Günümüzde ve her zaman ile her mekânda,
– Bozgun, bozguncu, bozgunculuk nedir, kimlerdir, yöntem ve özellikleri nelerdir?
– Bireyi, toplumu, çevreyi, doğayı, ekini, kültürü, kadını, insanı, ekonomiyi, hukuku, idareyi, düzeni dengeyi değiştiren bozgun/bozgunculuğu (fesat/ifsadı) Kur’an ışığından görmek isteyenler için konuyu bugün bu yazıda ele almak istiyorum.
Bozguna fırsat vermemek ve engel olmak için önce onun ne olduğunu bilmek ve ona karşı birleşmek gerekir.
I-) Fesat, İfsat, Müfsit Sözcüklerinin Anlamları
1. Sözlük ve Kavram Olarak Anlamları
Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğü’ne göre;
* Fesat: Bozukluk (mide fesadı, ahlak fesadı); karışıklık, kargaşalık, ara bozuculuk; hile; karıştırıcı, ara bozucu.
* Fesatçı: Arabozan.
* Fesat çıkarmak (veya fesada vermek): Ara bozmak, ortalığı karıştırmaya çalışmak, insanları birbirine düşürecek işler yapmak.
* Fesatçılık: Arabozanlık.
* Fesat karıştırmak: Hile yapmak.
* Fesat kumkuması: Fesat kaynağı, ortalığı karıştırmayı huy edinmiş, kötülük peşinde koşan kimse.
* Fesatlık: Arabozanlık.
“Tabii dengenin, sosyal düzenin ve ahlâkî yapının bozuluşunu ifade eden” fesâd, Arapça’da mastar olarak “bozulmak, çürümek; sağduyudan sapmak” vb. anlamlara gelir. İsim olarak da “zulüm; çalkantı, düzensizlik; kuraklık, kıtlık” manalarında kullanılmıştır. Bazı dilciler fesadı “itidal çizgisinden uzaklaşıp bozulmak” şeklinde tanımlamışlardır.[1] “Başkasının malına haksız yere el koymaya” da fesat denilmiştir.[2]
Kur’an’da fesat sözcüğü isim ve fiil olarak on dört ayette, aynı kökten gelen ifsat ve müfsit sözcükleri ise otuz altı ayette geçmektedir.[3] Bu ayetlerde düzen, sistemli bir bütün olarak kavranan âlemin ve toplumun, dolayısıyla bireyin var oluşuna temel olan fıtrî ve doğal denge ile aynı çerçevede ele alınmakta, fesat da bu düzen ve dengenin bozulmasını yahut bu dengeden çıkmayı ifade etmektedir.[4] Buna göre kozmolojik düzen tevhit ilkesine dayanmaktadır. Nitekim bu husus bir ayette, “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı yer ve gök kesinlikle fesada uğrardı” (Enbiyâ/22) şeklinde ifade edilmektedir.
Fesat sözcüğü; Kur’an’da genel olarak birey ve toplumun, yeryüzü ve çevrenin, barış ve huzur ortamının, mal, can ve namus güvenliğinin bozulmasını ve yok olmasını, iman, ibadet, ahlak, hak ve dosdoğru istikametten sapılmasını, şirk, küfür, nifak ve isyan olan inanç, söz, fiil ve davranışları ifade eder.
Fesat sözcüğü;
* Hem evrendeki ilahi iradeye uygun olan düzen, denge ve kuralların bozulmasını,
* Hem de birey ve toplumda Allah’ın istediği düzenin, ahlakın ve ilkelerin bozulmasını ifade eder.
İlahi iradeye uymayan her türlü inanç, söz, fiil, davranış, kural ve yaşama biçimi fesattır.[5]
İfsâd, bir ibadet veya hukuki işlemi sakatlamak, bozmak; müfsit ise, ibadet ve hukuki işlemi sakatlayan, fiil veya eksikliğe denir.
