FETHULLAHÇI DARBE İSLAMCILIĞIN HEZİMETİDİR

Cumhuriyet’in çağdaşlaşma, milletleşme yönündeki atılımına karşı olan olanlar, emperyalizm destekli Gülen cemaati darbesini de Cumhuriyet’in “tepeden inme” ve “İslamcılık siyasetine aykırı” olmasına bağlıyorlar. İslamcıların çoğu, açık konuşmasalar da Cumhuriyet’i kuranların, padişahlığa ve halifeliğe son vermek, egemenliği millete vermekle İslam’a aykırı davrandıklarını düşünüyorlar. Bu anlayışın temsilcileri darbenin nedenini de Atatürk döneminde başlayarak, İslamiyet’in horlanmasından, Hıristiyanlığa ait olduğunu düşündükleri laikliğe bağlıyorlar. Bir zamanlar cemaat savunucusu olan gazeteci Nagehan Alçı “Gülen hareketini Kemalistler büyüttü” diyor. Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ın kaleminden İslamcılık güzellemesi ise şöyle yansıyor:

“İçinde yaşadığımız dünya, sadece Batılıların kurdukları bir dünya. 
Rönesans ve Reformasyon’la birlikte başlayan, “aydınlanma devrimleri”, siyasî devrimler ve iktisadî devrimlerle oluşan ve sonuçta Batılıların dünya üzerinde hegemonya kurdukları bir dünya bu. Biz buna modernliğin meydan okuması diyoruz. Modernlik, dini hayattan uzaklaştırdı. Sekülerizmi, dinselleştirdi…

“Laiklik/sekülerizm, Batılıları özetleyen yegâne kurucu çerçeve olduğu için, Laik Türkiye, kendi medeniyet iddiaları olmayan, başkalarının dünyasında oraya buraya sürüklenen bir nesne sadece…Türkiye’nin sekülerleşme/Batılılaşma serüveni, tepeden laik bir toplum icat etme talihsizliği, çıkmaz bir sokağın içine itilmesi yani! Kemalizm, toplumu sekülerleştirme projesiydi. Bu toplumun bin yıl boyunca dünya tarihini yapmasını mümkün kılan İslâmî iddialarını terketme, inkâr etme fikri.”

Bu İslamcı iddiaları sıralarsak;

a) Laiklik Batı (Hristiyanların) medeniyetinin değeridir,

b) Türkiye, başkalarının (Batılıların) medeniyetini yaşamaktadır.

c) Türkiye’nin sekülerleşme (laikleşme)/Batılılaşma serüveni, halkın istemediği bir durumdur, tepeden inmedir.

d) Kemalizm, halkın İslâmî iddialarını terketme, inkâr etme fikridir.

e) Modernlik, dini hayattan uzaklaştırdı.

Laiklik, kiliseye karşı özgürleşmenin motorudur, yani zorunlulukların ürünü olarak ortaya çıkmıştır, akılcı, bilimsel düşünme, halkın egemenliği üzerine almasının bir yöntemidir. Dolayısıyla laiklik Batı’nın içindeki kurumların (kilise, krallık, halk, burjuva) bazılarının diğerine karşı ittifakı şeklinde bir mücadele ürünüdür. Batı’nın batı ile çatışması söz konusu olduğu için laiklik mücadelesinin esas olarak Avrupa’da olması laikliği Hristiyan dünyasına ait bir değer yapmaz. Laiklik, aklı, bilimi referans alan her insanın değeridir.

Türkiye’nin Batılılaşma serüveni yoktur ama laikleşme, çağdaşlaşma serüveni vardır. Kaldı ki Batı uygarlığı denen kültür de Batı’da doğmamıştır. Sümer, Mısır, İslam birikimiyle yoğrulmuştur. Mimar Sinan, Farabi, İbni Sina gibi İslam uygarlığına ait isimlerin eserleri yüzlerce yıl Avrupa’da okutulmuştur. Ülkemiz Kurtuluş Savaşıyla sadece özgür vatan kurmamış, aynı zamanda çağdaşlaşmanın önünde engel olan emperyalist Batıya mücadele etmiştir. Batılılaşma=Laiklik eşitliği kurmak yanlıştır. Egemenliğin millete ait olması, kadın-erkek eşitliği, hukukun üstünlüğü laikliğin yansımalarıdır ve çağdaşlaşmayı sağlamaktadır.

Türkiye’deki laiklik mücadelesi Osmanlı’da başladığı için Kemalizm, halkın İslâmî iddialarını terk etme, inkâr etme fikri değildir. Kaplan egemenliğin padişah yerine millete verilmesini, kadının mirasta, toplumsal yaşamda, hukukta erkekle eşit olmasını, şeyhin müridi olmak yerine Cumhuriyet’in bireyi olmayı “İslâmî iddialarını terketme, inkâr etme” olarak görüyor anlaşılan. Oysaki Türkiye Cumhuriyeti, dinin yönetimde, siyasette, hukukta referans alınmayacağını ortaya koyarak dinin araçsallaştırılmasının önüne geçmiştir.

