Bir millet düşünün ki; özellikle üç kötülüğü doruğuna çıkarmış olsun demiş, 1855-1857 yıllarında Fransa’nın Atina Büyükelçisi olan LA GORCE,“Çağlar Boyu Yunanlılar” kitabında.
Kendini beğenmişlik, yalancılık ve lüksü.
Kaldı ki; bu davranışlar riyakarlıkile özdeşleşmiş “Grek Kültürü”nün gelenekleşmiş bir yansıması olarak da göze çarpmaktadır.
Nisan ayı sonunda Cenevre’de yapılacak Kıbrıs görüşmeleri öncesinde,Türkiye’yiziyaret eden Yunan Dışişleri Bakanı’nın basın toplantısındaki saldırgan tutum ve davranışı, sanırım diplomasi tarihine kötü bir örnek teşkil edecektir.
Pervasızca, küstahça ve haddini aşarcasına…
Sadece Türk değil, Yunan kamuoyunda da hayal kırıklığı yaratırcasına…
“Şecaat arz ederken merd-ikıbti sirkatinsöyler”deyiminde olduğu gibiYunanlının, düşüncelerini açığa çıkartarak aynı şeyleri tekrar tekrar söylemesi ve ifade etmekten kendini alamaması, bilinçaltına yerleştirdiği Türkiye paranoya kaynaklı depresyon belirtileri olsa gerek.
Kimi zaman istemeden yaşadığı, kimi zamanda kaygı ve dürtülerinden kendini yapmaktan alıkoyamadığı bu takıntılarının ve zorlamaların arkasında yatan yegane düşünce, kendi yarattığı miti olan“Megali İdea”dır.
Bu ülküsü, her iktidar değişikliğinde nüksetmekte, “Batı Trakya, Ege Denizi ve Kıbrıs ile ekseninde oluşturmaya çalıştığı dezenformasyon niteliğindeki söylemleri ve oldu-bitti içeren eylemleri” ile çözümsüzlük noktasında hareket etmektedir.
Nedense, kuvvet karşısında her seferinde dize gelen bu devlet, hegomonik güçlerin desteğiyle hedefine ulaşabileceği düşüncesini devam ettirmeyi, her durum ve şartta kendine misyon ve vizyon edinmiş durumundadır.
Yunanlının en büyük hatası, hayali tehdit üreterek, bunun peşinden sürüklenmek ve zamanla buna inanmak olmuştur.
Yunan Dışişleri Bakanı, tehdidin Doğu’dan geldiği iddiası, içte Türk düşmanlığını devamlı surette canlı tutmak ve iç politika malzemesi yapmak isteğinden kaynaklanmaktadır.
Daha barışçı ve birleştirici bir dilin kullanılmasının ümit edildiği bir dönemde, Yunan Bakan’ın Türkiye’yi hedef alan ifadeleri, müteakip günlerde yapılacak görüşmeleri de dinamitleyecek niteliktedir.
Tehdit edileceği dürtüleri nedeniyle sorunları doğru analiz etmeden, çözüm noktasını başka mecralarda araması “bulanık suda balık avlamaktan öteye de geçmeyecektir.”
Hal böyle olunca, askeri mülahazalar bağlamında taktik ve operatif sahada tek başına hareket etmek istemeyen ve kuvvet karşısında dize geleceği düşüncesinde bulunan Yunanistan’ın, dış politika ekseninde hedeflerine üçüncü ülke ve kuruluşlar nezdinde ulaşma çabaları da, beyhudedir.
Kendi jeopolitikasının zorunlu kıldığı koşullar içerisinde hedeflerini evrensel bir politika platformunda saptamak zorunda olan Türkiye’de; hak ve menfaatlerini koruma ve kollama kararlılığından asla geri adım atmamalıdır.
Artık tüm dünya ve Yunan halkı şu gerçeği görmelidir.
Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden itibaren günümüzde ulaşılan sınırları incelendiğinde, hangi ülkenin mütecaviz emeller beslediği apaçık ortadır.
Türkiye, Lozan antlaşması çerçevesine dönülmesini arzu etmektedir.
Doğu tarafı Türkiye’ye ait Ege Denizi, güvenlik, ekonomik ve sosyolojik bir bütünlük içerisinde Türk ve Yunanlılar tarafından işletilmelidir.
Kıbrıs Adası’nda, iki farklı halkın oluşturduğu iki ayrı, eşit ve egemen devlet KKTC ve GKRY vardır.
Paylaşılamayan deniz Doğu Akdeniz’de, Türkiye’siz mutabakat mümkün değildir.
Neticede; “Barış İklimi” Türk ve Yunan diyaloğu ile yaratılabilir.
Basın toplantısında, ağzından AB’yi düşürmeyen ve tehdit dili kullanan YunanDışişleri Bakanı’nasöylenecek en uygun sözse…
“Dünya, bir sahnedir; herkes rolünü oynadıktan sonra çekip gider” diyen17. yüzyılda yaşamış Hollandalı Wigardus Winschooten’un ifadesinde saklıdır.
İSMET HERGÜNŞEN