Geçtiğimiz günlerde “Sn. Cumhurbaşkanı, Bakara suresinden bir ayetle neden örnek verdi?” diye zihinlere takılan bir soru gündem oluşturmuştu.
Basında yer aldığına göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen “İslam Ülkeleri Parlamento Konferansı”nda konuştu. Konuşma esnasında Bakara suresinden alıntı yapan Erdoğan;
[Rabbimiz Kuran’ı Kerim’de “Muhakkak ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele.” Bu şekilde buyurmaktadır] [1]şeklinde konuşmuştu.
Şimdi bu ayeti Kur’an’da bulunduğu bağlam içinde öncelikle genel bir çerveve içinde, daha sonra ayrıntılı olarak ele alalım. Ayrıca din ile ilgili her hususta Kur’an kılavuz ve ölçü alınacaksa temel kriter, konuyla ilgili tüm ayetleri ilahi mantığı ve Kur’an bütünlüğü içinde değerlendirmek gerekiyor. Bu arada şu ayetlerin de asla gözden uzak tutulması yanlış hüküm ve sonuçlardan herkesi kurtarır, korur.
“Ve size musibetten isabet eden şeyler, işte kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. O da çoğunu affediyor.” (Şûrâ/ 30)
“Sana iyilikten-güzellikten isabet etmiş olan şeyler, işte Allah’tandır. Sana kötülükten isabet etmiş olan şeyler de senin kendindendir. Ve Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik. İyi bir tanık olarak da Allah yeter.” (Nisâ/ 79)
“Ey oğulcuğum! Şüphesiz (Allah’a) ortak koşmak; işlenen kötülük bir hardal tanesi ağırlığında olup da bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde olsa, Allah onu getirecektir. Şüphesiz Allah, en latif, hakkıyla haberdar olandır.” (Lokmân/ 16)
1.Yüce Allah, Kendisine Kul ve Yeryüzüne Sıratı Müstakim Üzere Egemen Olmak İçin Yarattığı Her İnsanı Birçok Konu İle İmtihan Etmektedir
153Ey iman etmiş kimseler! Sabretmekle ve salâtla [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma ile] yardım isteyin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.
154Ve Allah yolunda öldürülenlere, “Ölüler” demeyin. Aslında onlar diridirler. Fakat siz bilincine ermiyorsunuz.”
155,156Ve de kesinlikle Biz, korkudan, açlıktan bir şeylerle ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiklik ile sizi zayıf düşüreceğiz /imtihan edeceğiz. Kendilerine bir musibet geldiği zaman, “Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve yalnız O’na döneceğiz” diyen şu sabredenlere de müjdele!”
157İşte onlar; Rablerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar, kılavuzlandıkları doğru yolu bulanların da ta kendisidir.” (Bakara/ 153-155-157)
Bakara/ 153. ayetinde, (Bakara/ 45’de olduğu gibi) Allah’tan yardımın “salât ve sabır” ile istenmesi gerektiği, “Allah’ın sabredenlerle beraber olacağı (sabredenlere yardım edeceği)” açıklanıyor. Demek oluyor ki insanların beklentisi, sabır ve salât ile yerine gelecektir. Miskin miskin oturarak istekte bulunmak, bir anlam ifade etmez.
Ayette geçen “sabır”, her yönüyle şu ayette özetlenmiştir:
“Nice elçiler de vardı ki kendileriyle beraber birçok Allah erleri savaştılar; Allah yolunda kendilerine isabet eden şeylerden gevşemediler, zaafa düşmediler ve boyun eğmediler. Ve Allah, sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân/ 146)
Sabır, işte budur; yani, “sıkıntı ânında gevşememek, zaafa düşmemek ve boyun eğmemek”tir.
Bakara/ 154-157. ayetlerinde müminlere, Allah’a nasıl teslimiyet göstermeleri gerektiği bildirilmekle ve yaşadıkları sıkıntılar karşısında takınmaları gereken tavırlar ortaya konmaktadır. Bu ayetler aynı zamanda müminlere bir tesellidir. Bakara/ 154’de ise, inananlar için son bir hedef gösteriliyor: “Allah yolunda ölmek”. Ama bu, bir ölüm değil, gerçek hayata bir adımdır.
