FURKAN OLAN KUR’ÂN, RAMAZAN AYINDA İNMİŞTİR

Yeniden bir ramazan ayına daha giriyoruz. Bu ayda kadın erkek herkes için biri biyolojik yapıyla ilgili oruç tutmak; diğeri psiko-ideolojik yapıyla, yani beyindeki selim aklın selimleştirilmesiyle oluşan aklıselimi Kur’an’la buluşturmak, onu ilahi mantığı ve kendi bütünlüğü içinde anadilinde manasını anlayarak okumak, anlamak ve furkanlaşmak şeklindeki iki görev öncelikli ve önemlidir. Ramazan ayına da değer veren o ayda indirilen Kur’an’dan kaynaklanmaktadır. Kur’an, insanın şerefi ve onurudur (Zuhruf/ 44). Kur’an’la şereflenmek, onurlanmak, Kur’an’ı Kur’an’dan Kur’anca anlayarak öğrenmekle mümkündür.

1. Değerini O Ayda İndirilen Kur’an’dan Alan Ramazan

“Ramazan ayı ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve Furkân’dan, yol göstermeden açık seçik açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şahit olursa hemen onda oruç tutsun. Kim de hasta veya sefer; çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim- öğretim gibi gidiş gelişli; hareketli bir iş üzerinde ise diğer günlerden sayısıncadır.

Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Bu kolaylık, Allah’ın koruması altına girmeniz ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyüklemeniz ve Allah’ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diyedir.” (Bakara/ 185)

Kur’an’da adı geçen ve Yüce Allah’ın Kur’an’ı, Son Elçi Muhammed’e (a.s) bu ayda indirdiği için değerine vurgu yapılan bir aydır ramazan.. Orucun farz kılındığını bildiren ayetlerin hemen ardından ramazanın, insanlara doğru yolu gösteren ve hakkı bâtıldan ayıran Furkan olan Kur’an’ın indirildiği ay olduğu belirtilir ve bu aya ulaşanların oruç tutması emredilir (Bakara/185).
Müslümanlarca sabır, ibadet, rahmet, mağfiret ve bereket ayı olarak kabul edilen, büyük bir coşku ve heyecanla karşılanan ramazanın bazı özellikleri şöyle sıralanabilir:
– Furkan olan Kur’an bu ayda indirilmeye başlanmış olup, bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen (Kadr/3) Kadir gecesi de bu ayın içindedir.
– Bir ayette Kur’an’ın “ramazan” ayında (Bakara/185), bir başka ayette “mübarek bir gecede” (Duhân/1-3), bir diğerinde “Kadir gecesinde” (Kadr/1) inmeye başladığı açıklanmaktadır.
– İslâm’ın şartlarından biri olan oruç bu ayda tutulur (Bakara/183-185).
– Kur’an ayı denilen ramazanda, diğer aylardan daha çok kadın-erkek her kişiye manasını anlayarak okumak/öğrenmek hem imanın hem İslam’ın şartıdır (Neml/91-92; Kasas/85).
– Her kişi, hesap gününde Yüce Allah tarafından, İslam’ın aslı, özü, esası olan Kur’an’dan sorgulanacağı (Zuhruf/44) için, Kur’an’ı anadilde anlayarak okuyup Allah’ın emir ve yasaklarının tamamını ilahi mantığı ve kendi bütünlüğü içinde Kur’an’dan Kur’anca öğrenmek, ayetleri üzerinde düşünmek Allah’a kul (Zâriyât/56) ve yeryüzüne egemen olmanın (Bakara/30) da olmazsa olmaz ilkesidir.