Fesat, salâh’ın zıddı; fitne, israf, bağy (azgınlık), isyan ve zulüm sözcükleriyle ise eş anlamlıdır.
2. Literatürde Fesat
Genellikle müfessirler fesadı sözlük anlamından hareketle “bir şeyin istikametinden saparak yararlı halinden çıkması”[6] şeklinde tanımlarlar.
İbn Cerîr et-Taberî’nin aktardığı yorumlara göre fesat başta küfür olmak üzere bütün isyan davranışlarından ibarettir. Allah’a isyan eden veya O’na isyanı emreden kimse yeryüzünde bozgunculuk yapmış olur. Hâlbuki göklerde ve yerde ıslah itaatle gerçekleşmektedir.
Fahreddin er-Râzî fesat çıkarmanın üç anlamını tespit etmiştir.
( a ) Allah’a karşı açıkça isyan. Burada fesat çıkarma (ifsat) itaatin zıddı bir anlam taşır. Allah’ın insanlar için koyduğu kurallara uyma çabası yeryüzünde salâhı, yani düzenli ve dengeli işleyişi sağlarken, herkesin kendi başına buyruk davranması toplumda anarşi ve kargaşa doğurur.
( b ) Münafıkların kâfirlerle gizlice işbirliği yaparak Müslümanlar aleyhine tavır almaları eylemi.
( c ) Dinden yana görünerek dine karşı zihin bulandırıcı şüpheler yayma eylemi.
Kısacası Râzî’ye göre ifsat, Allah’a isyana kalkışmaktır. Bu eylem açıkça veya gizlice gerçekleştirilebilir. Bazı insanlar bilgisizlikleri yüzünden muslih /ıslah eden olduklarını zannedip yeryüzünü küfür ve fesatla doldururken, bazıları da (münafıklar) hak din yanlısı görünerek Müslümanlar aleyhine kâfirleri kışkırtır, insanlar arasında kuşku ve fitne yayarlar.
Salâh ise itaatten doğar. Allah’ın koyduğu kanunlara uyan insan, kendisi için gerekli her şeyi sağlarken gereksiz şeylerden de kendini korumuş olur. Bu sayede yeryüzünde zulüm ortadan kalkar ve adalet yerleşir. Adalet ise göklerin ve yerin düzenini sağlayan ilkedir.[8]
Kurtubî’ye göre yeryüzünde fesat çıkarma,
– Küfür içinde olup kâfiri dost edinme ve
– İnsanları Kur’an’a veya Allah Elçisi’ne imandan ayırma eylemidir.
Kurtubî, Dahhâk’tan naklen fesadın ‘su kaynaklarını kurutma’, ‘meyve veren ağacı kesme’ gibi dar anlamlarını da belirtmektedir.[9] Çağdaş müfessirlerden Kâsımî’ye göre ise yeryüzünde fesat çıkarmanın anlamı,
– Savaşı ve fitneleri kışkırtarak kan dökülmesine yol açmak,
– Geçim kaynaklarını telef ederek ekonomik buhrana neden olmak,
– Nesillerin maddi ve manevî sonlarını mahvetmektir.[10]
Muhammed Reşîd Rızâ da fesad ile körü körüne taklitçilik arasında sıkı bir bağ kurmaktadır. Ona göre yeryüzünde fesat çıkaranların dinden yüz çevirmeleri, esas itibariyle Allah Elçisi’ni bırakıp, körü körüne birtakım liderlerin peşinden gitmeleri, onların emirlerine uymaları, kısacası mutlak bir taklide saplanmalarındandır. Bozgunculuk bilinçsizce taklidin bir sonucu olabileceği gibi bilinçli bir din düşmanlığının eseri de olabilir.[11]
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, fesadı, “herhangi bir şeyi veya mali değeri faydalanılabilecek halden çıkarmak ve özellikle Rabbine isyanla kendi nefsini mahvetmek” şeklinde tanımlamaktadır. Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanlar,
– Cana, mala ve ırza saldırarak, yahut