Öyle anlaşılıyor ki bu ayetler, Hicret’ten sonra, Bedir Savaşı’ndan önce, müminlerle Kureyşliler arasında meydana gelen bir çatışmada bazı Müslümanların şehit düşmeleri üzerine inmişlerdir.
Bakara/ 154. ayetteki verilen direktifler, Âl-i İmrân sûresinde şöyle açıklanmıştır:
“Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar diridirler, Allah’ın armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rableri katında rızıklanmakta dırlar. Arkalarından kendilerine henüz ulaşmayan kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah’tan bir nimeti, armağanı ve Allah’ın şüphesiz, müminlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler.” (Âl-i İmrân/169-171)
Bu ayetten anlaşıldığına göre burada konu edilen “dirilik”, bilinen anlamıyla dirilik değil, onların ölümlerinin başkalarını harekete geçirmesi, başkalarına güç kaynağı olmasıdır. Nitekim tarihe bakıldığında görülür ki Allah yolunda ölenlerin adları yaşamakta ve sonrakilerin de davalarını, cesaret ve yiğitlik ruhunu canlı tutmakta; hayattakiler de onlar gibi Allah yolunda can vermeyi istemektedirler.
Ayetlerde Allah yolunda öldürülenlere, “ölüler” demek yasaklanmıştır. Çünkü “ölüm” yok oluş, hiçlik demektir. Bu nedenle insanlarda bezginlik oluşturur, onların cesaret ve ümitlerini kırar. Ama mümin; ölümü/hiçliği ve yok olup gitmeyi kabul etmez, aksine ölümün Allah’a dönüş olduğuna inanır.
Bakara/ 155-157’de insanların, özellikle de müminlerin
*“Korku, açlık, mal, can ve üründen eksik verme (var olandan eksiltme ile değil)” ile sınanacakları bildirilmekte ve
*Sabretmeleri istenmekte,
*Sabrın karşılığının nasıl olacağı da, “Rabb’lerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar, hidayete erenlerin de ta kendisidir” ifadeleriyle açıklanmaktadır.
Ayette sözü edilen,
-Korkuyu,“düşman ve savaş korkusu”;
– Açlığı,“kâfirlerle mücadele ederken sıkıntıya düşmek, kıtlık, kuraklık gibi nedenlerle ürünsüz kalmak”;
-Mallardan eksikliği, fakir bir ortamda doğmuş olma, yetim, kardeşsiz veya çocuksuz olma veya vücut fonksiyonlarının ve organlarının; doğuştan körlük, sağırlık, kısırlık, vs.”;
-Ürünlerden eksikliği, “meyve ve ürünlerin verimsizliği… ya da bir başkasının fiili nedeniyle kazaya uğrayıp candan, maldan ve üründen mahrum kalma” olarak anlamak mümkündür.[2]
II-)İNSANIN İMTİHAN OLDUĞU KONULAR VE SORULAR
“Ve de kesinlikle Biz,korkudan, açlıktan bir şeylerle ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiklik ile sizi zayıf düşüreceğiz /imtihan edeceğiz(ve-le-neblüvenneküm). Kendilerine bir musibet geldiği zaman, “Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve yalnız O’na döneceğiz” diyen şu sabredenlere de müjdele!” (Bakara/ 155-156)
Bakara/ 155’in başında yer alan “neblüvenne /imtihan /deneme /sınama” kavramı şimdiki zaman kalıbında kullanılmış, ayrıca, başına da kuvvetlendirici ‘lâm’harfi, getirilmiştir. Bir fiilin şimdiki zaman kipinin başına kuvvetlendirici bir edat gelirse, o fiile üç boyutlu bir anlam kazandırır. Bunu göz önünde bulundurursak, “Elbette sizi … imtihan ederiz” ifadesini, “Sizi imtihan ettik, ediyoruz ve edeceğiz” şeklinde anlamamız daha uygun olur. Böylece mana, geçmişi, hâli ve geleceği içine alan bir süreci ifade etmiş olur.
