Denizde güçlenen devletler, önce bölgesel, sonra kıtasal ve en sonunda da küresel egemenliğin uygulama alanı olarak okyanusları ve uygulama aracı olarak donanmayı kullandılar. Anavatandan uzaklara güç gönderebilmek, işin özünde denizde ve karada siyasi iradeyi dayatabilmek anlamına geliyordu. Küresel güce erişmek için küresel erişim yeteneğine sahip olmak gerekiyordu. Bunun için güçlü donanmalar okyanus aşırı hareket edebilmeli ve ateş gücünü etki yaratılacak alana taşınmalıydı.
DENİZLERİN SERBESTİYETİ
17. Yüzyıldan itibaren Hollandalı Hukukçu Hugo Grotius’un tanımıyla Denizlerine Serbestiyeti (Freedom of High Seas) kodifiye edildi. Özellikle güçlü donanmalara sahip devletler bu kavramı modern tarihin her döneminde korudu ve uğrunda savaştı. Örneğin Hollanda İngiltere arasında 1652 savaşının çıkma nedeni İngiliz Hükümetinin Hollanda ticaret gemilerine limanlarını ve karasularını kullanmaya izin vermeyişidir. Diğer yandan bu hakkın reddedilmesi bazen ekonomik kazanç elde etmek için baskı aracı olarak da kullanıldı. Örneğin 1852 yılında Komodor Perry kumandasındaki Amerikan Filosu, Japonya’nın limanlarını Amerikan ticaret gemilerine açması için Şogunlara karşı baskı aracı olarak kullanıldı. Neticede Japonya karasularını ve limanlarını Amerikan gemilerine açtı.
SERBESTİYET VE KAPİTALİZM
1929 yılına gelene kadar, Amerikan jeopolitiğinin ve temeli Protestan ahlakı olan liberal kapitalizmin en önemli aracı Amerikan donanması oldu. Donanmanın ayrılmaz parçası olan Deniz Piyadeleri (Marine Corps) Amerikan emperyalizminin, denizden karalara güç aktaran en önemli silahlı gücüydü. Sadece jeopolitik kazanımlar için değil, Amerikan ticari çıkarlarını koruma maksadıyla ganbot diplomasisinin bir aracı olarak yüzyılın başından, günümüze dek kullanımını Amerikalı Deniz Piyade Generali Smedley Butler’ın 1929 krizinde dile getirdiği şu sözlerden daha iyi başka bir örnek bulunamaz (Bilsay Kuruç, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011): “Otuz üç yıl dört ay ülkemizin en atılgan gücünün, yani deniz piyadelerinin bir üyesi olarak aktif hizmet gördüm. O yıllar boyunca zamanımın büyük bir bölümünü büyük iş dünyası, Wall Street ve bankerler hesabına en üstün koruma görevi yaparak harcadım. Kısacası ben, kapitalizmin bir amigosu idim. Bu yolda 1914‘te Meksika’nın özellikle Tampiko’nun Amerikan petrol çıkarlarına ikram edilmesine yardımcı oldum. National City Bank oğlanlarının Haiti ve Küba’nın gelirlerine el koymalarına yardım ettim. 1909–12 yılları arasında Nikaragua’nın, Brown Brothers‘ın uluslararası bankacılık işleri için temizlenmesinde de yardımcıydım. 1916’da Dominik Cumhuriyeti’nin Amerikan şeker çıkarları için hazır duruma getirilmesini sağladım. 1903’te Honduras’ın Amerikan meyve sanayi şirketleri için temizlenmesinde de yardımcıydım. 1927’de, Çin’de Standart Oil’in önünün zahmetsizce açılmasını sağladım. O yıllar boyunca madalyalarla onurlandırıldım. Dönüp geriye bakınca Al Capone’a birkaç öğüt verebileceğimi düşünüyorum. Operasyonlarını kentin üç bölgesinde yürütmesi en doğrususudur. Biz deniz piyadeleri üç kıtada çalışırız.”