– Tarım ürünlerini ve insan neslini bozmaya teşebbüs ederek ilâhî düzeni ve halkın dirliğini ihlâle kalkışanlar,
– Zulüm, israf ve alçakça tutumları ile güzel ahlâkı bozanlar,
– Ve berrak düşünceleri bulandıranlardır.[12]
II-) Fesat, İfsat ve Müfsit’in Kur’an’da Kullanımları
1. Münafıklar Bozguncudurlar
“Onlara (münafıklara), ‘Yeryüzünde fesat çıkartmayın (lâ tüfsidû)!’ denildiğinde. ‘Biz ancak ıslah edici kimseleriz (innemâ nahnü muslihûn)’ dediler. Onların fesatçı olduklarını iyi bilin (innehüm hümü’l-müflihûn). Fakat onlar bunun bilincinde değillerdir.” (Bakara/ 11-12)
Çifte standartlı olan münafığın diğer bir özelliği de toplumda bozgunculuk yapmasıdır. Bu şekildeki davranışıyla o, münafıklığın kişisel olan boyutundan sosyal boyutuna geçmekte ve toplumu ifsat etmektedir
Ayette ele alınması gereken kavramlar fesat ve ıslah’tır. Fesat “bozulma, kuraklık, kıtlık, darlık, telef, kokuşmak” anlamlarına gelir. Fesat sözcüğü, ahlâk ile beraber kullanılınca, “ahlâk bozukluğu” anlamını ifade eder. Islah ise, “iyileştirmek, düzeltmek, aralarını bulmak, barış yapmak” manalarına gelmektedir.
Münafıklara “Bozgunculuk yapmayın!” uyarısını kimler yapmaktadır?
Bakara/11. ayette bulunan “denildiği zaman” ifadesindeki ‘demek’ sözcüğünün öznesi çoğul ve fiilin de meçhul olması, konuya evrensel bir boyut kazandırmaktadır. Ayetin muhataplarını dönemin münafıkları ile sınırlandırmak yanlış olur. O zaman, ayetin evrenselliğini ortadan kaldırmış oluruz. Kıyamete kadar her toplumda bozguncular çıkacak, onları bu yanlış davranışlarından dolayı uyaracak insanlar da olacaktır. Ancak bu münafıklar her defasında ıslah edicilik /düzelticilik iddiasında bulunacaklardır.
Hâlbuki onların, ıslah edicilerin sıfatları ile sıfatlanmaları mümkün değildir. Âl-i İmrân/ 104’te, gerçek ıslah edicilerin özellikleri şöyle belirtilmektedir:
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
“Yeryüzünde fesat çıkartmak” ne anlama gelmektedir?
İnanmadığı halde ‘inandım’ diyerek insanların din duygularını sömürmek, kendisini ve insanları aldatmak, değerlendirmelerinde hata yapmak, haktan uzaklaşmak, cinsel ahlâkı bozmak, düşünme kapasitesini kaybetmek gibi tutumlar ve davranışlar, önce kişiyi ve sonra da ilişkilerini bozgunculuğa götürmektedir.
Bu tip insanlar, insan ilişkilerini kirlettikleri için toplumsal yaşamın bozulmasına ve çöküşüne neden olmaktadırlar. Bozgunculuk yapmalarından daha kötüsü, bozduklarının farkında olmayıp, ıslah ettiklerini söyleyecek kadar pişkin davranmalarıdır.[13]
İnsan ilişkilerine zarar veren, insanları bölen ve düşmanlık tohumlarını eken bu ikiyüzlü insanların “ıslah ediyoruz” demeleri dikkat edilecek bir husustur. Onun için Yüce Allah, “bunlara dikkat edin” buyruğunu vermektedir: “Elleriyle yaptıklan yüzünden başlarına bir felaket gelince, hemen, ‘Biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik’ diye yemin ederek sana nasıl gelirler!” (Nisâ/ 62). Münafık insanlar kötü amelleri işlerler, başlarına bela gelince de iyilik yapmak istedikleri konusunda yemin ederler.