İlim elde etmenin beşikten mezara kadar uzanan bir faaliyet süreci olması gibi, “imtihan” da devam eden bir süreçtir. Bu süreci insanlığın geçmişini, hâlini ve geleceğini kapsamakta ve kıyamete kadar uzanmak¬tadır. Yüce Allah imtihan ettiği konuya uygun sual sormaktadır.İmtihan konularından bazı örnekler:
-Bilgi (Bakara/124);
-Kalp /akıl (Âl-i İmrân/145);
-Mal, nefis ve duyulan haberler (Âl-i İmrân/186);
-Verilen nimetler (Mâide/48; En‘âm/165);
-İnsanların kötü yoldan dönmeleri için onları iyilikvekötülük sorularıyla sınama (A‘râf/168);
-Ahde vefa, güçlü olduklarından dolayı zayıf toplumlara zulüm yapıp yapmadıkları konusunda sınav (Nahl/92);
– Kimin daha iyi davranışta bulunacağını saptamak için, dünya süsü, varlık ve yoklukla deneme (Kehf/7, Mülk/2);
-Şükür ve nankörlük konusunda Belkıs’ın tahtını getirmekle imtihan (Nemi/40);
-Duyu organlarıyla (İnsan/2);
-İkram ederek veya malı noksan¬laştırarak sınama (Fecr/15-16) gibi konular, insanın tâbi tutulduğu bazı imtihan alanlarıdır.
Bu ayetlerden şu sonucu çıkarabiliriz:
İnsan, maddî-manevî ya¬şamının bütün boyutlarıyla her an bir imtihan içindedir. Dünya Yüce Al¬lah’ın bir üniversitesi olarak kabul edilebilir. Bu üniversiteyi başarı ile bitirenlere diplomaları mahşerde verilecektir. Dünya sınavında başarılı olamayanlar da, mahşerde başarısızlık belgelerini alacaklardır.[3] İyi bir öğrencinin, sınavını başarı ile verdiğini bilmesi gibi, hayat imtihanında başarılı olduğunu bilen insanlar da vardır:
“Şüphesizben, bu değerlendirmeye ulaşacağımızı dünyada biliyordum” (Hâkka/20).
1. Korku(Havf)İle İmtihan
Korku, psikolojik bir duygudur. Demek ki, Yüce Allah imtihan so¬rularından birincisini psikolojiden sormaktadır.
Korku denen duygu, insan için bir deneme alanı olmakta ve Allah tarafından bir soru olarak imtihana konmaktadır. Korku denen duygunun türlü alanları ve boyutları vardır. İnsanın doğasında bulunan bu duygu, bir çok davranışımızı etkilemekte, yönlendirmekte ve düzenlemektedir.
Doğuştan gelen korku, eğitim yoluyla yararlı bir duygu hâline dönüştürülmelidir. İnsanın çocukken korktuğu objeler, zamanla değişir, korkulanlar korkulmaz hâle gelir ve onların yerlerini başka objeler alır. Somut olandan, soyut olana doğru korkunun obje ve konuları değişime uğrar.
Korku, fazilete de, rezilete de neden olabilir. Aşırı ve yersiz korku, kısanın hareket alanını ve teşebbüsünü daraltıp azaltır. Bu nedenle, bilinçli bir çaba ile korkuyu dengelemek gerekir.
Peki, korku ile yapılan imtihanı geçen kimseler neler kazanmaktadırlar?
(a) Cennet
Rahmân/ 46’da, Rabbinin makamından korkana iki cennet verilece¬ği açıklanmaktadır. Bu ayette, mahşerde Allah’ın huzuruna çıkacağını bilerek korku duyan ve buna göre davranan kimseye ödül olarak iki cen¬net birden verileceği müjdelenmektedir. Kişinin, her an İlâhî huzurda olduğunu hissederek kendisini disipline etmesi ona cenneti kazandırmaktadır. Bu manada korku, en güzel eğitici ve koruyucudur.
(b) Siyasal İktidar
Korkunun objesi Allah olunca, ödüller de farklılaşmaktadır. İbra¬him/ 14’te Allah’ın makamından ve azabından sakınan ve kimseye zul¬metmeyen kişileri Yüce Allah yok ettiği toplumlardan sonra, yeryüzüne; yönetici yapar ve onlara siyasal güç vereceğini ifade etmektedir.
Ancak Allah’tan korkmayanlar, haksız yere insanları öldürebilirler. Allah’tan korktuğu için haksız yere kimseyi öldürmeyen insanlar imtiha¬nı kazanmış olurlar. Elçi Âdem’in oğlu Kâbil, kardeşi Hâbil’e “Ben seni öldüreceğim” dediği zaman, Hâbil ona, “Ben seni öldürmem” diye karşı¬lık vermişti. Onun “Ben seni öldürmem” demesinin arkasında bulunan manevî duygunun “Ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım” gerçeğiolduğu görülmektedir (Mâide/28).
