BM (Birleşmiş Milletler)’in son yıllarda uluslararası gelişmeleri etkileme konusunda yetersiz kaldığını savunan devletlerin sayısı hızla artıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan bu örgüt bir yandan istikrarı savunurken, diğer taraftan katalizör işlevi görecekti.
Hedefi, yerine kurulduğu Milletler Cemiyeti gibi dünyadaki barış ortamını sağlamaktı.
İki dünya savaşından alınan dersler ışığında kurulan örgütün mihenk taşı Atlantik Bildirisi’dir.
İngiltere, ABD, Çin ve o zaman ki adıyla SSCB; Moskova Konferansı’nda uluslararası yeni bir oluşuma daha ihtiyaç bulunduğu konusunda görüş birliğine varınca BM’nin kuruluşu gerçekleşmiştir.
Örgütün amacı dünya barışının sağlanması için gerekli önlemlerin alınması, barışa yönelik tehditlerin engellenmesi, ihlallerin önlenmesi sağlanırken de uluslararası hukuka uygunluğunun gözetilmesiydi.
Yapısal olarak Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Yönetim Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı’ndan oluşan örgütün göz önündeki makamı Genel Sekreter’dir.
Kurulma aşamasında olduğu gibi kuruluşun en tartışılan konusu bugün de siyasi alanda bir yürütme organı olan Güvenlik Konseyi’nin yapısı, veto hakkı, tutum ve yancı kararlarıdır.
Fransa’nın katılımıyla beşli bir yapıya kavuşturulan Güvenlik Konseyi, dünya barışının ancak ve ancak kendi sorumlukları altında olabileceği hissiyatını neredeyse tüm dünyaya aşılamıştır.
Beşi daimî ve 10 geçici olmak üzere on beş üyeden oluşan BMGK’den, bir konuda dokuz oy yeterli olmakla birlikte daimî üyelerden biri veto ederse karar çıkmamaktadır.
Müzakere ve politika üretme organı olan Genel Kurul’un aldığı kararların bağlayıcılığının ve yaptırımının bulunmaması da küresel sistemde başka bir sorgulamanın nedenidir.
Son zamanlarda beş yıllığına seçilen Genel Sekreterler ’in ABD politikalarına yakın duruş göstermesi örgütün bir diğer zayıf yönüdür.
Soğuk Savaş döneminde bu beşli sayesinde BM giderek daha güçlü ve daha otoriter bir yapıya sahip olduğu izlenimini vermiştir.
Günümüz dünyası, 1945 dünyasından çok farklı bir yerde.
Askeri ve ekonomik güç dengelerindeki bariz değişiklikler BM’nin sağlıklı bir karar vermesine engel teşkil ettiği gibi beşli yapının kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir hüviyet kazanmasına olanak tanımaktadır.
İsteyen istediğini veto etmekte, krizlerin derinleşmesine neden oluşturmakta, barış ve istikrar ortamının önüne set çekilmektedir.
Böyle olunca da birbiri ardına oluşan sorunlar dizini dünyanın diken üstünde yaşamasına olanak vermektedir.
Irak ve Suriye’de gelinen durum, Ukrayna Savaşı ile Filistin sorunu ve bu çerçevede HAMAS ve İsrail arasında Gazze’de yaşanılan kanlı ve nefret dolu trajedi en son örneklerdir.
Bu bölgelerde sadece askeri hedeflerin tahribi değil, siviller de çocuk, genç ve yaşlı demeden kadın erkek göz göre göre katledilmektedir.
Milyonlarla ifade edilen gelişigüzel öldürme ve yaralamalar ile sığınmacı ve mülteci hareketleri kayıtsızlığın ve etkisizliğin bir sonucudur.
Sayıların büyüklüğü, örgütün nasıl etkisiz bırakıldığının görülmesi açısından oldukça önemli ve ibret vesikasıdır.
Uluslararası sorunlara barışçıl çözüm bulması için kurulan BM, veto gücünün BMGK’yı kilitlemesi nedeniyle artık bu görevini yerine getiremez hale gelmiştir.
Son yıllarda devlet ve hükümet başkanlarının bir hafta süreyle katılmış oldukları Genel Kurul toplantıları kamuoyunu tatmin etmekten uzaktır.
Dünyanın nabzını tutmak ve küresel sorunlara ilişkin görüşleri içeren söylemler de artık inandırıcılığını yitirmiştir.
Yaratılan algı, ABD isteğine göre hareket eden bir örgüt görünümündedir.
Öyle görünüyor ki, gerilim ve savaşlara kayıtsız kaldığı izlenimi veren organları nedeniyle, BM yakın bir gelecekte kendini anlatamaz ve hareket edemez halde bulacaktır.
Son sözse; “Adalet ve şeffaflığın bulunmadığı her yerde kaos vardır.”
İsmet Hergünşen