Bu tip insanlar toplumun siyasal erkini ele geçirmek suretiyle yeryüzünde fesat çıkarmaya başlarlar ve bu bozgunculuklarını, akrabalık bağlarının koparılmasına kadar uzatırlar. Bunu Yüce Allah şöyle anlatır:
2. Münafık Siyasal Erki Ele Geçirince Fesat Çıkarır
“Demek, iktidarı ele geçirince, hemen yeryüzünde fesat çıkaracak (en tüfsidû fi’l-ardı) ve akrabalık bağlarını koparacaksınız?” (Muhammed/ 22)
Yüce Allah bu soruyu niçin soruyor?
Münafıklar, sinsice takiyye yaparak iktidarı ele geçirmek isteyebilirler. Siyasal erki ele geçirince de gerçek niyetlerini ortaya koyar, toplumda fesat çıkarmaya başlar ve insanların sevgiden oluşan gönül bağlarını koparmaya çalışırlar. Ayetteki “akrabalık bağlarını koparma” durumu değerlendirildiğinde, soy birliğinin toplum bütünleşmesindeki rolünün ne derecede önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Yüce Allah, akrabalık bağını kesenleri fesatçılıkla suçlamakta, böyle bir faaliyet yapacak olanların niyetlerini ifade ederek, iyi insanları uyarmaktadır. “Akrabalık bağlarını kesme”, kültürü helâk edip gençliği manevi değerlerinden koparmak manasına da gelir.
3. Ekini /Kültürü /Kadınları Ve Nesli Değişime /Yıkıma Uğratmak Şeklindeki Fesat Hareketleri, Öldürme İle Eşdeğerdedir
“O, dönüp gitti mi /yetkilendi mi de yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak (li-yüfside fihâ), ekini /kültürü /kadınları ve nesli değişime /yıkıma uğratmak için (yühlike’l-harse ve’n-nesle) çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez (lâ yühıbbü’l-fesâd).” (Bakara/ 205)
Toplumun kültürünü bozmak, gençliği helâk etmek, beşerî ilişkileri çıkmaza sürüklemek, toplumun mutluluğa giden yolunu engellemek gibi fesat hareketleri, öldürmeye denktir. Başka bir ifadeyle, insan öldürmek ile fesat çıkartmak aynı derecede günahtır. Allah, bunu şöyle ifade etmektedir:
“İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları’na şöyle yazmıştık: Kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya (ev fesâdin) karşılık olmaksızın, bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur” (Mâide/ 32).
İnsanlar arasında fesat çıkartma eylemi, bu ayette insan öldürmeye denk tutulmuştur. Ayette yer alan ‘veya’ sözcüğü, öldürme ile fesadın aynı derecede kötü olduğunu ifade etmektedir. Toplumun düzenini bozmak, bütün insanlığı öldürmek kadar kötü olarak açıklanmaktadır.[14]
4. Ekonomik Yapıyı Bozmak Veya Fakirlerin Elinden Tutmamak Da Fesatçılıktır
“Allah’ın sana verdiğinde ahret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana iyilik (ihsan) ettiği gibi sen de iyilik et, yeryüzünde fesadı (bozgunculuğu) arama (lâ tebği’l-fesâde fi’l-ardi). Şüphesiz ki Allah bozguncuları (el-müfsidîn) sevmez” (Kasas/ 77).
Ekonomik yapıyı bozmak veya fakirlerin elinden tutup kaldırmamak da fesat kavramının içine girmektedir. Yüce Allah, kendisinin ihsan ettiği gibi, insanların da ihsan etmesini istemektedir. Bu İlâhî eylemin yeryüzünde yansımasını ve yaşatılmasını istemektedir. İnsanlara iyilikte bulunmak, fakirlerin elinden tutup kaldırmak, bu İlâhî fiilin yaşatılması demektir. İmkânı olduğu halde bunu yapmamak fesat çıkartmaktan /bozgunculuktan başka bir şey değildir. Fesatçılar /bozguncular, Allah’ın nefretini kazanmaktadırlar. “Allah fesatçıları sevmez” sözü, ‘onlardan nefret eder’ demektir.