SERBESTİYET VE SAVAŞ GEMİLERİNİN DAYATICI GÜCÜ
Normal koşullarda devletler gerek örf adet hukuku gerekse (BMDHS) BM Deniz Hukuku Sözleşmesine göre deniz yetki alanlarını serbest deniz ticaretine açık tutarlar. Ticaret gemileri karasularından kıyı devletinden izin almadan geçebilir. Savaş gemileri de bazı kurallara uymak koşulu ile kıyı devletinden izin almadan bu sulardan geçebilir. Donanmalar sahip oldukları esneklik, uzun süreli harekât yeteneği, idame edilebilir ateş gücü, kendi kendine yeterlilik, hareketlilik, açık denizleri serbestçe kullanabilme, kriz alanlarına intikal için kara ve hava ülkelerinden geçiş izni gibi kısıtlamalara tabi olmama özellikleri sayesinde bir krizde başlangıçtan itibaren en etkin ve esnek şekilde kullanılabilen kuvvetlerdir. Denizlerde konuşlanma ve geçişler için izin almaya gerek yoktur. Zararsız geçiş ve transit geçişler ile yabancı ülke karasuları ile boğaz ve kanallarından geçiş yapılabilir. Donanma unsurları, ufkun ötesinden çıkıp gelmeleri ve etkileyici görünüşleriyle kamuoylarında ve hükümetler üzerinde derin psikolojik etki yaratabilirler. Hedeflerine eriştikten sonra bir anda ufuk hattının gerisine çekilip; kamuoyunun gözü önünden kaybolabilirler. Ancak ufuk ötesindeki varlıkları dahi, her an halkın ve hükümetlerin psikolojisini etkileyebilir. İngiltere ve ABD bu gücü sırayla tüm okyanuslarda uyguladılar. Dün olduğu gibi bugün de ABD’ye dünya jandarmalığı ve kural temelli dünya (yapma iddiasının temeli denizlerin serbestiyetidir. Denizlerin Serbestiyeti olmasa güçlü donanmalar izin almadan pek çok ülkenin karasularından zararsız geçiş yapamaz; münhasır ekonomik bölgelerden geçemez, bu sahalarda atışlı tatbikatlar yapamazlar. Denizlerin serbestiyeti barış dönemlerinde Denizcilere İlanlar ve NAVTEX yolu ile kısmen kısıtlanmaktadır. Bu yöntemler ile geçici süre için tehlikeli saha ilan edilerek bu sahaya giriş caydırılmakta veya geciktirilmektedir. Tehlikeli saha ilanına rağmen bu sahaya giren bir gemi hasar alırsa sigortasında bu gibi durumlar için kapsama varsa (war clause gibi) tazminat alması mümkündür, ancak sigorta primleri çok yüksek olur. Benzer şekilde savaş zamanı ilan edilen harp sahalarına tarafsız gemiler girerse ve zarara uğrarsa aynı sonuç ortaya çıkar. Denizlerin serbestiyetine karşı güçlü devletler ve koalisyonlar tarafından uygulanan diğer bir yöntem de ablukadır. Savaş zamanı uygulaması olan ablukada kıyı devletinin limanlarını kullanması yasaklanır.
