Uzaydan bakıldığında dünyanın mavi bir gezegen olarak görülmesinin temel nedeni su. İnsanoğlu bir su gezegeninde yaşıyor. 1,3 milyar km. küplük bir hacim ve 361 milyon km. karelik bir alandan bahsediyoruz. Yerkürenin % 70’i okyanus ve denizlerle kaplı. Gezegendeki tüm suların %97’si okyanus ve denizlerde bulunuyor. Eğer dünyayı bir portakala benzetirsek 8 milyar insanın yaşadığı alan sadece iki baş parmağımızla bastırdığımız alan kadar. Diğer yandan 8 milyar insanın soluduğu havadaki temiz oksijenin %75’i okyanus ve denizler altındaki planktonlardan kaynaklanıyor. Okyanus çok sayıda benzersiz tür ve ekosistem için yaşam alanı sağlarken, milyarlarca insanın bel bağladığı balıkçılığı destekliyor. Ayrıca iklim krizine karşı çok önemli bir tampon görevi üstleniyor. Son on yıllarda dünyanın aşırı ısısının %90’ından fazlasını okyanuslar emdi.
OKYANUSLAR VE DENİZLERDEKİ PLASTİK ATIKLAR
Mavi Gezegenimiz hızla kirleniyor ve yok oluşa sürükleniyor. Canlı türlerinin %25’inin yok olma tehdidiyle karşı karşıya kaldığı bir ortamda, katı ve sıvı atıklar, karbondioksit emisyon artışı, asitleşme ile küresel ısınma bu sürecin baş aktörleri. Tarım ve kalkınma nedeniyle kirlilik, ormansızlaşma ve habitat tahribatı, şimdiden tüm karaların %75’ini ve deniz ortamlarının %40’ını değiştirmiş durumda. Doğaya özellikle okyanuslara en büyük zararı plastikler ve türevleri ile kimyasal atıklar veriyor. Artık okyanuslarda 2000 mil mesafelerde dahi yüzen katı atıklar görülüyor. Pasifik Okyanusu’nda Hawaii Adası’nın 600 mil kuzeyinde, 1970‘li yıllardan itibaren oluşmaya başlayan ve bugün Türkiye büyüklüğünde plastik çöp adası var. Okyanuslardaki katı atıklar son 50 yılda 100 kat arttı. Okyanus ve denizlerinde her 3 km²’ye 40,000 plastik çöp düşüyor. Sadece Pasifik’te 18 milyon plastik çöpün dolaştığı değerlendiriliyor. Denizlere ve okyanuslara her saat başı, çoğu plastik olan 800 ton çöp atılıyor. Okyanusların ve denizlerin üzerinde dolaşan çöplerin yaklaşık 10 katı deniz ve okyanus diplerinde çözülmeyi bekliyor. Denize atılan bir plastik pet şişenin 200 yılda çözüldüğü göz önüne alınırsa durum vahim.
ENDÜSTRİYEL ATIKLAR
Kimyasal atıklar da mavi gezegenimizi mahvediyor. Her yıl 450 milyar m³ arıtılmamış endüstri atığı deniz suyuna salınıyor. Endüstri atıkları arasında petrol/gaz sondaj tesisleri ile kara içlerinde nehirlere verilen kimyasal ve biyolojik atıklar öne çıkarken, denizlerde dolaşan yaklaşık 50 bin civarındaki büyük tonajlı ticaret gemisinin sıvı atıkları ile Amazon, Missisipi, Yangtze, Nil, İndus, Ganj, Tuna gibi dünyanın sayılı büyük nehirlerine, kara içlerinde bırakılan kimyasal sıvı atıklar rol oynuyor.