2. “el-Furkân” Sözcüğü, Kur’an’da Kur’an İçin De Kullanılır

“F-r-k” kökü, fiil ve isim olarak “ayırmak, hüküm vermek, karara bağlamak” anlamlarını içerir.[1] Bu kökten gelen “Furkân” sözcüğünü Rabbimiz şu ayette Kur’an yerine kullanmıştır: “Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna /kullarına Furkân’ı indiren ne cömerttir /ne bol bol nimet verendir!” (Furkân/1)
Bu ayet, Yâ-Sîn/69-70’deki “Ve Biz ona şiir öğretmedik. Bu onun için yaraşmaz da. O, sadece diri olanları uyarmak ve kâfirlerin üzerine Söz’ün hakk olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır” ifadesinin devamı niteliğindedir.
Bu ayette Kur’an’ın “Furkân” özelliği ön plâna çıkarılmıştır.
Kur’an’ın adlarından biri olan “Furkân” sözcüğü, “iki şeyi birbirinden ayırmak” anlamındaki “f-r-k” kökünden türemiştir ve “fârika” sözcüğü ile aynı anlama gelir. Yaygın kullanımına bakıldığında, “fark” sözcüğünün türevleri olan tefrik, firak, firkat, fırka, tefrika, ferik sözcüklerinin somut şeyler için; “fârikat”, “Fâruk” ve “furkân” sözcüklerinin ise soyut şeyler için kullanıldığı görülür.[2]
Bakara/53 ve Enbiya/48. ayetlerinde Elçi Musa’ya verildiği söylenen “Furkân”, soyut şeyler olan hakk ile bâtılı, iman ile küfrü, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü birbirinden ayırdığı için Kur’an’a da ad olarak verilmiştir. Halife Ömer’e verilen “Faruk” unvanı da onun hak ve bâtılı iyi ayırmasından dolayıdır.[3]
Kur’an, “Furkan” olarak Kur’an’da üç ayette yer alır.
Râgıb el-İsfahânî, ünlü eserinde, bu “F-r-k” köküyle hem somut mana hem soyut anlamın ifade edildiğini belirterek şöyle demektedir: “İster baş gözüyle, ister akıl (basiret) gözüyle görülsün, iki şeyin arasını ayırmak” anlamındadır.[4]
“F-r-k” kökü, hem fiil hem de isim olarak Kur’an’la ilgili olmak üzere onunla birlikte gelmektedir. Furkân, hak ile bâtılı (gerçek ile sahte, iyi ile kötüyü) ayırdeden demek olup zafer, burhan, sabah gibi anlamları da verir.[5]
Doğruyla yanlışı, iyilikle kötülüğü ve hakla bâtılı ayırıp değerlendirmede ölçü olduğundan, dolayısı ile kendisine inananları kurtuluşa, selâmete, felaha götürdüğü, irşat ettiği ve zulümattan /karanlıklardan nura çıkardığı için Kur’an’a “el-Furkân” denilmiştir. Kur’an, aynı zamanda önceki ilâhi kitapların da doğrusunu yanlışından ayırmakta ve bizlere göstermektedir ki, bu da Furkân olmasının bir gereğidir.[6]

3. Kur’an’da “Furkan” Sözcüğünün Kullanımları

Furkân, Kur’an’da yedi kez geçer.
* Kur’an, Furkan’dır.
“Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna /kullarına Furkân’ı indiren ne cömerttir /ne bol bol nimet verendir!” (Furkân/1)
Bu ayette Furkân, Kur’an’ın özel adı olarak yer almıştır.

* “Ramazan ayı ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve Furkân’dan, yol göstermeden açık seçik açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir…” (Bakara/185)
Bakara/185’de Kur’an’ın içerdiği ayetleri bildirir. Kur’an, Furkân oluşunu, hem bir bütün olarak, hem de teker teker ayet ve sureleri ile kanıtlamaktadır.

* “Allah, sana, sadece içinde konu edilenleri doğrulayıcı olarak bu kitabı hak ile indirdi. O, daha önce insanlara doğru yol kılavuzu olarak Tevrât’ı ve İncîl’i de indirmişti. Furkân’ı da O indirdi. Şüphesiz kâfirler; Allah’ın ayetlerini bilerek reddeden şu kimseler, çetin bir azap kendileri için olanlardır. Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan /mutlak galip olandır, suçluları yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti sağlayandır.” (Âl-i İmran/3, 4)
Bu ayette Furkân, Allah katından indirilen bütün Kitapların cins ismi ve Tevrat, İncil veya Kur’an’ın özel adı olarak gelmiştir.

