Seçime sayılı günler kaldı.
Ama gelin görün ki, çok partili sisteme geçildikten sonra insancıl düşüncelerin yerini alan salt iktidar olmak ya da iktidarda kalmak için doğru olmayan söylem ve vaatler.
Türk insanının temel değerlerini savunmak ve yaşatmak varken oy için yapılan bazı açıklamalar ve kullanılan üslup kabul edilebilir değil.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının demokratik, laik, sosyal ve hukuk devleti kimliğine de zarar vermektedir.
Zaten kaldı mı? Diyenler olabilir.
Bu coğrafyada büyük sakıncalar doğurmuş objelerin siyasal bir çıkar aracı olarak kullanılmasında da ısrar ediliyorsa, demek ki geçmişten hiç ders alınmamıştır.
İnanç ve etnik sömürücülük zemininde yapılan açıklamalar ise kimseye yarar sağlamamıştır.
İnsanları dinden soğutan, din karşıtlığına neden olan Müslüman çoğunluklu ülkelerde meydana gelen olumsuz tablo da ortadayken.
Sosyo kültürel yapıda çözümü mümkün olmayan tahribatlara yol açan inanç ve etnik eksenli yönetimlerin, ülkeleri ne hale getirdiğini görmek için geniş İslam coğrafyasına bakmak yeterlidir.
Ekilen nifak tohumları, o ülkelerde kan, gözyaşı, ölüm ve nefretten beslenen yeni kitleler türetmiştir.
Siyasal bir çıkar aracı olarak halka yeni bir yaşam tarzı aşılamak ve bir takım eğilimleri aksiyon haline getirmek de zarar vermiştir.
Devlet yetkisini ve gücünü yasa dışı oluşumlarla kullanma girişimlerinin demokratik yöntemlerle yapılması gereken bir seçime şaibe karıştırılmasına neden oluşturacaktır.
Seçmenler üzerinde hakim kılınmaya çalışılan karmaşa, kargaşa ve kaos ülkemizi üçüncü dünya ülkesi görünümünden öteye götürmeyecektir.
Günümüzde toplumsal belleğin üzerini örtmek de artık kolay değildir.
Fikir ayrılıkları, kutuplaşma, zıtlaşmalar ideolojik zeminde kabul görse bile yolsuzluk, rüşvet ve hukuksuzlukların kapatılmasına yetmemektedir.
Terör örgütleri ve çağdışı mihraklarla iltisaklı olan yapılardan yararlanma ve sonuç alma çabaları da çağdaş demokrasilerin oluşmasında en büyük engeldir.
Ülkemiz bir zamanlar bulunduğu coğrafyanın özelliklerinin ötesinde evrensel hukuku içselleştirmiş ülkelerle anılmaktaydı.
Sadece İslam Dünyası’nda değil, küresel denklemde demokrasiye geçiş süreçlerinde, “Türk Demokrasisi” rol model ülkeydi.
Sosyal ve ekonomik katmanlarda yaşanan daralmalar, sancılı olan demokrasimizin daha sorunlu bir hal almasına, alınan her karar ve icraatın sorgulanmasına neden olmaktadır.
Türkiye bugünlerde çoğulcu yapıdan uzaklaşan, tekilci ve merkezi yönetim içeren bir görüntü içerisine sokulmuştur.
Ülkemizin siyaset kültüründe evrensel hukuk ve insan hakları açısından süratli bir değişime ihtiyaç duyulduğu bir hakikattir.
Demokrasimizin yeniden kurumsallaşmasının en birincil şartı; TBMM’nin dinamik ve saygınlık duyulan yapısının yeniden kazandırılmasıdır.
Şöyle maziye dönüp baktığımızda, kimler gelmiş kimler gitmiş.
Değişmeyen tek gerçek kendi öncülüğünde kurulan gazi meclisin ilk başkanı ve ülkemizin kurucu cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Olağanüstü bir komutan ve bir devlet siyaset insanı olması yanı sıra, kendisini önemli ve ayrıcalıklı kılan bir diğer özelliği de entelektüel ve insancıl bakış açısıdır.
Öylesine güçlü söylemlerde bulunmuş ki, yüzyıllar boyu geçse de sadece Türk insanının değil tüm dünyanın zihninde.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir…”
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır…”
“Yurtta sulh cihanda sulh…”
“Ne mutlu Türküm diyene…”
Altın değerinde olan bu sözler; iç ve dış politik yapının temel dayanağı ve politika yapıcıların rehberi olmalıdır.
Son sözse; John Morley’den…
Siyasetle ahlakı ayıranlar, ikisinden de bir şey anlamamışlar demektir.
İsmet Hergünşen