Modernliğin dini hayattan uzaklaştırdığını iddia edenler, darbeyi yapanların dinsel bir güdüyle hareket etmesini açıklayamaz. Aksine din, egemen sınıfın elinde emekçi mücadeleleri bastıran, halkın aza kanaat etmesi, “fıtrat” gereği demesi yönünde kullanıldığı için halkı ikna etmede önemli bir araçtır. Sömürünün aracı olarak dinin kullanılmasına izin verildiği için diğer darbelerden daha fazla dini yön ön plandadır, zaten darbe dinsel bir gruptan gelmiştir.

“Cumhuriyet dönemi politikalarının darbe girişimine neden olduğu” iddiası doğru değildir.  Gerçek ise dini siyasete, yönetime, zenginleşmeye araç edenler Cumhuriyet’in yıkımına neden olmuştur. “Gülenizm, İslâm’ı protestanlaştırarak dönüştürme, direnç noktalarını kırma, ruhunu yok etme, küresel sisteme boyun eğdirme projesidir” diyen İslamcılar ve liberaller emperyalist küresel sisteme karşı çıkmamışlardır.  İnsanı nesnelerin tutsağı eden kapitalizme karşı gelmemişlerdir. Irak’ın, Suriye’nin  işgalinde eleştirdikleri Batı’nın taşeronluğunu yapmışlardır. 

Gülen cemaatinin “İslam’ı temsil edemeyeceği” iddiasına İslam’ı temsil ettiğini düşünenlerin de Sivas, Kahramanmaraş, Çorum gibi illerimizde katliamlarını hatırlatalım. Onlar da temsil etmiyorsa demek ki bu işin bir temsil meselesi olmadığını, İslamcılık siyasetinin mezhepçiliği, katliamı getirdiğini söyleyebiliriz. Din, bireysel alandan taşıp iktidar amaçlı kullanıldıkça dini yorum, her cemaate, tarikata, hatta kişiye göre (zaten cemaat ve tarikatların çoğu bir kişiyle başlar) değişmekte ve şiddetin kaynağı olmaktadır. Dahası bu gruplar, darbede görüldüğü gibi kendinden olmayanları ve Cumhuriyet’i hedeflerine alırlar. 1993 yılında Pir Sultan Abdal şenliklerine davetli olarak Sivas’a gelen 35 aydın, sanatçı ve yazar yakılırken “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak” sloganları atılmıştır.

Darbeye Cumhuriyet, laiklik değil, 1950’lerle Adnan Menderes’in Said Nursi’nin ellerinin öpmeyle, “Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” ile başlayan hoşgörüden uzak, bağnaz din yorumunu destekleyen iktidarlar, şeyhler, tarikat ve cemaatler neden olmuştur. Kaldı ki Cumhuriyet öncesine baktığımızda din eksenli siyaset yürüten Kadızadelilerin Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik darbesini görebiliriz. 

15 Temmuz gecesi yaşananlar Suriye’de yaşananları aklımıza getirdiyse dinin amaç için araç olarak kullanılmasına karşı çıkmamız gerekir. Darbenin din eksenli bir gruptan gelerek dini referans alan bir partiye yönelmesi, şeriata ve ümmet kültürüne dayalı bir anlayışıyla halkın onayı almasını zora soktu. İslamcılık siyaseti Mısır, Suriye, Tunus, Irak gibi ülkelerde de zordadır. Irak’ta şeriat rejimine karşı çıkarak laikliği savunan din adamı İyad Cemaleddin, “bize Iraklı Atatürk lazım” diyerek Irak’ı bir arada tutmanın tek yolunun laiklik olduğunu söylemiştir. Libya’da da Kaddafi dönemi özlemi artıyor. Tunus’ta Müslüman Kardeşler hareketinin partisi Ennahda’nın lideri Raşid Gannuşi, İslamcı politikaya gerek kalmadığını ve dini siyasetin merkezine koymayacağını açıkladı. İslamcı-laik tartışması artık geride kalmış. Ennahda siyasi İslam’ı terk edecek, Demokratik İslam’ı benimseyecekmiş.

İslamcılık siyaseti yeni darbelere davetiyedir. Darbelerin önüne geçmenin yolu Cumhuriyet politikalarına, laikliğe sarılmak, dini, siyasete ve yönetimine karıştırmamaktır.

NOT: Fethullahçı darbe özelinde İslamcılığın hezimetini ve bu darbeden laiklik ve dinsel hoşgörü yönünde alınacak dersleri “Laikliği Doğru Anlamak” eserimden daha geniş okuyabilirsiniz.

Mustafa Solak