* Tevrat, Furkân’dır.
İki ayette Tevrat’ı işaret eder:
“Ve ant olsun ki Musa ve Harun’a Furkân’ı (el-Furkân) ve görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen ıssız yerde Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan, kıyametin kopmasından içleri titreyen, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için bir ışığı (ziyâen) ve öğüdü (zikran) verdik.” (Enbiyâ/48)
“Ve hani Biz, kılavuzlandığınız doğru yolu bulursunuz diye, Musa’ya, o kitabı ve Furkân’ı vermiştik.” (Bakara/53)

* Furkân, Kur’an’da “basiret, kalp nuru, ilahi ilham” gibi takva /aklıselim sahibi kişilere verilmiş gerçek ile sahteyi, helâl ile haramı birbirinden ayıran meleke [7] anlamına da gelir.
“Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın koruması altına girerseniz, O, size hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış (furkânen) verir ve sizden kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah çok büyük armağan sahibidir.” (Enfâl/29)

* Furkân, yardım ve zafer anlamına da gelir:
“Yine, biliniz ki eğer siz Allah’a, hak ile bâtılın ayrıldığı o gün (yevme’l-Furkâni); iki ordunun karşı karşıya geldiği Bedir günü, kulumuza indirdiğimiz ayetlere iman etmiş iseniz, herhangi bir şeyden ganimet olarak elinize geçirttiğimiz şeyler; artık onların beşte-biri, Allah, Elçi, yakınlığı olanlar; yurtlarından çıkarılan fakirler, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir. Ve Allah, her şeye güç yetirendir.” (Enfâl/41)

4. Kur’an’ın, Furkan Oluşunun Özellikleri

Kur’an, Furkân oluşunu, hem bir bütün olarak, hem de teker teker ayet ve sureleri ile kanıtlamaktadır. Şöyle ki:
a- Kur’an, Yaratan ile yaratılan arasındaki farkı açıklıyor.
“Öyleyse yaratan /Allah, yaratamayan sözde ilâhlar gibi olur mu? Hâlâ düşünmeyecek misiniz?” (Nahl/17)
“Tam tersi Biz, hakkı bâtılın başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın bâtıl yok olup gitmiştir. Ve Allah’a yakıştırdığınız niteliklerden dolayı size yazıklar olsun!” (Enbiyâ/18)

b- Kur’an, hayır ile şerrin, hayırlılarla şerlilerin, bunların çeşitli özelliklerinin, cezalarının ve tabiatlarının arasını /farkını da açıklıyor.
“Yoksa kötülükleri işleyen o kimseler, kendilerini, hayatlarında ve ölümlerinde, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler gibi yapacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Câsiye/21)

c- Kur’an, Müslümanlarla mücrimlerin de farkını açıklıyor.
“Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuz? Yoksa içinde, ders aldığınız şeyler: “Siz bu âlemde neyi seçerseniz /beğenirseniz o kesinlikle sizin olacak” garantisi verilmiş olan size ait bir yazılı belge mi var? Ya da size karşı kıyamet gününe kadar sürecek, “Siz her ne hüküm verirseniz kesinlikle öyle olacak” diye üzerimizde yeminler /taahhütler; üstlenmeler mi var?” (Kalem/35-39)

d- Kur’an, salih amel işleyen müminlerle inkârcıların; bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını bildirmiştir.
“Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikilerek, ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse, öyle yapmayan gibi midir? De ki: “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?” Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar /gereği gibi düşünürler.” (Zümer/9)

e- Kur’an’ın Furkan özelliği, onun bir defada değil de necm necm tedrici surette peyderpey indiğine de işaret ediyor.
“Ve Kur’an’ı, Biz, onu insanlara beklentilere göre öğrenip öğretesin diye parça parça ayırdık (feraknâhu) ve Biz onu indirdikçe indirdik!” (İsrâ/106)
Kur’an, hidayet ile dalâletin, iman ile küfrün, İslam ile cahiliyenin, Allah’ın rızası ile hoşnutsuzluğunun, kuşku ile yakînin, helâl ile haramın arasını kesin bir çizgi ile ayırmıştır.[8]