AZALAN BALIK STOKLARI
İnsanoğlunun aç gözlülüğü ve zengin ülkelerdeki hedonistlerin sınır tanımaz ve tatmin edilemez ihtirasları sonucu aşırı avlanma sonucu okyanus ve denizlerdeki balıklar da tükenme aşamasına geldi. Örneğin Japon ve Çinli zenginler köpekbalığı yüzgeç çorbası içmeyi seviyor. Bunun için yakalanan köpek balıklarının sadece yüzgeci kesilip denize bırakılıyor. 1950 yılından bu yana denizlerdeki ticari değeri olan balık stokları %90 oranında düştü. Gelişmiş ülkeler gelişmekte ve gelişmemiş ülkelere nazaran, doğayı 5 kat daha fazla kullanıyor ve tahrip ediyor. Diğer yandan artan karbonizasyon sonucu aşırı asitleşme ve özellikle suni gübre atıklarının nehirler yolu ile okyanus ve denizlere karışmasının büyük rol oynadığı kirlenme nedeniyle, Meksika Körfezi’nden Baltık Denizi’ne kadar halen okyanus ve denizlerin 600 değişik bölgesinde, her biri Hollanda büyüklüğünde tamamen çölleşmiş ve biyolojik hayat olmayan alanlar oluştu. Okyanus ve denizlerdeki bu gerileme koruma altındaki mercan denizlerindeki biyolojik yok oluştan en derin deniz çukurlarında yaşayan canlılarda biriken zehirli kimyasallara kadar okyanus ve deniz ekosistemlerinde gözleniyor. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) 2022’de deniz türlerinin en az %41’inin iklim değişikliği riski altında olduğunu söylüyor. Diğer yandan endüstriyel balıkçı filoları büyüyor ve acımadan katliam tarzı aşırı avlanma yapıyorlar. Örneğin Fiji Adası Hükümeti 2020 yılında hazırladıkları raporda ülkeleri için en ciddi güvenlik sorununu yasadışı ve düzensiz balıkçılık olarak belirlemiş durumda. Tüm bu karmaşaya değişen iklim koşullarını da ekleyelim. Isınan okyanuslar, eriyen buzullar tüm doğal dengeleri alt üst ediyor. Geleneksel balıkçılık paternleri değişiyor. Yeni balık kaynak arayışı devam ediyor. Kutuplardaki buzulların erimesi, Rusya, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin yüksek gelirli balıkçılığını bile etkilemeye başladı. Örneğin Pasifik orkinos stoklarının doğuya doğru göç etmesi balıkçılık sektörlerini derinden etkiliyor. Diğer yandan Yükselen deniz sıcaklıkları, kirlilik ve hidrografik değişiklikler sudaki canlı hayatını değiştiriyor. 100 yıl içinde birçok türün nesli tükenebilir veya büyük ölçüde tehlike altında olabilir. 2017 yılında yapılan bir araştırma, dünyanın bir yeni biyolojik yok olma sürecinden geçtiğini öne sürüyor, bir zamanlar gezegeni insanla paylaşan toplam hayvan sayısının yarısının çoktan yok olduğunu savunuyor. Bilim insanları bir milyon kadar bitki ve hayvan türünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ve birçoğunun onlarca yıl içinde yok olabileceğini savunuyorlar. 1500’lerden bu yana, 15 cins okyanus canlısı dünya okyanuslarından kayboldu. Birçoğunun fotoğrafı hiç çekilmedi. Son otuz yılda, dünyadaki mercan resiflerinin yaklaşık %50’si deniz suyu ısısı artışı nedeniyle öldü. Geri kalanların %33’ü yok olma riski ile karşı karşıya. Benzer şekilde deniz memelilerinin üçte biri ve 72 deniz canlısı türü aynı riskle karşı karşıya.