HEGEMONYA VE SERBESTİYET
Denizlerin serbestiyeti modern tarih boyunca yazılı bir anlaşma olmadan küresel deniz güçleri tarafından korundu. 19. Yüzyılda Traflagar Zaferi sonrası, İngiliz Kraliyet Donanması tarafından, 20. Yüzyılda İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Pax Americana düzeninde Amerikan donanması tarafından korundu. Bu hakkın korunması küresel hegemonun görevine dönüşürken bir yandan da kendi jeopolitik ihtiraslarının uygulama aracı oldu. Hegemon kısaca şunu söylüyordu: ‘’Ben güçlü donanmam ve üsler zincirim sayesinde size ve dünyaya küresel deniz ticaretinin kesintisiz akışını sağlarım. Karşılığında benim ticari hegemonyam ile kurallar düzenime itaat etmenizi isterim. Ayrıca bana denizde rakip olabilecek, bana meydan okuyabilecek güçlerin yükselmesine izin vermem. Benim donanmamın denizlerinizi serbest kullanmasına engel çıkarmanıza katlanamam ve müdahale ederim.’’ Hegemonlar bu dediklerini yapmıştır. Örneğin İngiltere, 19. Yüzyılda kıta Avrupa’sını sürekli parçalı tutmuş, denizde rakip olacak devletlerin donanmalarını ya limanda baskınla ya denizde savaşla imha etmiştir. İttifak sistemlerini ve yakınlaşmaları önlemiş, gerekirse suikastlar düzenlemiş bazen de Napolyon Savaşlarında yaşandığı gibi Fransa’ya ve müttefiklerine denizden abluka uygulamıştır. Benzer şekilde Kraliyet Donanması 1776’da bağımsızlığını kazanan eski sömürgesi ABD’nin denizde kendisine rakip olmasını önlemek üzere 1812-1816 arasında ABD ile savaşmıştır. 1890 sonrası denizdeki yükselen hegemon ABD, Pasifik’te İkinci Dünya Savaşı öncesi yükselen kıtasal hegemon Japonya’ya abluka uygulamış ve Japonya Pearl Harbor baskını ile savaş girmeye zorlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan hegemonyası küresel çapta kendi kurallarını dayattı. Bu kurallar gerçekte Anglosakson geleneklere bağlı Protestan liberal kapitalist ekonomi politiğin jeopolitikle buluşmasıydı. Dolar hakimiyeti, IMF, Dünya Bankası ve Amerikan Donanması tarafından tüm dünyaya dayatıldı. Bugün de ABD Çin ve Rusya ile kendisine rakip olacak deniz güçlerinin kuvvetlenmesine ve okyanuslarda kendisine meydan okumasına izin vermemeye çalışıyor. Ancak Amerikan donanması soğuk savaş sonrası süratle küçüldüğünden yeniden eski dayatma gücüne kavuşamıyor. O nedenle örneğin Güney Çin Denizinde Avrupa donanmalarının yardımını istiyor. İngiltere ve Fransa gemi yolladı. Son olarak Alman Deniz Kuvvetleri 2024 yılında bölgeye bir firkateyn ve bir tanker göndereceğini deklare etti.
DENİZDE SERBESTİYETİN KISITLANMASI
Günümüzde pek çok ülke açık deniz seyir serbestisini pek çok nedenle kısıtlıyor. Başta güvenlik ve savunma ile terör olmak üzere asimetrik tehditler, kaçakçılık, yasa dışı göçle mücadele, balıkçılık, çevrenin korunması, nükleer malzemeler başta olmak üzere tehlikeli malzemelerin taşınması gibi konularda kısıtlamalar karşımıza çıkıyor. Özellikle son 70 yılda güvenlik ve askeri endişeler nedeniyle seyrin BM Güvenlik Konseyi kararları ve uluslararası hukuka göre yasal veya gayri yasal şekillerde engellendiği durumlar ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda Küba füze krizindeki karantina uygulaması, 1968 yılında ABD’nin Nikaragua karasularını mayınlaması hukuk dışı kısıtlamalara örnek olarak verilebilir. Ayrıca açık deniz alanlarında askeri önleme (intercept) harekatları da 1965’te Güney Rodezya’da, 1982’de Falkland Savaşında, 1991’de Birinci Körfez Savaşında 1991-93 arasında Yugoslavya Savaşında, 1993-94’te Haiti ve 1997’de Sierra Leone krizlerinde karşımıza çıkmıştır. Bugün seyir serbestisinin en yoğun engellenme faaliyeti münhasır ekonomik bölge içeresindeki askeri tatbikatlarda ve hava keşif operasyonlarında karşımıza çıkıyor.