Allah korkusu, Hâbil’i, kardeşini öldürme girişiminden alıkoy¬muştur. Korku, insanı erdeme götüren etkenlerden biridir. Böylece Hâbil korku sayesinde imtihanı geçti. Demek ki, Allah’tan korkan insan, adam öldüremez. İnsan öldürmeyen toplumlar da siyasal iktidara lâyıktırlar.
(c)Tevhit İnancı
İnsanın kalbinde tevhit inancının oluşması için eğitilmiş ve dengelenmiş bir korku duygusuna ihtiyaç vardır. Allah’a âsi olmaktan korkmak, şirke sapmayı önlemekte ve tevhit inancının ağacını kalbe dikmektedir. En’am/ 14 ile 15. ayetleri arasındaki ilişki, korku duygusu ile şirk ve tevhit inancı arasındaki sıkı ilişkiyi göstermektedir: “De ki: Bana Müslüman olanların ilki olmam emredildi. Ve sakın müşriklerden olma denildi. De ki: Ben Rabbime isyan edersem gerçekten büyük bir günün azabından korkarım.”
Korku, şirk de dâhil Allah’a isyanı önler. Şirk önlenince, tevhit inancının tohumu atılmış olur. Böylece tevhit inancının dayanağı olan duygulardan birinin de korku olduğu anlaşılır.
En‘âm/81’de de tevhit inancı ile korku arasındaki ilişkiye dikkat çekilmektedir. Allah’tan başka tanrı edinmenin, korku duygusunun iyi yönlendirilememesinden kaynaklandığına işaret eden bu ayetlerde meâlen şöyle buyrulmaktadır:
“Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Şimdi biliyorsanız söyleyin, iki gruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?”
Allah’tan korkma güvene; sahte tanrılardan korkmak ise güvensiz¬liğe götürmektedir. Demek ki korku tevhide, tevhit de güvene giden sü¬reci başlatmaktadır.
( d) Eğitimin Daha İyi Olması
Yüce Allah, ana-babaların, siyasilerin ve eğitimcilerin kendilerin¬den sonra bırakacakları neslin, kendi amaçlarını, kültürlerini ve güçlerini sürdürüp sürdüremeyecekleri kuşkusu içinde olmaları gerektiğine işaret demektedir. Nesilleri daha iyi yetiştirmeye neden olacak olan korkunun,onların üzerine titremek anlamını ifade ettiği de bilinmelidir. Eğitim açısından korkunun, bir imtihan alanı veya sorusu olduğu bazı ayetlerde ifade edilmektedir.
Gelecek nesillerden endişe içinde olmayanlar veya bu kuşkunun giderilmesi için eğitimi güçlendirmeyenler, kendi milletlerinin hayatını tehlikeye sokarlar. İşte bu endişeyi duyan Elçi Zekeriya Allah’a güçlü bir nesil için şöyle dua etmiştir:
“Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan korkuyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir veli ver” (Meryem/5)
Elçi Zekeriya, doğrudan doğruya “korkma” ifadesini kullanmış ve kendisinden sonra köle ruhlu nesillerin gelmesinden kuşku duyduğunu Al¬lah’a itiraf etmiştir. Onun duasının Kur’an’da anılmasının tek bir cevabı vardır; o da toplumun ileri gelenlerinin, yöneticiler olarak bu endi¬şeyi taşımalarıdır. Ana-babanın bu endişesinin evrensel bir olgu olması dolayısıyla her çağın insanına hitap etmektedir.
Geriye aciz, güçsüz ve köle ruhlu nesiller bırakmaktan korkanların ne yapmaları gerektiğine dair Nisa suresinde şöyle buyrulmaktadır:
“Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde halleri ne olur diye korkacak olanlar, korkup titresinler, Allah’tan sakınarak doğru söz söylesinler” (Nisâ/9).
Ayette, hem korkmaktan, hem de nesillerin üzerine titremekten söz edilmektedir.