Fakirin elinden tutmak, ekonomik dengesizlikleri biraz olsun ortadan kaldırır. Bunu yapmayanlar, dengeleri büsbütün altüst etmektedirler. Fakirlik toplumsal yaşamda bir urdur, iyilik, bu urun kansere dönüşmesini önleyecektir. Çare aranmayan fakirlik kitlesel açlığa ve bu ur da kansere dönüşecektir.[15] Kanserli organın vücutta oluşturacağı rahatsızlığın benzerini, açlık haline dönüşen fakirlik de toplum yaşamında meydana getirir.
5. Karayı, Çevreyi Ve Suyu Kirletmek De Fesatçılıktır
Karayı ve suyu kirletmek de fesat /bozgun kavramının kapsamına girmektedir. Yüce Allah yeryüzünü insanlar için bir beşik, bir döşek olarak yaratmıştır. O döşeği kirletmek, orayı fesada vermektir. Çünkü insana faydalı olan ve insan yaşamını kolaylaştıran şeylere zarar vermek bir fesattır.
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı /düzen bozuldu (zahera’l-fesâdü) ki Allah, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki de dönerler” (Rûm/ 41).
Ayette geçen “kara ve deniz” ifadesi, maddi anlamda yeryüzündeki kara ve denizleri ifade etmekte ise de, ‘kara’ kavramını madde, ‘deniz’ kavramını da mana olarak tefsir etmek mümkündür. Bundan şu sonucu çıkarabiliriz:
– Münafıklar haram lokma ile maddi rızkı fesada uğratırlar;
– Aklı ve namusu kirletmekle manayı bozarlar;
– Aklı kullanmamakla, beyindeki takvaya olan yeteneği işletmemekle iman ve sevgiyi tahrip etderek de manevi /psikolojik âlemi /zihinsel dünyayı kirletirler.
– İşte bu kirletme işini Yüce Allah ‘fesat’ olarak nitelendirmektedir.
Doğal olarak, selim aklı ve zihni kirlenmiş bir insan, karayı ve suyu da kirletecektir. Fizikî çevrenin kirliliği, insanın psikolojik /zihinsel kirliliğinden kaynaklanmaktadır. Öyleyse, fizikî çevre mühendisliğinden önce, manevi /zihinsel çevre mühendisliğinin oluşturulması doğru bir hareket olacaktır.
Allah, insanlardan maddi ve manevi çevrelerini kirletmemelerini stemektedir. Bu, fesadı önleyecektir. Ayetin sonundaki “Belki dönerler” ifadesi, değişim konusunda İlâhî bir beklentiyi ifade etmekte, maddi ve manevi çevreyi kirleten kimselerden, bu kirliliğe çare bulmalarını istemektedir.