5. Furkan Olan Kur’an, Muhatabını Furkanlaştırır

Furkân kelimesi Kur’an’da farklı anlamlarda kullanılmış olmasına rağmen, tüm kullanımlar özde tek manada birleşmektedirler. Furkân, fark kelimesinden türemiştir ve “farkı fark ettiren” demektir. Kur’an’da bu sözcük, İlâhî kitabın adı, insanın sıfatı ve bir günün özelliği olarak kullanılmaktadır.
* “Eğer Allah’a ve o, hakkın bâtıldan ayrıldığı, iki topluluğun savaşta karşı karşıya geldiği gün, kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız” (Enfâl/41).
Ayetin bu bölümünde söz konusu kelime “yevme’l-Furkân” şeklinde tamlama olarak geçmektedir. Bedir savaşının bir adı da “hakkın bâtıldan ayrıldığı gün”dür. Çünkü kişi ve savaş donanımı yönünden çok az olan, ama güçlü imana sahip olanların daha çok donanımlı olanlara galebe çalması, hakkın ve bâtılın ne olduğunu gösteren, ayıran bir uygulama olmuştur. Böylece iman ile inkârın farkı, deneysel olarak ortaya konmuş ve bu nedenle o gün, “Furkân günü”, yani ‘hak ile bâtılı ayıran gün’ olarak nitelendirilmiştir.

* “Ey iman edenler! Eğer Allah’tan sakınırsanız O, size hak ile bâtılı ayırt edici bir anlayış verir” (Enfâl/29).
Bize göre buradaki Furkân, “eğitimle elde edilen bir nitelik, bir zihinsel olgunlaşma durumu, basiret” anlamını taşımaktadır. Bu manayı A’râf/201’de yakalıyoruz. Çünkü hem Enfâl/29’da, hem de A’râf/201’de “takvâ”, ortak konuyu oluşturmaktadır. A’râf/ 201’de “takvâ sahibi insan”, kendisini etki altına almaya çalışan şeytanın vesvesesini düşünüp gören, yani etkinin Rahmâni mi şeytani mi olduğunu ayıran kişi olarak sunulmaktadır.
Demek ki, takvâ sahibi insanı Yüce Allah’ın Furkân kılması, ona “basiret” dediğimiz kalp/akıl gözünü kazandırıp iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hak ile bâtılı, güzel ile çirkini ayırt etme yeteneğini vermektedir. Bu insan, farkı fark eden bir yetenek, nitelik, meleke ve basiret kazanmaktadır.[9]

6. Kur’an’la Furkanlaşan Kişinin Elde Edecekleri

“Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın koruması altına girerseniz, O, size hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış verir ve sizden kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah çok büyük armağan sahibidir.” (Enfâl/29)

Yüce Allah bu ayette iman edenlere hitap etmektedir. Allah’ı Rab Kur’an’ı din edinen müminlerin takva eylemini gündeme getirerek, bu eylemle kazanacaklarını, yani o eylemin ödüllü sonuçlarını açıklamaktadır.
Ayette geçen, “Allah’ın koruması altına girerseniz (in tettekû’llâhe)” şartını koşarken, ayette yer alan takvâ sözcüğüne “saygı duymak, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olmak” anlamlarını verebiliriz. Allah’a, takvâ denen akıl/zihin olgunluğu içinde kulluk etmek, O’nun emirlerini ve yasaklarını içtenlikle yerine getirmek, bazı kazanımlar sağlayacaktır. Bu kazanımlar bir bakıma takvâ puanı ile İlâhî üniversiteye kaydolmanın ödülleri olacaktır.