“Doğru söz söylesinler” ifadesi nesillerine doğru bilgi öğretsinle anlamına gelebilir. Böylece veliler, çocuklarını yetiştirirken, doğruyu söylemeleri ve öğretmeleri istenmektedir. Bu ifadenin, bir önceki ayet¬le ilişkilendirildiğinde, yetimlerin malları bölüştürülürken âdil davran¬ma yönünden doğru söz söylemeyi ifade ettiği anlaşılır. Bir önceki Nisa/8’de “Onlara güzel söz söyleyin” denilirken Nisa/9’a “Gerçek ve doğru söz söylesinler” buyrulmaktadır.
Yetimler hakkında doğru ve güzel söz söylemeyenler, nesillerin asaletini bozar ve onların yetişmesinde kusur/suç işlemiş olurlar. Her iki ayet¬te de, miras konusundaki korku ve endişenin yanısıra, nesillerin yetişme¬sinde doğru bilginin öğretilmesinin önemine de dikkat çekilmektedir Sözün güzelini ve doğrusunu söylemeyenler, eğitimi yozlaştıracak ve giderek nesillerin asaletini bozacaklardır. Nesillerin güzel eğitimi hak¬kında kuşku duyanlar veya nesillerin asaleti konusunda korkanlar, doğru bilgi ve güzel söz söylemeyi ahlâk edinmelidirler. Aksi takdirde, korku konusunda Allah’ın yaptığı sınavı kazanamayacaklardır. Korkunun objesi çok önemlidir. Öyle ki korkulan şey, insanın imanını belirleyecek kadar önemlidir:
“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur.Şu halde eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın benden korkun” (Âl-i İmran/175).
Şeytan da insanın içine korku salar ve insanı yanlış objelerden korkmaya yönlendirir. Aslında şeytandan korkmak, bir iman zaafıdır. Yüce Allah bu ayette “İnanıyorsanız benden korkun” demekle, kimden kor¬kulması gerektiğini öğretmektedir. Demek ki korkunun objesine göre, iman belirlenmiş olmaktadır. Şeytan“Elbette ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” (Haşr/16) dediği halde, insa¬nı, kendinden korkması için şartlandırmaktadır. Âl-i İmrân/ 175’te sözü edilen şeytanın, insan şeytanı olabileceği de hatırdan çıkarılma¬malıdır.
Eğitimci ve yöneticiler, halklarının Allah’ın azabına uğramaları ko¬nusunda korku içinde olmalıdırlar. Böyle bir korku, eğitimci ve yöneticile¬rin, sadece kendilerini değil halkı da düşündüklerini göstermiş olacaktır. Korkmanın bu türü, Allah elçilerinin ahlâkıdır:
‘‘Ant olsun ki, Nûh’u elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, size gelecek olan büyük bir günün azabından korkuyorum” (A‘râf/59).
Aynı uyarı Elçi Hûd tarafından da yapılmıştır. Ayette yer alan “kor¬kuyorum” fiili, eğitimcilerin ve toplumu yönetenlerin, kendi toplumları için daima endişe içerisinde olmaları gerektiğine yorumlanabilir. Başka¬larının iyiliğini düşünen insanlar, onların kötü yola gitmelerinden kuşku duyarlar. Bu erdeme sahip olanlar, kendilerinden daha çok, başkalarını düşünürler. İşte bu insanlar, korku konusunda Allah’ın imtihanını ka-zanmış kişilerdir.
Bu tür korku, eğitim ve siyasette, insana ilginin ve ahlâkın delilidir. Kişiyi, insanla¬rı kucaklamaya götüren bu korku, sıcak ilginin hem de kalpten gelen bir il¬ginin de ispatıdır. Bunlar olmadan, Bakara/ 155 ’te dile getirilen korku ile yapılan imtihan kazanılamaz.
Korkunun kaynağında güçsüzlük de olabilir. Halkın devletten, dev¬letin halktan, komşunun komşudan, ana-babaların çocuklarından, devletle¬rin birbirlerinden korkmaları, uygarlıktan uzak bir sosyal çevrenin ve insanlığın göstergesidir. Bu korkunun aşırı olması, cehaletin, saldırganlık iç güdüsünün ve bilgiden yoksunluğun delilidir. Korkuya dayalı bir yönetimde, halk, yöneticilerinden korkar; böyle ortamlarda zulüm kol gezdiği için, korku hastalık hâlini alır. Küçük toplumların büyüklerden korkması ve davranışlarını bu korkuya göre ayarlaması, geri kalmalarına neden olabilir.