Küresel Okyanus Anlaşması Böylesine karamsar bir çevresel konjonktürde 4 Mart 2023 tarihinde son 20 yıldır devam eden müzakereler sonrası 200 devletin katılımı ile ‘’Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitliliğin Korunmasına Yönelik Anlaşma’’ imzalandı. İmzacı devletlerin iç hukuk onay süreçleri tamamlanınca diğer adıyla Küresel Okyanus Anlaşması veya BBNJ (The Agreement Under the United Nations Convention on the Law of the Sea on the Conservation and Sustainable Use of Marine Biological Diversity Beyond National Jurisdiction) yürürlüğe girecek. Devletlerin deniz yetki alanları dışında kalan açık deniz alanlarında deniz biyolojik çeşitliliğinin sürdürülebilir kullanımı ve korunmasına yönelik anlaşmanın geçerli olduğu açık deniz alanı BM üye devletlerin deniz yetki alanları (karasuları, kıta sahanlığı, bitişik bölge ve münhasır ekonomik bölge) dışında kalan ve yaklaşık okyanusların %60’ını kaplayan 240 milyon km karelik bir alana denk geliyor. Anlaşma, 2030 yılına kadar devletlerin deniz yetki alanları dışında kalan açık deniz okyanus alanlarının %30’unu koruma altına almayı hedefliyor. Bugüne kadar açık denizlerin sadece %1,2’si koruma altına alınmıştı. 1982 yılında imzalanan ve 1994 sonunda yürürlüğe giren BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) III, ulus devletlerin kıyı hattından 200 mile kadar uzanan münhasır ekonomik bölgelerinin veya 350 mile uzanan kıta sahanlığı ötesinde kalan açık deniz alanlarının (high seas) korunmasına yönelik yeterli güçte ve etkinlikte kurallar ve egemenlik düzenlemelerine sahip değildi. BMDHS III Md.156 çerçevesinde merkezi Jamaika’da bulunan (International Seabed Authority-ISA) ‘’Uluslararası Deniz Yatağı Makamı’’ okyanusların ulus devletlerin deniz yetki alanları dışında kalan ve kıyısı olsun olmasın tüm devletlerin ortak mirası olduğunu kabul ederek ortak zenginliklerin paylaşımını düzenlemek için kurulmuştu. Ancak ABD gibi bazı büyük denizci devletler ISA otoritesini tanımak istemediğinden BMDHS’e imza koymamıştı. Bunu önlemek için 1994 yılında Uygulama Anlaşması ile Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinin (BMDHS) Saha’daki kaynakların işletilmesine ilişkin hükümler dahil olmak üzere Uluslararası Deniz Yatağı Makamının yetkileri gibi konularda değişiklik yapıldı. Bu Uygulama Anlaşmasının kabul edilmesindeki amaç ABD başta olmak üzere açık deniz rejimine ilişkin çekinceleri olan gelişmiş ülkelerin BMDHS’ye taraf olmasını sağlamaktı. BBNJ Anlaşması yeni dönemde ulusal deniz yetki alanlarının ötesindeki deniz alanlarında deniz koruma bölgesi ve alan temelli koruma araçları ilan edilebilmeye imkân sağlamaktadır. Bu hususta Anlaşma tarafları oydaşma ile karar alacaktır. Deniz Koruma bölgeleri ve alan temelli koruma araçları aynı zamanda o bölgede balıkçılık faaliyeti yürütülmesini de engelleyecek şekilde ilan edilebilecektir. Diğer yandan aradan geçen 30 yılda okyanustaki insan faaliyetleri, endüstriyel balıkçılık, deniz ticaret filoları, gelişmekte olan derin deniz madenciliği endüstrisi ve okyanusun genetik kaynaklarının ilaç endüstrilerinde kullanma yarışının başlaması bu ihtiyacı çok daha hızlandırdı. Diğer bir deyişle iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı ve kirlilik gibi çevresel kaygılar öne çıkınca yeni bir anlaşma gerekli oldu. Böylece BM’de 20 yıl önce başlayan müzakereler süreci sonunda uzun süredir kanunsuz olan açık deniz alanlarındaki aşırı avlanma ve yağmacılığın önünü kesecek ve deniz yaşamını korumak için yasal bağlayıcılığı olan anlaşma ortaya çıktı. Bu anlaşma ile hiçbir devletin egemenlik ve yetki alanına girmeyen açık deniz alanlarında biyolojik çeşitliliği korumak üzere deniz koruma alanları oluşturmak ve yönetmek; derin deniz madenciliği gibi ticari faaliyetlere başlamadan önce okyanus ekosistemine potansiyel zararları değerlendirmek ve okyanus kaynaklarını paylaşma taahhüdünde bulunmak mümkün olacak.
