorum ve bununla gurur duyuyorum.

Balyoz’da 2012 yılında 18 yıl hüküm giydiğimde savunma yapmadım. FETÖ Mahkemesine açıkça ‘’sizi tanımıyorum’’ dedim. O günlerde Türk kamuoyuna basın açıklaması ile bir mesaj vermiş, şu cümlelerle tamamlamıştım: “Eğer bir tasfiyeyi gerçekleştirmek için darbeci iftirasına uğramışsam ve bunun arkasındaki gerçek neden vatan sevgim ise yaşadığım bunca haksızlıklara rağmen vatanımı ve Atatürk’ü sevmeye daha büyük bir coşku ile devam ediyorum, hala!”

Darbe imalı 104 Amiral Bildirisi suçlaması ile Ankara’da tutuklu kaldığım 8 gün sonunda da basına yaptığım açıklamada şunları söylemiştim: “Haklı tarafta, doğru tarafta olmak. Bunlar çok önemli. Bu kadar basit bir basın açıklamasından bu aşamaya gelmek de tam anlamıyla bir iletişim kazası. Ama bu kazanın nedenini bizde aramayın.”

104 Amiral davasının iddianamesi 7 Aralık 2021 tarihinde kabul edildiğinde de basına şu açıklamayı yapmıştım: “Rusya Ukrayna sınırı barut fıçısı. Karadeniz’de fırtına başlamak üzere. Montrö yeniden dünya gündemine gelecek. Ve perde: Akla ziyan Montrö iddianamesi piyasaya sürülüyor. Tanrı Türk milletini korusun.”

17 Aralık 2021 tarihinde davaya bakacak olan mahkeme iddianameyi kabul ettiğinde şu açıklamayı paylaştım: “Montrö İddianamesi kabul edilmiş. Balyoz iddianamesi de kabul edilmişti. Biri whatsup diğeri sahte CD iddialarına dayanıyor. İkisinin ortak yanı Türk hukuk sistemine onarılmaz hasar vermesi. TL değer kaybediyor diye üzülüyoruz. Asıl üzülmemiz gereken Türk hukukunun değer kaybı.”

Değerli Basın Mensupları, ben hala haklı ve doğru tarafta kalmaya devam ediyorum. Kaderin büyük gücü az önce kendini gösterdi. Bu mahkeme sürecinde İstanbul’da ilk duruşma benim ve aynı gün Ukrayna’ya askerî harekât başlıyor ve tam hâkim karşısına çağrıldığım anda Ukrayna Hükümeti Türkiye’den Boğazları Rus savaş gemilerine kapatmasını istiyor.

Türkiye’de haklı, doğru ve namuslu cephede yerini korumanın zorluğunun farkındayım. Ayağıma kelepçe takılmış olsa da pasaportuma el konulmuş olsa da korumalarım alınmış olsa da ama en önemlisi canım kadar sevdiğim bahriye ve bahriyelilerden II. Abdülhamit döneminde bile örneği yaşanmamış bir şeklide koparılmış olsam da Atatürk’e, vatanıma ve mavi vatanıma sadık kalmaya devam ediyorum ve ölene kadar devam edeceğim.

Savunduğum tüm değerler, tüm fikirler tarihin ve bilginin süzgecinden geçmiş, Türkiye’nin zaman zaman seviyesizlik rekoru kıran iç siyaseti ve kahve sohbetinin sınırlarını geçemeyen kutuplaşmış ortamının dışındadır. Tek ideolojim Kemalizm, tek rehberim Mustafa Kemal Atatürk’tür. Değerlerimi doğduğum ve kurduğum ailelerim ile gerçek ve tek sahibi Atatürk olan Cumhuriyet Donanmasından alıyorum. Türk savunma ve dış politika gündemiyle, düşünce dünyasına kitaplarım, makalelerim ve sosyal medyadaki videolarım üzerinden Mavi Vatan, deniz jeopolitiği ve genelde jeopolitik öğretiyi getirmeye ve gelecek için katma değer üretmeye devam edeceğim.