Güçlü iken, akla, bilgi ve teknolojiye sırtını döndüğü için gerileyen toplumlar, korku psikolojisine bürünürler. Bir süre sonra da önceden ra¬hatlıkla söz geçirdiği alanlara, adımını atarken “Acaba ne derler” diye derin bir korku hissetmeye başlar. Eski gücünü kaybetmekten doğan bu korku, hastalık halini alabilir. Bu durum, korku ile imtihanın bir parçası-dır.
İhtiyarladığında, doğurup büyüttüğü çocukları tarafından terk edilme korkusu, aile yaşamının ve toplumun çürüdüğünü gösteren en açık delil¬lerden biridir. Ana-babanın çocuklarından çekinmesi ve bu çekingenliği ifade edememenin getirdiği burukluk, toplumların üzerine taş olup yağ¬maktadır. İşte bu korku da bir imtihandır.
Tabiat ve sosyal âfetlerin meydana getirdiği korku da göz ardı edilmemelidir. Yabancıların güçsüz bir topluma sızıp kitleleri isyana yönlendirmesi veya doğa olaylarının oluşturduğu yıkıcı âfetler, insanlığı dehşete salmakta ve toplumları korku psikolojisine itmektedir. Bu korku¬lara çare bulmak da bir imtihan konusudur.[4]
Sonuç olarak diyebiliriz ki, bir bireysel korku, bir de toplumsal korku vardır. Bireysel korkulara, toplumsal korkulardan daha kolay çare bulunur. Korkunun yararları olduğu gibi, zararları da vardır. Yanlış uygulama ve davranışların meydana getirdiği korkuların çözümü çok zor olabilir. Bu tüğr korkuları ortadan kaldıracak gerekli değişimi gerçekleştirmek, büyük gayret ister. Böyle bir değişimi gerçekleştirmenin yolu, akla, bilgiye, doğruya, güzel ve iyiye sarılıp gerekli kalitenin yakalanmasıdır. Zaten, İlâhî imtihan da, ancak bu takdirde kazanılabilir.
2. Açlıklaİmtihan
“Cû’”sözcüğü, fiil kalıbında “acıkmak, iştahı olmak, özlemek, mekân olarak tenha olmak, ıssız çöl olmak” anlamlarına gelmektedir.
Yüce Allah’ın insanları açlıkla nasıl imtihan ettiğini, Nahl/ 112’den öğrenmekteyiz:
“Allah bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısı tattırdı.”
Bu ayete iki açıdan bakarak çıkarımlar yapmamız mümkündür. Yüce Allah bir ülke halkına bol rızık vererek onların, nimete şükredip etmeyeceklerini dener. Bu sınavdan başarıyla geçemeyen kimseler, nankörlük yapmaya başlarlar. Yüce Allah da onlara, nankörlükleri nede¬niyle açlık elbisesini giydirir. Görüleceği gibi ayette, önce toklukla sonra açlıkla sınanma gelmektedir.
Yüce Allah, ihsan ettiği bolluktan sonra, onları bir de nimeti kısarak sınar ve nimetin azlığından dolayı isyan edip etmeyeceklerine bakar. Fecr/ 15-16. ayetleri, bu imtihan şekline işaret etmektedir:
“Allah insanı bol rızık vererek imtihan ettiğinde, insan ‘Rabbim bana ik¬ram etti’ der. Onu denemek için rızkını daralttığında ise; bu sefer, ‘Rab¬bim bana ihanet etti’ der.”
Böylece insan, imtihanı kaybeder. İnsan aç kalınca, isyan eder ve sahip olduğu rızkın azlığından dolayı Allah’ın kendisine ihanet ettiğini iddiaya yeltenir.
Nimetlere karşı nankörlük edenlere Yüce Allah açlık elbisesi giydi¬rir. Hikmet ve imtihan gereği nimetin kısılmasından dolayı isyan eden kimse de imtihanı kaybettiği için cehenneme gider.
Diğer taraftan açlık, insanı düşmanının kapısına düşürür; kimi za¬man da, doymak için pek çok manevî değerlerden fedakârlık yapmaya sevkeder. Midesini doyurmak için gönüllü özveride bulunma durumu, insan için çok ciddi bir imtihan ânını ifade eder. Açlığın bulunduğu yer¬de, manevî değerlerin erozyona uğraması doğaldır.