Allah’ın Koruması Altına Girene Rabimizin Armağanları

( a ) “O (Allah), size hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış verir (yec’al leküm furkânen).”
“Anlayış” olarak burada yer alan sözcük furkândır. Furkân
sözcüğü, fark kelimesinden türemiştir. Kur’ân’a, hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini birbirinden ayırdığı için bu ad verilmiştir. Ayetteki furkân kavramına farklı anlamlar veren bilginleri ve verdikleri manaları Kurtubî, şöyle aktarmaktadır.
İmam Mâlik, Talâk/2’ye dayanarak “çıkış yolu”,
Süddî “kurtuluş”,
Ferrâ “fetih ve zafer” manalarını vermişlerdir.
Buradaki manasını, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, hakkı bâtıldan ayıracak bir anlayış olduğunu Enfâl/8. ayetiyle ispat etmek mümkündür:
“Hakkı gerçekleştirmek ve bâtılı ortadan kaldırmak içindi.”
Yüce Allah bunu yaparken müminlere de hak ile bâtılı ayırma gücünü vermektedir. Bedir Savaşı hem müşrikleri eğitmek amacını gütmüş hem de müminlere hak ile bâtılı ayırma anlayışını getirmiştir. Müşriklere bu eğitimi meydan savaşında verirken, müminlere akıl/zihin alanında vermektedir.
Ayette geçen furkân kavramını “basiret” manasına alırsak, o zaman A’râf/201. ayetini bunu destekleyen bir delil olarak getirebiliriz: “Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda, düşünüp hemen gerçeği görürler.”
Demek ki takvâ öyle bir akıl/zihin olgunluğudur ki, içindeki oluşumların şeytânî veya Rahmânî olup olmadığını ayırabilen aklıselimle düşünce ve basireti insana kazandırmaktadır.
Ayetin bu bölümünde şu gerçeği de yakalayabiliyoruz:
Allah, takvâ denen O’nun koruması altına girme eylemini müminlere gösterip, hak ile bâtılı ayırma anlayışını verecektir. Takvâ denen aklıselim oluşturma eyleminin öznesi, insan; iyi ile kötüyü ayırma anlayışını verme eyleminin öznesi de Allah’tır.
Demek ki önce insan, takvâ denen Allah’ın koruması altına girme eylemini gerçekleştiriyor, sonra da Allah, ona iyi ile kötüyü ayırma anlayışını veriyor. Kul eylemini gerçekleştirmeden Allah takdirini gerçekleştirmiyor.
Hak ile bâtılı ayırma anlayışının İlâhî âlemden insanın aklıselimine inebilmesi için, o beyinde takvâ denen bir ortam oluşmalıdır. Çünkü furkân denen “hak ile bâtılı ayırma anlayışı”, basiret sahibi kâmil insanın özelliğidir. Bu özelliğin ağırlığını kaldıracak bir zihin, bu zihin de takvâ denen bir İlâhî sorumluluk bilincini ister.
Yüce Allah’ın insana hak ile bâtılı ayıracak anlayışı vermesini, Enfal/24. ayetine giderek de açıklayabiliriz: Buradaki furkân, müminlere hayat veren çağrıdır. Yüce Allah, kişi ile kalbi arasına girip orada bazı değişimler gerçekleştirmektedir. Enfal/26 ve 27.ayetlerde “şükretme kapasitesi”, 27.ayette “ihanetin ne olduğu”, 28.ayette ise “mal ve çocukların bir imtihan olduğu” gerçeği anlatılmaktadır.[10]
Enfâl suresi Bedir Savaşı ile ilgili olduğuna göre, furkân kavramına Râzî’nin kabul ettiği şu manayı verebiliriz: Allah sizinle kâfirlerin arasını ayırır. İnkârcılarla müminlerin arasındaki ayırıcı vasıfların tamamını kapsamına almaktadır. Takva denen akıl/zihin olgunluğuna eren müminlerin aklıselim boyutu, davranışları ve ahlâkı, kâfırlerinkinden farklıdır. Bu farklar kişinin aklını selimleştirmesiyle Allah’tan gelmektedir. Demek ki müminin furkân olması, onun aklını selimleştirmesiyle oluşan aklıselim olarak düşünce, niyet, samimiyet ve davranış yönünden farklı olması anlamına gelmektedir.

( b ) “Suçlarınızı örter (ve yükeffir anküm seyyiâtiküm).”