Değerli Basın Mensupları

21 Şubat 2022 tarihinde Rusya’nın Ukrayna’daki Luhansk ve Donetsk bölgelerinin bağımsızlığını tanımasıyla dünya fiilen çok kutuplu dünya düzenine geçti. Batının büyük meydan okuması ve tehditlerine rağmen Çin’i arkasına alan Rusya Federasyonu jeopolitik bir hamle ile yeni düzeni başlattı. Bu sürecin topyekûn ve geniş çaplı konvansiyonel bir savaşa dönüşmeden dengeye kavuşması dileğimizdir. Bu sürecin başlangıcında 14 Ocak 2021 tarihinde kamuoyuna şu açıklamayı yapmıştım: “Montrö Sözleşmesine yönelik Türkiye’nin tutumu İkinci Dünya Savaşından daha zor bir döneme girecek. 1939’da bağımsızdık. Bugün NATO üyeliğimiz Rusya Ukrayna krizinde bizi çıkarlarımız dışında maceraya sürükleme potansiyeline sahip. Çok dikkat edilmeli.”

30 Ocak 2022 tarihinde de kamuoyuna şu açıklamayı yapmıştım: “Ukrayna krizi savaşa dönüşürse bundan en çok zarar görecek ülke Türkiye olacaktır. Ankara, Montrö Sözleşmesinin Rusya aleyhinde yorumlanmasından, NATO gemilerinin Karadeniz çıkışlarına tolerans gösterilmesine kadar çeşitli baskılara maruz kalacaktır.”

Burada tekrar ediyorum. Montrö Sözleşmesi NATO ve Batı baskıları karşısında bir barış denizi olarak kalması gereken Karadeniz’de tarafsız ve bağımsız politikamızın tek güvencesidir. Nitekim Cumhurbaşkanı “Türkiye’nin NATO ile Karadeniz’de çıkarları örtüşmüyor” deklarasyonu yapmıştır. Benzer şekilde Millî Savunma Bakanlığı da “Montrö Sözleşmesi’nin sağladığı düzenin bütün taraflar için yararlı olduğunu” dile getirmiştir.

O zaman 104 Amiralin bugünleri öngörerek dile getirdiği Montrö ve sarıklı Amiral hassasiyeti nasıl oluyor da hukuk kumpası üzerinden bir linç kampanyasına dönüştürülüyor? Türkiye’de yer yerinden oynatılıyor. Donanmaya büyük hizmetleri geçmiş 104 çok değerli amiral bilinçli ve organize bir itibarsızlaştırma kampanyasının hedefi haline getiriliyor? Yargı süreci başlamadığı halde tarafsız kalması gereken devlet kurum ve kuruluşları nasıl oluyor da bu saldırıda taraf olabiliyor? Hukuk Biliminde adı bile geçmeyen darbe imalı bildiri kavramı üzerinden yaş ortalaması 75-80 olan 104 emekli Amiral üzerinden büyük bir korku iklimi ve baskı ortamı yaratılabiliyor?

O zaman şimdi de ben soruyorum. Ben Hodges isimli eski Avrupa Amerikan Kara Kuvvetleri Komutanı Amerikalı Emekli Orgeneral, 13 Şubat 2022 günü bir Türk televizyonuna (CNN Türk) verdiği demeçte şunları söylüyor: “Bence Türkiye batının Rusya’nın ekonomik misillemelerine karşı kendisini koruyacağına daha çok güvense o zaman Montrö Sözleşmesini daha sıkı uygulayabilir. Rus denizaltıları bu sözleşmeyi ihlal ediyor. Türk müttefiklerimizle, onların Rusya’nın karşı tepkisine maruz kalmayacaklarından emin olacakları doğru bir ilişki kurmamız durumunda, Türkiye’nin elinde Rus askeri gemilerine boğazları kapatmaları için meşru nedenler bulunuyor.”