ADIZ UYGULAMASI
Dünya 1950 yılından itibaren yeni bir kavramla tanıştı. Amerika Birleşik Devletleri kıyılarından 300 mil uzanan bir Hava Savunma Tanımlama Bölgesi (ADIZ) ilan etti. Bu durum doğrudan gemi hareketlerini kısıtlamasa da uçuş harekâtı yapacak savaş gemilerinin durumunu etkiledi. Benzer uygulamaları Kanada da yaptı. Daha sonra başka ülkelerin de benzer bölgeler ilan ettiği bu uygulamaya göre ABD veya Kanada hava sahasına girmek isteyen uçakların kendilerini tanıtmaları ve varış noktalarını belirtmeleri gerekmektedir. Bu bölgelerde gerekli tanımlamayı sağlamayan uçaklar, askeri üsse kadar refakat edilme veya vurulma olasılığıyla karşı karşıyadır. Çin, 1950’lerden sonra kıyılarından 50 mile kadar uzanan bir askeri uyarı bölgesi kurdu. Kuzey Kore de kıyılarından 50 deniz miline uzanan böyle bir bölge ilan ederken, Myanmar (Burma), Hindistan ve Vietnam da kıyılarından da 24 deniz miline uzanan bu tür bölgelere sahip. 1970’lerden itibaren Güney Kore, Doğu Denizi’ne (Japon Denizi) 150 mil ve Batı (Sarı) Deniz’e 100 mil uzanan bir ADIZ bölgesi oluşturdu. 1983’te Nikaragua da gemiler ve uçaklar için geçerli olan 25 millik bir güvenlik bölgesi ilan etti. Bu bölgelerin uluslararası hukuka göre statüsü her zaman belirsiz ve tartışmalı olmuştur. ABD, diğer ülkelerin ADIZ uygulamasını tanımıyor. Diğer yandan ABD, 11 Eylül 2001 olayları sonrası denizde de seyir serbestisini etkileyecek uygulama başlattı. Terörle mücadele bahanesi ile limanlarına girecek gemilerin 100 mil öncesinde izin almalarını gerektiren düzenlemelere geçti. ABD’yi Avustralya izledi.
MEB İÇİNDE SERBESTİYET ÖNLENEBİLİR Mİ?
ABD için günümüzde en büyük endişelerden birisi diğer ülkelerin Münhasır Ekonomik Bölgeleri içinde askeri tatbikat yapmasının önlenmesi diğeri de karasularından geçiş için izin alma gereksinimi. Bazı hukukçulara göre devletler MEB içinde askeri tatbikat yapılmasını engelleyebilir. Eğer ülkenin toprak bütünlüğü söz konusu ise MEB’in başka ülkeler tarafından askeri kullanımının kontrol altına alınması gerekebilir. Diğer taraftan MEB’de seyir ve uçuş hakları açıkça mevcut olmakla birlikte, bunlar kıyı devletinin MEB içindeki kaynakları çıkarmasına engel teşkil etmemelidir. Kıyı Devleti, MEB’in ekonomik kullanımına müdahale edilmemesini talep etme hakkına sahiptir. Ünlü Deniz Hukuku Uzmanı Amerikalı Prof. Bernard Oxman, MEB’deki askeri manevralara kıyı devletinin doğal kaynaklardan hukuka uygun olarak yararlanmasını engellemesi durumunda izin verilmeyeceğini söylüyor. Henüz uluslararası deniz hukuku MEB içinde yaşanan anlaşmazlıklarda savaş gemilerinin müdahil olduğu durumları çözebilecek kodifikasyona sahip değil.
