Her olumsuzluğu savunmak, her suçu cezalandırmak olanağı vardır.
Ancak, geçerliği ve yerindeliği tartışılır.
Tuzla Piyade Okulu’nda 10 Kasım töreninde yakasına Atatürk fotoğrafı takmak istemeyen kişiye tepki gösteren teğmenler için alınan karar kamuoyunu tatmin etmekten oldukça uzaktır.
Yaşanan olayı salt bir disiplin suçu olarak görmek yanılgıların en büyüğüdür.
Cumhuriyet değerlerine yönelik art niyet vardır.
Bağnazlık ve bilgisizliğin ağırlaştırıldığı saltanat ve hilafet yanlılarına verilmek istenen mesaj vardır.
Karmaşa ve kargaşalardan medet umanlara, siyasi rant sağlamak isteyenlere gönderi vardır.
Mütedeyyin kesimleri etkilemek amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ni din karşıtı göstermek isteyenlerin kötü propagandaları vardır.
Ülke güvenliğinin akamete uğratılma düşüncesi vardır.
Askerin siyasete alet edilme anlayışı vardır.
Atatürk’ün değersizleştirilmesi ve aziz hatırasının kirletilmesi vardır.
Olayın yeri ve zamanı da ilginç ve düşündürücüdür.
“Her şey insanın içinde yaşadığı ortama bağlıdır. Her şeyi belirleyen çevredir. İnsansa bir hiçtir.” demiş, Suç ve Ceza romanında Dostoyevski…
Galiba pek de haksız sayılmazmış, dünden bugüne yaşanan gelişmelere tanıklık edince.
Empati yoksunu, kaygı bozukluğu, iletişim eksikliği yaşayan ve birbirine yabancılaşan sıradan insanlar topluluğu olduk.
Sonuç böyle mi olmalıydı?
Pozitif ilimden uzaklık, etik değerlerden yoksunluk, hukuk ve adalette sınır tanımazlık had safhadadır.
Her geçen gün toplumu ötekileştiren ve geren algıda yetersizlikler silsilesi, çevremizi fena halde kuşatmıştır.
Ya vicdanları sızlatan olay ve alınan kararlara ne demeli?
Yanılgılardan ders almak yerine, ilk uygulama alanı peşin hükümlü davranmak, suçlu aramak ve nihayetinde de cezalandırma olmuştur.
Yaş ilerledikçe daha olumlu, daha olgun düşüneceğimize, yanılgılarımızı hiç hesaba katmadan avara kasnak misali aynı yerde duruyoruz.
Doğru bilindiği ve görüldüğü halde, düşüncelerimizi hiç ama hiç değiştirmeden, kılıf uydurmaya çalışarak yaşantımızı sürdürüyoruz.
Düşündürücü olanı ise bu hastalıklı ruh halinin, toplumun geneline sirayet etmiş olmasıdır.
Bilişsel, duygusal ve kültürel zekadan uzak, vahşi bir ormanda korkuya dayalı bir kültüre mahkûm edilmişiz.
Paylaşımdan uzak yapılanları yok farz edercesine megalomaniye tutulmuşuzdur.
Kendini beğenmişlik ve kibir budalası zemininde öz eleştiri yapmadan, bilgi sahibi olmadan fikir beyan eden bir davranış biçimi.
Kendi kusurlarımızı görmek mi? Ne mümkün!..
Sanıyoruz ki; merkezde sadece kendimiz, dünya etrafımızda dönüyor.
Denilebilir ki;
Verilen kararlar siyasi makamlara aittir.
Elbette bu husus doğrudur.
Ancak samimi, gerçekçi, tavsiyelerin dikkate alınmaması karar vericilerin üzerinde vicdani sorumluluk yaratacaktır.
İkbal için olayları mecrasından çıkartarak kendi etkinlik ve egemenliklerini sürdürme arzusu kötü yöneticilerin alışılmış yöntemlerindendir.
Atatürk’ü niçin seviyoruz?
Yurdumuza gelen düşmanları kovmuş.
Padişahlığı kaldırarak, egemenliği asıl sahibine milletine vermiş.
Cumhuriyeti kurmuş.
İlke ve devrimleri ile medeni bir ülke yaratmış.
Fikri hür, vicdanı hür nesillerin yetişmesinde fırsat eşitliği sağlamış.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni gençliğe emanet ederken, demiştir ki:
Ey Türk Gençliği!
<Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.>
Bir ulusun onuru, namusu ve insanlığı iki şeye bağlıdır:
Özgürlük ve bağımsızlık…
Yirmili yaşlardaki teğmenlerin davranışı da, Atatürk’ün aziz hatırası bağlamında Türk’ü korumak ve kollamak olarak algılanmalıydı.
Son sözse; Demokrasilerin tek sağlıklı güvencesi HUKUK, kazananları da ADALET savunucularıdır.
İsmet Hergünşen