Siyasal erk sahiplerinin,
– Zorba bir yönetim biçimi tutturmaları;
– Büyüklük taslamaları;
– Halka zulmetmeleri;
– Halkı gruplara ayırıp ayrılıklar çıkarmaları;
– Ayırdıkları gruplardan bazılarını tutup, diğerlerini küçük görmeleri; onları zayıflatmak için ellerinden geleni yapmaları;
– Bundan daha da ileri giderek, zayıf düşürmek istedikleri grubun erkek çocuklarını öldürtüp, kızlarını sağ bırakmaları da fesat kavramının manası içindedir:[16]
“Hakikat, Firavun yeryüzünde büyüklük taslamaya kalktı, ora ahalisini fırkalar hâline getirdi. Onlardan bir grubu zaafa uğratıyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını diri bırakıyordu. Çünkü o (Firavun) fesatçılardandı (innehu kâne mine’l-müfsidîne)” (Kasas/ 4)
Delet bir şemsiyedir; toplumda var olan tüm sosyal grup ve kurumların anlaşması ile oluşur. Bu nedenle devlet, farklı inanç ve kültürde olan alt gruplar arasında tarafsız ve bütünleştirici olmalıdır. Devletin görevi, bu sosyal grup ve kurumlardan bir üst kültür oluşturarak bunları kendine bağlaması ve topluma yaşam sağlamasıdır. Ama devleti yönetenler, bu gruplardan birini tutar da diğerini veya diğerlerini ezmeye kalkışırsa bunun adına fesat denir.[17]
6. Evrende İki İlah Olsaydı Yeryüzü Fesada Boğulurdu
“Eğer yer ile gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde olurdu /düzenleri bozulurdu (le-fesedetâ). O hâlde en büyük tahtın Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden arınıktır.” (Enbiyâ/ 22)
İçinde 22. ayetin de bulunduğu Enbiyâ/ 21-25. ayetlerin içeriği, insanoğlunu tevhit konusunda düşünmeye davet eder niteliktedir. Rabbimiz, evrende birden fazla ilahın bulunmasının ondaki düzenin bozulması sonucunu doğuracağını hatırlatarak, düşünen insanlara tevhit inancının aklî temelini göstermektedir. “Dû zen”in, yani iki kadının olduğu evde “düzen” olmaz özdeyişiyle de ifade edildiği gibi, birbirinden bağımsız iki yöneticinin olduğu yerde düzenin değil, kargaşanın egemen olması kaçınılmazdır.
7. Yüce Allah, Eğer İnsanların Bir Bölümüyle Diğerlerini Savmamış Olsaydı, İnsanların Arzusuna Uysaydı Gökler ve Diğer Varlıklar Fesada Uğrardı
“Sonra da, Allah’ın izniyle /bilgisiyle Câlût ve ordusunu bozguna uğrattılar (hezemû). Dâvûd da Câlût’u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi (le-fesedeti’l-ardu). Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir armağan sahibidir.” (Bakara/ 251)
“Ve eğer hak (el-Hakk) onların tutkularına uysaydı; kesinlikle gökler, yeryüzü ve bunlarda bulunan kimseler bozulup giderdi (le-fesedeti’s-semâvâtü ve’l-ardu). Aslında, Biz onların şanını /öğütlerini getirdik; sonra da onlar, kendi şanlarından /öğütlerinden mesafeli duran kimselerdir.” (Müminûn/ 71)
Savaşın Gerekliliği: Bakara/ 251. ayetteki, “Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı (bozulur giderdi). Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir lütuf sahibidir” ifadesiyle, savaşın yararları ve müminlere savaş emrinin Allah’ın lütfu olduğu bildirilmektedir. Bu ifade Hacc suresinde de geçmektedir:
“Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.”
“Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salât; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah’ın adı bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi.”
“Allah, Kendisine yardım edenlere -kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden (malî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan), zekâtı /vergilerini veren, örfe uygun /herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere- kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah’a aittir.” (Hacc/ 39-41)
8. Yüce Allah, Fesadın Önlenmesi Emreder
“Şüphesiz Karun, Musa’nın toplumundan idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, şüphesiz onun anahtarları güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Bir zaman toplumu ona demişti ki: “Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez. Ve Allah’ın sana verdiği şeylerde ahret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuğu isteme (lâ tebğı’l-fesâde fi’l-ardı). Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez (inn’Allâhe lâ yühıbbü’l-müfsidîn).” (Kasas/ 76-77)
Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığına göre, Elçi Musa (a.s), Karun’a da elçi olarak gönderilmiştir. Bu, Karun’un Firavun’la işbirliği içinde olduğunu ve servetini İsrailoğulları aleyhine kullandığını göstermektedir. Yani Karun, kendi kavmine ihanet eden, İsrailoğullarına zulmeden Firavun’un destekçisi ve işbirlikçisi bir kimsedir; Firavun nezdindeki yerini de kendi halkına ihaneti ile kazanmıştır. Bir İsrailoğlu olan kapitalist Karun’un kazandığı mevki o kadar önemlidir ki, Firavun’un destekçisi ve yandaşı olan saray erkânının adı, onun adının yanında ikinci plânda kalmış, Firavun ve başrahibi Haman’dan sonra Musa’nın Allah’ın Elçisi olarak gönderildiği üçüncü önemli kişi olmuştur.