ABD’NİN FONOPS UYGULAMASI
Günümüzde ABD havada ve denizde seyir serbestisini kendi için savunurken, kendi egemenlik sahasında diğer ülkelere yönelik kısıtlamalara devam ediyor. Dünyanın geri kalan kısımlarındaki kısıtlamalara da savaş gemileri ve uçakları ile zaman zaman meydan okuyarak devletlerin durumunu test ediyor. Bu testlere FONOPS (Freedom of Navigation Operations) adını veriyor. Bu konuda en önemli test alanlarının Güney Çin Denizi ve Karadeniz olduğunu vurgulayalım. Türkiye 24 Şubat 2022’den bu yana Karadeniz’e Montrö Sözleşmesi gereği yabancı savaş gemileri sokmadığından şu an Karadeniz’de uygulanmıyor. Ancak önceki yıllarda ABD, Karadeniz görevlerini FONOPS kapsamında değerlendiriyordu. ABD, her geçen gün artan deniz ticaret trafiği, balıkçılık faaliyetleri, deniz dibi enerji havzalarındaki sondaj ve sismik faaliyetler, rüzgâr çiftlikleri, bazı bölgelerde önlenemeyen deniz haydutluğu vb. nedenlerle okyanus ve denizlerde yoğunlaşan karmaşık ortam içinde, sayısal olarak azalmış donanmasıyla jandarmalık görevine devam etme konusunda zorlanıyor. Buna rağmen tüm okyanus ve deniz alanlarında senede bir kez bile olsa varlık göstermeye gayret ediyor. Biliyor ki bugün kendisine meydan okunduğu taktirde denizlerin jandarmalığı görevini bir daha geri alması zaman alır veya mümkün olmaz. Bu çerçevede ABD her sene Seyir Serbestisi (Freedom of Navigation FON) Raporu yayınlıyor.
2022 ABD FONOPS RAPORU
6 Aralık 2022 tarihinde yayınlanan son rapora göre ABD, 1 Ekim 2021 ile 1 Ekim 2022 arasında 15 devletin açık denizdeki seyir serbestisi kısıtlamalarından 22 değişik olayda etkilenmiş durumda. Raporda karşı karşıya kaldığı kısıtlamaları özetlemişler. Örneğin Karayipler’de Antigua devleti kara sularından zararsız geçiş yapacak savaş gemileri için izin istenmesini talep ediyor. Benzer şekilde Çin, Münhasır Ekonomik Bölge üzerindeki hava sahasında devlet yetkilerini kullanıyor ve yabancı uçakların ADIZ içinde izin almasını gerekli kılıyor. (2001 yılında Çin bir Amerikan Deniz Karakol Uçağını MEB üzerinde uçarken müdahale etmiş ve zorla indirmişti.) Aynı şekilde savaş gemileri de zararsız geçiş yapmak için Çin’den izin almak zorundalar. Çin ile egemenlik sorunu yaşayan Tayvan da kara sularına yabancı savaş gemileri girmeden önce izin alınması gereken devletler arasında. Benzer durum Rusya için de geçerlidir. Rusya yasalarına göre savaş gemileri veya devlet gemilerinin karasularına girmeden bir saat önce bilgi verip izin alması gerekiyor. Batı Pasifik’te Vietnam da izin alınmadan savaş gemilerinin karasularına girişine izin vermeyen ülkeler arasında. Akdeniz’de Karadağ, Malta ve Hırvatistan zararsız geçiş için savaş gemilerinin izin almak zorunda olduğu ülkeler arasında. İran, Hürmüz Boğazından transit geçiş hakkını sadece BM Deniz Hukuku Sözleşmesi BMDHS üye devletlere tanıyor. Yani ABD buradan transit geçiş hakkı ile değil, zararsız geçiş hakkını kullanarak geçebiliyor. İran karasuları dışında kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesi içinde askeri faaliyetlere ve tatbikatlara da izin vermiyor. Umman’da Hürmüz Boğazından geçecek gemiler için izin alınmasını istiyor. Bu uygulamanın benzerini Malezya da yapıyor. Balık stoklarının güçlü filolara sahip devletler tarafından acımasızca sömürülen Somali hükümeti de karasularını 200 mile kadar uzatmış bir ülke durumunda. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), karasularına ve limanlarını kim gelirse gelsin izin alınmasını; yük ve yolcu listelerinin gönderilmesini isteyen bir ülke. BAE, ayrıca 20 yaşından yaşlı gemilerin karasularından geçişine büyük kısıtlamalar getiriyor. Bab El Mandeb Boğazına yakın alandaki Yemen de yabancı savaş gemileri ve nükleer tahrikli gemilerin kendi kara sularına girmeden önce izin alınmasını istiyor. Kısacası çok kutuplu dünya düzenine geçişte artık devletler denizdeki çıkarlarını ve emperyalist kışkırtmalara karşı kendilerini karasularında ve ötesindeki yetki alanlarında koruyor. ABD, kendi donanması için her ülkenin deniz yetki alanlarının kendisine açık tutulmasını isterken, kendi sularından geçerek limanlarına girecek gemilerin 100 mil öncesinde izin almasını gerekli kılıyor. Kabotaj hakkını 1920 tarihli Jones Act gereği sadece kendi bayraklı gemilerine ve ancak ABD’de inşa edilmişler ise tanıyor.