Ayetin bu bölümündeki seyyiât sözcüğünü, “ayıplar” olarak manalandırmak mümkündür. Bu anlamı verirken delilimiz ne olabilir? A’râf/20. ayetinde bu sözcük “ayıp yerleri” anlamına gelmektedir. Şeytan, Âdem ile eşini yasak meyveden yedirterek, avret yerlerini kendilerine göstermek istedi.
Bu ifadeye “suçlarınızı örter” yerine, “ayıplarınızı örter” meâlini vermek daha iyi olacaktır. Avret yerlerini örtmenin anlamı, insanı utandıracak çirkin hareketlerinden kendilerini uzaklaştırmaktır.
Keffera kelimesi, “tohumu toprağın altında örtmek” anlamına gelmektedir. Bu kelimeye “kötü eylemleri görmezlikten gelmek, onları silmek” manası da verilebilir. Bu İlâhî eylemi, ayetin başındaki takvâ eylemine bağlamak gerekiyor. Mümin, Allah’a karşı sorumluluk bilincinde olursa, Yüce Allah da onun ayıplarını, kötülüklerini örtecektir.
Demek ki takvâ öyle bir ruh olgunluğudur ki, Allah’ın, ayıpları örtmesine neden olmaktadır. Takvâ denen bilinç, ayıpların Allah tarafından örtülmesine neden olmakta ve ayıpların/kötülüklerin örtülmesi manasına gelmektedir. Takvâ denen “mânevî bağışıklık sistemi”ne sahip olmayanlar, mânen çıplak durumda olduklarından, ayıpları ortada durmakta ve şeytanın etkisine açık halde bulunmaktadırlar. Takvâ denen akıl/zihin olgunluğunu gösteren müminlerin bu çıplak durumunu Allah örtmektedir.

( c ) “Sizi bağışlayacak (ve yağfir leküm).”

Ayıplarını/kötülüklerini örtmekle bağışlamak arasındaki temel fark, ayıp kavramının bu dünya ile ilgili olması, bağışlamanın ise ahretle ilgili olmasıdır. Ahrete uzanan yanlış eylemlerin bağışlanması, affedilmesi ile ayıpların örtülmesi, farklı eylemlerdir. Onun içindir ki, bu iki durum ayette ayrı ayrı ele almaktadır. Allah’ın koruması altına girme eylemi, ahrette sadece ödül kazandırmamakta, aynı zamanda başka günahların affını da getirmektedir.[11]
Allah, insanın bir eylemine üç karşılık vermektedir. Yani Yüce Allah, müminin bir adımına üç adım ile yanıt vermektedir. Ama bu büyük karşılığı müminin Kur’an’la furkanlaşması sağlamaktadır. Kur’an’la kendini furkanlaştıran müminlere günümüzde o kadar çok ihtiyaç var ki.. Bu ramazan ayında ülkemizde Kur’an’la furkanlaşma bilincini oluşturma konusunda Yüce Allah’ın, anlaşılması için kolaylaştırdığı Kur’an’la herkese kolaylıklar ihsan buyurmasını diliyorum.
“Ant olsun ki Kur’an’ı düşünenler için kolaylaştırdık.”(Kamer/17)

SEDAT ŞENERMEN

Kaynakça
[1] Râgıb el-İSFAHÂNÎ, EL-Müfredât, “F-r-k” md., s.377; FÎRÛZÂBÂDİ, Basâir, “F-r-k” md., Cilt: IV, c.186.
[2] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.2, s.612.
[3] İbn MANZUR, Lisânü’l-Arab; c.7, s. 82- 85; ZEBİDÎ, Tâcü’l-Arûs; “f-r-k” mad.
[4] Râgıb el-İSFAHÂNÎ, EL-Müfredât, “F-r-k” md., s.377.
[5] FÎRÛZÂBÂDİ, Basâir, “F-r-k” md., Cilt: IV, c.186.
[6] Ejder OKUMUŞ, Kur’an’da Kur’an, İstanbul, 1990, Dünya Yayıncılık, s.13.
[7] Muhammed ÇELİK, Kur’ân Kur’ân’ı Tanımlıyor, İstanbul, 1998, Şule Yayınları, s.190.
[8] Muhammed ÇELİK, Kur’ân Kur’ân’ı Tanımlıyor, 192.
[9] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, cilt: 13, s.456.
[10] ve [11] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, cilt: 7, s.553-554.