Bazı insanlar açlık ve fakirlik/yoksulluk korkusuyla muhtaçlara yardım et¬mez; zekât vermez, infak etmez. Açlık korkusu kişiyi bu işlerden alıkoyar ve böylece İlâhî imtihanı kaybetmesine neden olur. Açlık korkusu insana haram lokma yemeyi güzel gösterir. Aç kalma korkusunu mazeret göstererek, nimetin kaynağına bakmadan kazanma yoluna gider. Bu davranış biçimi de imtihanın kaybedilmesine vesile olur.
3. Mallardan Eksik Vermekle İmtihan
Malların eksik verilerek sınanmaya birkaç açıdan bakılabilir. Yüce Allah bir toplumu, vatan topraklarını noksanlaştırmak suretiyle sınar. Âfetlerle, ekilebilir topraklarını tarım yapılamaz hâle getirir. Taşınır veya taşınmaz mallarını noksanlaştırarak deneme yoluna gider. Ekonomi alanındaki bu sıkıntılar, malların da bir imtihan konusu olabileceğini göstermekte; “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır” (Teğâbün/15) ayeti de buna delil oluşturmaktadır. Malın noksan verilmesiyle açlık arasında sıkı bir bağ vardır. Mal bolluğu gibi, mal noksanlığı da bir sınamadır. Ekonomi, aslında toplumdaki alt yapıyı oluşturmaktadır. Ekonomideki sarsıntılar üst yapıyı da sarsar. Malların noksanlaşmasının bir imtihan konusu yapılması, aslında ekonominin düzlüğe çıkartılması için çaba gösterilmesi¬nin, ekonominin işlemeyen çarklarının işler hâle getirilmesinin ve azalan ekonomik imkanların tekrar artırılması için kaynak oluşturulmasının ge-rekliliğine işaret etmektedir.
Muhammed/ 38’e göre, ekonomi bir devletin alt yapısını oluştur¬maktadır. Ekonomisi güçsüz veya ayetin ifadesiyle noksan olan toplumların, eğitiminin, ahlâkının, sanatının, hukukunun, siyasetinin ve dini yaşantısının güçlü olması mümkün olmadığından, devlet kolayca yıkılabilir. İşte Muhammed/ 38.ayeti bu duruma işaret etmektedir:
“Sizler Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz¬. Fakat içinizden kimisi cimrilik ediyor. Hâlbuki kim cimrilik ederse kendi aleyhine cimrilik etmiş olur. Zira Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi olmazlar.”
Görüldüğü gibi ayet, ekonomik düzensizlikten kaynaklanan fak¬ir ile zengin arasındaki uçurumun, toplumu yıkacağına dikkat çekmektedir.
4.Nefis/Canlardan Eksik Vermekle İmtihan
“Nefislerin noksanlaştırılması” hem psikolojik, hem de biyolojik açıdan değerlendirilebilir. Biyolojik yapının sağlam olması, psikolojik kabiliyet ve yeteneklerin iyi kullanılmasını sağlar. Ruhsal melekeler sağlam bir bedende faaliyetlerini daha iyi yapar.
Gençliğinde bütün psikolojik güçlerini normal olarak kullanan bir insan, yaş aldıkça bu güçleri kullanamaz hâle gelir. Aklında, belleğinde, görme ve işitme melekelerinde noksanlaşma olur. Bu da bir imti¬han konusudur.
“Nefislerden noksanlaştırma”, cinsel gücün zayıflamasını veya or¬tadan kalkmasını da ifade edebilir. Cinsel gücün noksanlaşmasını gidere¬cek androlojik araştırmaların yapılması ile bu hastalığın giderilmesi mümkündür. Çünkü imtihanın başarılı geçmesi ancak bu şekilde müm¬kün olabilir. “Nefislerden eksiltme” savaşlarda ve âfetlerde çocuklarını kaybetmek manasına da gelebilir.
5.Ürünlerden Eksik Vermekle İmtihan
“Ürünlerin noksanlaştırılması” ifadesine de birkaç açıdan yaklaş¬mamız mümkündür. Ürün dendiği zaman, ilk önce akla, ekonomik ürün¬ler gelmektedir. Her çağın ekonomiye kattığı ürünler vardır. Tarımsal ürünler, sanayi ürünleri, sanat ürünleri gibi… Ayette geçen semerât kavramı¬na bu manayı vermemiz ve bu yorumu yapmamız mümkündür.