“İşte sizden önceki devirlerden “bakıyye” (söz, eser, erdem) sahipleri; akıllı insanlar, Kitap Ehli, yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı! Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. Allah’ın ortağı olduğunu kabullenerek, Allah’ın ilahlığını ve rabliğini bilerek reddederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişiler ise, şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve suçlular oldular.”
“Ve senin Rabbin, halkları düzeltici iken, o memleketleri haksız yere değişime /yıkıma uğratacak değildir.” (Hûd/ 116-117)
Helâktan kurtulmanın bir başka yolunun açıklandığı bu ayetlerde, kötü gidişat sergileyen toplumlarda ortaya çıkıp mücadele vermesi gerekirken, ev/dam, çoluk-çocuk, mal-mülk, makam-mevki düşünüp çıkar uğruna suskun kalan bilgi ve akıl sahibi nemelâzımcılar kınanmaktadır.
Demek oluyor ki, toplumların bozulma dönemlerinde, o toplumdaki bakıyye sahibi kişilerin, yani toplumun “bilge” nitelikli bireylerinin öne çıkıp toplumun düzeltilmesi yolunda çaba harcamaları, vurdumduymazlık yapmamaları gerekmektedir. Nitekim Lut (a.s) kıssasında elçinin kendi toplumuna “İçinizde reşit, aklı başında biri yok mu?” demesi de bu bakış açısı ile söylenmiş bir sözdür.
“Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Âl-i İmran/104)
“Bu, şüphesiz bir toplum, kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah’ın, o topluma nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı ve şüphesiz Allah’ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir.” (Enfâl/53)
“Her kişi için, iki elinin arasından ve arkasından -Allah’ın işinden olarak-, onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O’nun astlarından bir yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın da yoktur.” (Ra’d/11)
“Her kim sâlihi işlerse artık kendi için yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, artık kendi aleyhinedir. Ve senin Rabbin kullara hiç mi hiç haksızlık eden biri değildir.” (Fussılet/46)
SEDAT ŞENERMEN
[1] Râgıb el-İSFAHÂNÎ, el-Müfredât, “F-s-d” md.; Kâmus Tercümesi, “F-s-d” md.
[2] M. Murtaza ZEBİDÎ, Tâcü’l-‘Arûs, c. II, s.452.
[3] M. Fuad ABDÜLBÂK?, el-Mu?cem, “F-s-d” md.
[4] İlhan KUTLUER, “Fesad”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1995, c.12, s.421.
[5] İbrahim KARAGÖZ, “Fesat”, Dini Kavramlar Sözlüğü, Ankara, 2006, DİB Yayınları, s.178.
[6] Bkz. Carullah ZEMAHŞERÎ, el-Keşşâf, c. I, s.179; Fahreddin er-RÂZÎ, Mefâtîhu’l-Gayb, c. II, s.66.
[7] İbn Cerîr et-TABERÎ, Câmi?u’l-Beyân, c. I, s.288.
[8] Fahreddin er-RÂZÎ, Mefâtîhu’l-Gayb, c. II, s.66-67.
[9] KURTUBÎ, el-Câmi?, c. I, s. 202; c. VII, s.226.
[10] KASIMÎ, Mehâsinü’t-Te’vîl, c. II, s.47’den aktaran: İlhan KUTLUER, “Fesad”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.12, s.422.
[11] Muhammed Reşîd RIZÂ, Tefsîrü’l-Menâr, c. I, s.156-157.
[12] M. Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, c.III, s.1663; c.V, s.3757; c.VIII, s.5806.
[13, 14, 15, 16, 17] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.1, s.216-220.