ŞİMDİ YENİ BİR TEHDİT BELİRİYOR: DENİZ DİBİ MADENCİLİĞİ
Küresel Okyanus Anlaşması her ne kadar biyo çeşitliliği korumaya ve okyanusların kirlenmesine yönelik tedbirleri içerse de deniz dibi madenciliği için de yeni fırsatlar sunuyor. Zira artık arkalarında uluslararası bağlayıcılığı olan bir anlaşma vardır ve bu anlaşma çok büyük sanayi yatırımlarının sigortalanması ve anlaşmazlıkların çözülmesi için alt yapı sağlayacaktır. Bu aşamadan sonra, okyanus tabanında maden çıkarma akımı başlayabilir. Bu anlaşma sonrası karadaki madencilik artık suyun altına intikal edecektir. BMDHS III’e göre kaynakların bir bütün olarak insanlığa ait olduğu belirtilirken madenciliğin mümkününce çok insana fayda sağlamak üzere yönetilmesi isteniyor. Diğer yandan 1994’te okyanus tabanından ilaç ve müstahzar üretiminde kullanılan deniz dibi genetik kaynakları çıkarılmıyordu. Bu kaynaklar özellikle son 20 yılda gelişmiş AB devletleri tarafından kanser ilacı üretiminde kullanılmak üzere yoğun şekilde çıkarılmaya başlandı. Ticari açıdan büyük kazanç getiren bu kaynakların insanlığın ortak mirası olarak kullanılması zarureti de Okyanus Anlaşmasının kodifiye edilmesini hızlandırdı. 4 Mart 2023’te imzalanan Anlaşma artık hukuki alt yapıyı oluşturarak teknik düzenlemeler süreçlerini başlatacak. Diğer yandan okyanus tabanından bakır, nikel ve kobalt gibi minerallerin çıkarılmasının, karadaki madenlerden çıkarılmasından daha sürdürülebilir olduğunu savunan derin deniz madenciliği şirketleri için de yeni cephe açılmış oluyor. Dolayısı ile vahşi kapitalizm nadir metallere son derece muhtaç bir endüstriyel konjonktürde okyanus tabanına hücum edecektir. Bu durum başta gürültü ve ışık olmak üzere derinlerdeki sessiz ekosistemleri bozacak ve halen hızla kirlenen ve çöl alanların oluştuğu okyanus tabanı, yüksek teknoloji kullanan teçhizatla yüzbinlerce mil karelik alanlarda madencilik yapan firmalar sayesinde mavi gezegene geri dönüşü olmayan zararlar verebilecektir. Pek çok bilim insanına göre derin deniz madenciliği sosyal meşruiyetten yoksundur. Fransa başta olmak üzere bazı devletler bu alanda bir moratoryum çağrısında bulunuyorlar.
GELECEK
Türkiye BMDHS III’e taraf değildir. Ancak BBNJ’ye taraftır. Bu çok değerlidir. Akdeniz gibi tüm okyanus alanlarının %1,7’sine sıkışmış bir devlet olarak, büyük okyanus alanlarından ve diplerinden halkının refahı için azami yarar sağlamalıdır. Günümüzde başta nadir metaller (rare earth metals) olmak üzere deniz dibinden çok değerli madenler çıkarılıyor. Genelde ulus devletlerin kendi deniz yetki sahaları içinde yaptığı bu faaliyetler BBNJ Okyanus Anlaşmasının yürürlüğe girmesiyle yakın zamanda olmasa da orta ve uzun vadede büyük endüstriyel firmalar ve küresel endüstri devleri tarafından okyanusların açık deniz alanlarına taşınacaktır. Bu alanların %30’u korunmalı alan olduğuna göre geri kalana talep patlaması başlayabilecektir. Bu alanların BBNJ Anlaşması ve daha sonra yayınlanacak teknik düzenleme enstrümanları ile kontrolü sağlanırken, karaya hapsolmuş devletlerin dahi bu zenginliklerden pay alması sağlanacaktır. Türkiye de gerek kapasite geliştirilmesi gerekse doğrudan bu yatırımlara MTA ve TPAO gibi kurumlarımız üzerinden dahil olarak refah paylaşımında aktif rol almalıdır. Bu anlaşmanın okyanus alanlarındaki canlıları ve biyo çeşitliliği korumayı hedeflemesi de çok önemlidir. Özellikle genetik kaynakların ticari değerinin her geçen gün artması sonucu aşırı tüketim ve bu alanda faaliyet gösteren firmaların tekelleşmesi BBNJ sayesinde önlenebilecektir. Bu anlaşma müzakereleri sırasında Türkiye heyeti BM’de ortak ekonomik çıkarları savunmak üzere kurulan 134 ülkeden oluşan ve G77 olarak bilinen grupla birlikte hareket ederek çıkarlarımızı etkinlikle savunmuştur. Bu sayede BMDHS’ye taraf olmayan devletlerin hukuki durumunun BBNJ’ye taraf olmakla etkilenmeyeceği kayda geçirilmiştir. Ayrıca etkin müzakereler sonucu ticari değeri artan deniz genetik kaynaklarının insanlığın ortak mirası prensibi kapsamında yani her devletin hak talep edebileceği esaslar paralelinde işletilmesi kararlaştırılmıştır. Endüstri devi devletlerin denizlerin serbestisi ilkesi çerçevesinde bu kaynaklara gücü yetenin çıkarması tezine karşılık çok değerli bir kazanımdır. 1982 BMDHS III müzakere sürecinden sonra ülkemizi ilgilendiren bu anlaşmanın müzakere sürecine katılan Dışişleri heyetimizi ve akademisyen temsilcilerimizi kutlarım.
Cem Gürdeniz