Peki bu demece karşı Türk basını, Türk kamuoyu cevap veriyor mu? Hayır. 104 amirali (söz konusu kanal dahil) linç eden sistem, Amerikalı bir emekli generalin “Türkiye Montrö’yü ihlal ediyor” suçlamasına tek cevap vermiyor.

Değerli Basın Mensupları, 11 yıl önce Balyoz manifestomun sonunda şöyle demiştim.

“Anadolu coğrafyasının donanmasızlığa ve tırnakları sökülmüş, ulusal koruma refleksini kaybetmiş donanmalara tahammülü yoktur. Bu dijital terör saldırısı sonunda eğer bahriye kan kaybeder, seçkin denizcilerinin tasfiyesi başarılı olur ve bunun yansımaları gelecek günlerde denizlerimizde ulusal çıkarlarımızın aleyhine tecelli ederse, tarih ve gelecek nesiller önünde, bahriye üzerinde bu oyunu oynayanlar kadar, bu oyuna alet olanlar ile sessiz kalanlar da suçlu olacaktır. Takdir aziz milletimizindir.”

Balyoz ihanetinin savcı ve hakimleri ile donanma içindeki işbirlikçileri şimdi hapiste. Diğer taraftan Balyoz’da büyük tasfiye ve haksızlığa uğrayan biz bahriyeliler sayesinde Türkiye’de Mavi Vatan farkındalığı tetiklendi. Şu an devlet ve halkımız Mavi Vatanı biliyor ve koruyor. 104 Amiral kumpası da Montrö farkındalığını tavana taşıdı. Bugün herkes Montrö Sözleşmesinin hayati önemini biliyor ve Ukrayna – Rusya krizinde bu değerli sözleşmeyi tarafsızlığımızın garantisi olarak kullanıyor. Bu süreçte de aynısı Balyoz’da yaşandığı üzere başlangıçta bize peşinen hüküm giydiren yanlı medyanın ve iradenin sahipleri savunduğumuz fikir ve değerleri savunmak zorunda kaldılar. İşte Mavi Vatan işte Montrö Sözleşmesi.

Dilerim, Türkiye Karadeniz’de ulusal çıkarlarımızın aksine ABD ve NATO oldu bittileri ile karşılaşmaz. Dilerim, Montrö Sözleşmesi bu zor süreçte Türkiye’nin tarafsızlık garantisi olmaya devam eder. Dilerim WhatsApp iddianamesi temelli bu hukuk garabeti dava tarihin arşivlerinde yerini alır. Hepinize saygılar sunarım.’’

SOSYAL MEDYANIN BÜYÜK İLGİ VE DESTEĞİ

Yaklaşık 5 dakika süren bu basın bildirisinin sadece 40 saniyelik kısmını aynı gün öğlen sularında twitter hesabıma koydum. 16 saat sonra yaklaşık 1 milyon kişiye eriştiğini gördüm. Diğer sosyal medya organlarında olmadığım için oradaki istatistiği bilemiyorum. Yandaş medya olarak adlandırılan grupta bile gerek savunmam gerek basın açıklamam saygı gördü. Sadece Sabah gazetesi “Bildirici Amiral” başlığı ile aşağılayıcı bir üslubu tercih etti. Tam da Montrö’nün öneminin Ukrayna’nın talebi ile Tanrının tokadı gibi ortaya çıktığı gün. Tabi ki takdir Türk milletinindir.

Ne diyelim, Türkiye’de doğru ve haklı tarafta olmak kolay iş değil.