TÜRKİYE VE DENİZLERİN SERBESTİYETİ
Türkiye BMDHS tarafı değildir. Ancak bu sözleşmeyi bazı maddeleri hariç örf adet hukuku olarak uygulamaktadır. İlan ettiği deniz yetki alanlarında karasuları hariç diğer devletlerin tatbikat yapmasına, bu sularda tam seyri serbestisi uygulanmasına izin vermektedir. Ayrıca karasularından diğer savaş gemilerinin zararsız geçiş hakkını izin almadan kullanmasına izin vermektedir. Sadece limanlarına girecek savaş gemilerinin önceden bildirim yaparak izin almasını talep eder. Boğazlardan geçecek savaş gemileri tamamen Montrö Boğazlar Sözleşmesi paralelinde gerçekleşir. Türkiye’nin onay vermediği hiçbir savaş gemisi boğazlardan geçemez. Ticaret gemileri de Türk Boğazlarından uğraksız şekilde serbestçe geçebilirler ancak Marmara’da liman yapacaklarsa bazı kurallara uymak zorundadırlar. Benzer şekilde güvenlik ve savunma ihtiyaçları paralelinde Boğazlardan yasak yük ve silah geçiren gemiler de durdurulabilir. Türkiye’ye karşı Akdeniz’de uygulanan iki yasa dışı olaydan da bahsetmek gerekir. 31 Mayıs 2020 tarihinde İsrail Deniz Kuvvetlerinin, Komorros Bandıralı ancak Türk sahipli Mavi Marmara isimli yolcu gemisine açık deniz alanında ölümcül askeri önleme harekatında bulunması ve 22 Kasım 2020 tarihinde Türk sahipli ve Türk bandıralı Rosaline-A isimli Ro-Ro gemisine AB’nin Irini harekâtı kapsamında Yunan Komodor tarafından verilen emirle Alman Fırkateyni Hamburg’da bulunan deniz komandolarının çıkması ve Türk personeli 12 saat esir alması Türk ticari denizcilik tarihinin yüz karası iki karanlık sayfa olarak yerini almıştır. Her iki kanunsuz eyleme karşılık verilmemiştir. Sebep olan sorumlular hakkında yurt içi ve yurt dışında soruşturma açılmamıştır. (İsrail Mavi Marmara Gemisinde hayatını kaybeden Türk vatandaşlarının ailelerine tazminat ödemiş ancak Tük sahipli gemi için özür dilenmemiştir.) Türkiye, ulusal onurumuzu zedeleyen bu iki olayda ciddi hatalar yapmıştır. Başta dışişleri görevlileri olmak üzere devlet görevlilerinin, siyasetçilerin ve sahadaki kaptan ve gemi adamlarının denizlerin serbestiyeti, hukuki haklar ve korunması konusunda gerek indoktrinasyon ve teorik bilgi gerekse inisiyatif kullanma konusunda çok zayıf oldukları gözlenmiştir. 21. Yüzyıl Türkiye ve dünya için okyanuslar ve denizler yüzyılıdır. Devletin süratle denizcileşmesi zamanın gereğidir.
Cem Gürdeniz