Dünyanın su geçitlerini düşündüğümüzde her birinin kısa ve uzun su yolu alternatifleri olduğunu görürüz.
Çanakkale ve İstanbul Boğazları ve bu iki boğazı birbirine bağlayan Marmara Denizi’ni kapsayan Türk Boğazları’nın alternatifi yoktur.
Jeostratejik ve jeopolitik özelliğiyle de her dönem hegemonyanın ilgi alanındadır.
Haçlı seferleri, İstanbul’un fethi, Balkan harpleri, Rusya’nın sıcak denizlere inme arzusu ve daha nice olaylar, bu eşsiz su yolunda yaşanmıştır.
Sadece ülkemiz için değil, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin güvenliği için de önemli olan Türk Boğazları, bu kez de Ukrayna Savaşı ile dünya siyasi tarihinin gündemindedir.
Boğazların mazisinde “Destansı Kahramanlıklar” vardır.
“1453 İstanbul’un fethiyle boğazlar Türklerin egemenlik alanına girmiş” Doğu Bizans İmparatorluğu sona erdirilmiştir.
İstanbul’u tekrar ele geçirmenin nelere mal olduğunu ortaya koyan en önemli girişim, Birinci Dünya Harbi’nin en kanlı sayfası “1915 Çanakkale Savaşlarıdır.”
İngiliz’i, Fransız’ı ve ne için savaştıklarını dahi bilmeyerek uzak diyarlardan gelen zamanın dominyonu Avustralyalı ve Yeni Zelanda gönüllülerinden oluşturulan Anzaklar.
“Vatan Savunması Gelibolu” onlar için de hüsranla sonuçlanmıştır.
“Döktüğü mayınlar ile Nusret” ve “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” diyen Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal ile Mehmetçikleri tarafından “Çanakkale Geçilmez” tarihin altın sayfalarına yazılmıştır.
Dünyanın en kanlı savaşında boğazı geçemeyen İtilaf Donanması “Mondros Mütarekesi” neticesinde, yeşilin ve mavinin göz alıcı güzelliğiyle bezenmiş boğazları salına salına geçmiştir.
İşgal Kuvvetleri Donanması, Osmanlı Devleti’nin 36. son padişahı ve 115. İslam halifesi Vahdettin’in gözleri önünde 13 Kasım 1918’de Sarayburnu ve Moda önlerine demirlemişti.
Ta ki; itilaf Donanması arasından Kartal İstimbotu ile seyreden Mustafa Kemal’in “Geldikleri gibi giderler” sözü gerçekleşene kadar da demirde kalmışlardı.
Çanakkale Savaşı Türk Milleti için bir dönüm noktasıydı.
Bu savaş, yiğitliğin, cesaretin, ölümü hiçe sayarak savaşmanın teknolojiyi yendiği belki de tarihte ki ilk savaştı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türklük yeniden dirilmiş ve Türk İstiklal Harbi’nin kazanılmasında ilham kaynağı olmuştur.
Türk Boğazları “1923 Lozan Antlaşması ve tamamlayıcısı 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi” ile o günden bugüne Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kontrolü altındadır.
İkinci Dünya Savaşı’nın zor yıllarında dahi bu sözleşme ilkelerine büyük bir titizlikle sadık kalınmış ve sözleşme etkin bir şekilde uygulanarak Türkiye’nin savaşa girmesinin önünü kapatmıştı.
Bu süreci ülkemiz adına yöneten İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün o döneme ilişkin sözlerini de anımsamakta yarar var.
“Sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım.”
“Gerekirse yeni bir dünya kurulur ve Türkiye’de orada yerini bulur.”
Ya bugün!.. Dünden farklı mı?
Ukrayna Savaşı sürerken ABD başta olmak üzere bir kısım devletler Karadeniz’e çıkış için diretmektedirler.
Bugün Karadeniz’de sınırlı bir deniz savaşı varsa ülkemizin Montrö Sözleşmesi’ni fiili bir şekilde uygulaması sayesindedir.
Sözleşme varlık, egemenlik ve güvenlik meselelerinde Türkiye’ye uluslararası platformlarda çok önemli ve tekrar elde edilmesi zor ve hatta imkânsız gibi görülen önemli avantajlar sağlamaktadır.
Ancak; son dönemlerde ülkemize geniş hak ve yetkiler tanıyan sözleşme “Kanal İstanbul Projesi” ile sulandırılmak istenmektedir.
Türkiye’nin bazı gemilere Kanal’dan geçişi dayatması, taraf devletlerden herhangi birini sözleşmeyi sona erdirme çabasına sokacaktır.
Kıyı devletine hiçbir yetki tanınmayacağı için Türk Boğazları’ndan “Transit geçiş rejimi” uygulanacak ve dolayısıyla da yabancı harp gemileri ve denizaltılar serbestçe geçiş hakkı elde edeceklerdir.
Bu durum Türkiye’nin savaş zamanlarında boğazları kapatma yetkisini kaybetmesine hatta bir oldu bitti ile savaşın ortasında yer almasına neden olabilecektir.
Ne olduğu ve detayları tam olarak açıklanmayan, egemenlik tartışması yaratan bu proje artık çöp olmalıdır.
Her Türk evladı geriye dönüp baktığında yaşananları ve yapılan fedakarlıkları, dogmatik fikirler ile değil gerçeklerle zihnine kazımalı ve özgüven içinde yaşamını sürdürmelidir.
Son sözse; “Tarih şiddet içerirken, ideali barışçıl olmaktır.”
İsmet Hergünşen