Deniz…
Seyrederken bile mest olduğunuz, bakınca sonsuzluğa gidiyormuş gibi gelen sular…
Uçsuz bucaksız, gözün görebildiği, hayalin erişebildiğince uzanan…
Özgürlüğü çağrıştırır, sonsuzluk ve huzur kaynağıdır.
Rüzgarı, yakamozu ve gökyüzü ile sevincin ve hüznün harmanlandığı yerdir.
Bir tutkudur, alabildiğine mavilikleriyle…
Deniz Harp Okulu mezunu olan Nâzım Hikmet’in “Oğlumun Denizci Olmasını İsterdim” şiiri de özendirir, denizci olmaya.
Deniz sonsuz bir kavga alanıdır.
Deniz kavgacıdır.
Oğlumun kavgacı olmasını isterdim.
En iyi en temiz denizde düşünülür.
İsterdim ki oğlum,
Kavgadan ayrılmadan,
Kavganın içinde düşünen bir adam olsun.
Denizin gözü pek’tir.
Denizcinin de gözü pek,
Denizle yüz be yüz dövüşülür,
İsterdim ki oğlum,
Yüz be yüz döğüşmekten tat alsın.
Diyeceksiniz ki “İşte bunda halt ettin!
Arkadan bıçak atmasını bilmeyenler,
Bu kara toprak üstünde, kendileri
Sırtlarından bıçak yiyerek devrilirler.
Iyi ya işte ben de onun için,
Oğlumun karada kancıkça dövüşen bir bücür değil,
Denizde yüz be yüz dövüşen bir DEV olmasını isterdim.
Deniz bir kez girince hayatınıza, bir daha kolay kolay çıkmaz. Ondan vazgeçemez, uzak duramazsınız.
Mavisiyle, kokusuyla, tuzuyla işler içinize, ruhunuza. Siz olur. Siz deniz olursunuz.
Hayatınız deniz olmuştur, artık.
Sevdiklerinize veda ederken, yuvaya dönüş yolculuğunda, Emrullah Nutku’nun “Gemicilik Opereti” dizeleri, dudaklarınızdan dökülür sessizce…
Gemimiz limana avdette kalplere neşeler doluyor
Çekilen meşakkatler, zahmetler, hepsi birden unutuluyor.
Askerler yalnız şeref için çarpışırlar, ölürler…
Biz iftihar ederiz ki; ismimiz şen bahriyeliler…
Ya gemiler…
Çocukluğumuzun sınırsız hayalidir.
Ayrı bir seremonidir, denize inişleri…
Denize kavuştukları andan itibaren vazgeçilmezdir, mavi dünyamızın enginliklerinde…
Doğumla başlayan, ölümle biten bir hayatları vardır.
Çoğu zaman mutlu, gururlu, bazen de acı hatıralarla dolu.
Yürek burkan, iç acıtan…
Evet evet, tüm ölümler ve sonlar gibi…
Bazen kelimeler yetmez ifade etmeye.
Acılar öyle büyüktür ki, sayfalarca anlatsanız, tarif edemezsiniz.
Yıl 1953, günlerden 4 Nisan ve tüm kurtarma uğraşlarına rağmen satha çıkamayan “Dumlupınar Denizaltısı”.
“Alo Dumlu” sesi ve “Ah bir ataş ver” türküsü ile özdeşleşmiş, metrelerce derinlikten gelen “Vatan Sağolsun” sözüyle yüreklerimizde simgeleşmiştir.
“Deniz Şehitlerini Anma Günü” ilan edilen bu günde, Aşık Veysel’in ağıtını her dinledikçe boğazımız düğümlenir, gözlerimiz dolar ve denizin taa derinliklerinde yatan kahraman denizcilerimize gideriz.
Memleket uğruna can veren hasta
Vatan sağol demiş en son nefeste
Seksen bir kahraman aynı kafeste
Bir yolu çıkmadık derede kaldı…
Vatan ağlar millet ağlar yıl ağlar
Deniz ağlar yolcu ağlar yol ağlar
Veysel ağlar sohbet ağlar dil ağlar
Tarihte bir büyük yarada kaldı…
Ertuğrul, Refah, Atılay, Üsküdar, Kocatepe ve daha niceleri, öyküleriyle kalmıştır aklımızda…
Çok hazin ve unutulmazdır, yaşananlar…
Hele ki denizciyseniz; her birini bilmek zorundasınızdır, “ananızın ak sütü” gibi giydiğiniz bahriye kıyafetiniz içerisinde…
Bugünlerde belleğe kazınansa, artık sivil hayatın tamamen içinde olan emekli bahriyelilerin zihinleri yakacak şekilde yargıya taşınan “Montrö Açıklaması” ve Bekir Coşkun’un “Denizciler” yazısı.
Deniz bir filozofa benzer.
İlişkilerinde; rakamlar, formüller, kesin hesaplar, denklemler, vazgeçilmez ilkeler vardır.
Hoşgörüsü, suyun kaldırma gücü kadardır.
Asla fazlasını kabul etmez.
Denizin “keşke”si, “belki”si, “bakalım”ı, “inşallah”ı, “ama”sı yoktur.
Köpüklerden beyaz sakallı, lacivert cüppeli filozof, gözüktüğünün tam tersine katıdır.
Sert ve ilkeli.
İnsanoğlu ona asla şekil veremez.
Bu yüzden o filozofun yetiştirdiği çocukları denizciler tıpatıp ona benzerler.
Denizciler; mert olur.
Korkusuz, yiğit, yardımsever, yürekli, düzgün, dürüst insanlardır denizciler.
Son sözse; Denizciler; denizlerin sesidir, mavinin derinliklerinde “
İSMET HERGÜNŞEN