Semerât sözcüğünün kapsamına, kültürel ürünleri de dâhil edebili¬riz. Kültür ürünleri, bir millet için en önemli ürünlerin başında gelmekte¬dir. Bilgi, felsefe, düşünce, hukuk, güzel sanatlar ve edebiyat gibi alanların ürünlerindeki bir noksanlaşma, çok ciddi bir imtihan konusudur. Bu imtihanı kazanabilmek için düşünürler yetiştirmek, bilgiyi teknolojiye çevirmek, sanatın her dalını canlandırıp ürün vermek gerekir.
“Sabredenleri müjdele.”
Bütün bu imtihan alanlarından ancak yapılması gereken her şeyi öncelikle mutlaka yapmak ve alınması gereken her tür tedbiri aldıktan sonra sabır ile zafere/başarıya ulaşılabilir. Buradaki sabır, pasiflik değil, tam aksine problemlerin çözümünü sağla¬yacak gayretlerin gösterilmesi/yapılması anlamına gelmektedir. Yüce Allah, bu gayret içinde olanları müjdelemektedir.
Ayetin genelini ele aldığımız zaman şöyle diyebiliriz:
Yüce Allah, insanoğlunu, psikoloji, fizyoloji, ekonomi, biyoloji, bilim… alanlarında, kısacası yaşamın her alanında imtihan etmiştir/etmektedir. Bu problemlerin içinde pişen ve onlara çözüm arayan birey ve toplumlar, imtihanı kazanacaklar¬dır. Bunlar, insanlığın önüne konmuş, çözüm bekleyen ve gelişmenin ancak onların yapılacak çalışmalarla çözüme ulaştırılmasıyla sağlanabileceği hayat soruları¬dır. İmtihan olmadan insanın gelişmesi çok zordur. İmtihan soruları cevaplandırılırken gösterilen çabanın içinde, insanın gelişim tohumları da vardır.
Bakara/ 156. ayette, musibete uğrayan müminlerin, “Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve yalnız O’na döneceğiz diyerek sabrettikleri bildirilmektedir ki bu durum, imanın güzel bir şekilde açığa vurumu olup, insanların Allah’ın mülkü olduğunun ve fani oluşun itirafıdır. Allah’a dönmek, tabii ki mekân ve yön itibariyle bir dönüş değildir. Araplar, “Krala müracaat edeceğim” derler ve bununla, “kralın yanına çıkmayı” değil, “onun kudretine başvurmayı, anlaşmazlığı ona taşımayı, onun merhametine sığınmayı” kast ederler. Bu ifade özetle, kulun başına gelen musibetlere razı olduğuna, bunların neticesini Allah’a havale ettiğine, O’nun kendisine zulmedenlerden intikamını alacağına inandığına delâlet eder.[5]
“Biz, senden önce de sadece, kesinlikle yemek yiyen, çarşılarda yürüyen elçilerden gönderdik. Ve Biz sizin bir kısmınızı bir kısmınız için saflaştırmak için sıkıntı malzemesi yaptık. –Sabrediyor musunuz!– Ve senin Rabbin çok iyi görendir.” (Furkan/ 20)
Allah’ın Müslümanları ne ile ve nasıl imtihan edeceğine dair şu ayetlere de bakılmalıdır:
“De ki: “Ey iman etmiş olan kullar! Rabbinizin koruması altına girin. Bu dünyada iyilik-güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Şüphesiz Allah’ın yeryüzü geniştir. Ancak sabredenler, ödüllerini hesapsız tastamam alacaklardır.”(Zümer/10)
“De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka Rab mı arayayım?” Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O(Allah), sizi yeryüzünde gidenlerin yerine getirilenler yapan, verdikleriyle sizi sınamak için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (En‘âm/164-165)
SEDAT ŞENERMEN
KAYNAKÇA
[1] https://www.timeturk.com/gundem/bakara-suresi-155-ayette-ne-anlatilmak-isteniyor/haber-1713510
[2]Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.6, s.608-610.
[3]Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında kur’an Tefsiri, İstanbul, 2013, 4.Basım, c.2, s.318-319.
[4]B. BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında kur’an Tefsiri, c.2, s.322-327.
[5]Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.6, s.610.