BOĞAZLARI KAPATMA SORUNU

Bu yazım jeopolitik ve tarihi perspektifli politik askeri bir analiz yazısı olmadı. Ancak tarihe not düşmem gerekiyordu. Ancak çok sorulan bir soruyu burada cevaplayarak yazıyı bitirelim. Ukrayna’nın 24 Şubat 2022 günü 10.30 saatlerinde basına intikal eden isteği, Montrö Sözleşmesinin 19. Maddesi gereğince talep edilmiştir. Bu madde Türkiye savaşan taraf değil ise boğazların sadece savaşan taraf devletlerin savaş gemilerine kapamasına hükmeder. Ancak burada savaşan taraf terimi önemlidir. Rusya yaşananları Özel Askeri Harekât olarak nitelemiştir. Türkiye de yaptığı resmî açıklamada askerî harekât terimini kullanmıştır. Zaten 1945 sonrası hiçbir silahlı çatışmada Savaş ilanı kullanılmamıştır. Zira BM Anlaşması savaş ilanını yasaklar. O nedenle Türkiye, Dışişleri Bakanının son açıklaması paralelinde Montrö harfiyen sadık kalınarak uygulanmaktadır. Ukrayna’nın isteği gerçekleştiği takdirde Ukrayna gemilerine de boğazlar kapanabileceği gibi Ukrayna yanında savaşan taraf statüsüne geçecek NATO gemilerine de kapalı kalacağı göz ardı edilmemelidir. Ayrıca 19. Maddeye göre savaşan tarafların gemileri ana limanlarına dönme hakkına sahiptir. Rus gemileri Ankara’ya Limana dönen gemi statüsünde deklarasyonda bulunabilir. Ankara buna itiraz edemez.

NATO ASLA DOĞRUDAN MÜDAHİL OLAMAZ

Diğer bir konu da Cumhurbaşkanının dile getirdiği NATO ne yapacaksa yapsın argümanıdır. NATO ancak kendi üyelerinin toprak bütünlüğünü korumakla mükelleftir. O bile Türkiye’nin geçmiş tecrübeleri ışığında şüphelidir. 2015 yılında Rus uçağı Türkiye tarafından Suriye sınırında düşürüldüğünde NATO “Bu Türkiye ile Rusya arasında bir sorundur” demişti. Dolayısı ile böyle bir karar ne NAC (Kuzey Atlantik Konseyi) ne de MC (Askeri Konseyde) alınabilir. NATO sadece kendi içinde ve uluslararası sular ve hava sahasına tatbikat yapabilir veya komşu NATO ülkelerine yığınak için birlik kaydırabilir. Başka bir şey yapamaz.

EMPERYALİST ATLANTİK ÇAĞI KAPANIYOR

Zaman yeni dünya düzeninin kurulduğu, Avrupa Atlantik sistemin, Asya Pasifik sistem ile dengelendiği ve tarihin sarkacının artık ters yönde sallanacağı dönemin başladığı dönemdir. Eski gözlükler işe yaramaz. BM Güvenlik Konseyinde yapılan Ukrayna oylamasında Rusya’nın vetosu ile Çin’in çekimser kalması beni şaşırtmadı. Ancak Hindistan gibi bir devin çekimser oy kullanması! İşte yeni dünya düzeni bu kararla başlamıştır. ABD Başkan Yardımcısı Hint asıllı Kamala Harris ve Demokratlar sanırım bu karara çok şaşırmışlardır. Diğer yandan NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Ukrayna Krizi için “Avrupa tarihinin İkinci Dünya Savaşından sonra gördüğü en büyük kriz” ifadesini kullandı. Dilerim Brüksel’deki NATO Türk Daimi temsilcimiz Büyükelçi, küstah Norveçliye yaşanan en büyük krizin 1991-1994 arasında kadın ve çocuklar dahil 110 Bin Boşnak akrabalarımızın katledildiği Yugoslavya savaşını hatırlatmıştır. Biraz insaf lütfen.

On ay önce gerek emniyette gerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında verdiğim ilk ifadede söylediğimi tekrar hatırlatarak yazıyı bitireyim: “Montrö Türkiye’nin Karadeniz’deki tarafsızlığının can simididir. Karadeniz ise Türkiye’nin jeopolitik güvenliği için daima boş tutulmalıdır. Montrö Sözleşmesini değil tartışmaya açmak, pamuklara sararak korumalıyız.”

CEM GÜRDENİZ