Medyada her gün ‘’3. Dünya Savaşı ne zaman çıkacak?’’ sorusu gündem oluşturmaya devam ediyor. Baştan sorunun cevabın verelim, dünya savaşı 1914’ten bu yana değişik yoğunluklarda okyanus güçleri ile kıta güçleri arasında zaten devam ediyor. Peki ‘’Dünya Savaşı’’ nedir? Bu terim ‘’Birinci ve İkinci Dünya Savaşı” terimleri ile ortaya çıktı. Dünya çapında başta hegemon ve rakipleri dahil birçok ulusun müdahil olduğu, değişik kıtalar, bölge ve ülkeleri kapsayan, büyük ölçekli çatışmaları tanımlamak için türetildi. Hegemonyanın el değiştirmesi ya da mevcut hegemonun gücünü pekiştirmesi ya da yeni büyük güçlerin ortaya çıkmasına neden olan bu çok bölgeli çok taraflı savaşları, akademi, medya, siyaset ve asker dünyası ‘’dünya savaşları’’ olarak tanımladı. Ancak savaşlar yürütülürken ya da sonrasında pek çok devlet bu savaşlara dünya savaşı demedi. Örneğin Birinci Dünya Savaşını ‘’Büyük Savaş’’ olarak tanımlayan devletler oldu. Osmanlı İmparatorluğu bu savaşa ‘’Harbi Umumi’’ yani ‘’Genel Savaş’’ dedi. Benzer şekilde, İkinci Dünya Savaşı’na Ruslar halen “Büyük Vatanseverlik Savaşı” olarak tanımlarken Çin’de de “Japon Saldırganlığına Karşı Direnme Savaşı” veya kısaca “Direnme Savaşı” olarak tanımlanıyor. Hitler de İkinci Dünya Savaşı için konuşmalarında ve propagandasında sıklıkla “savaş” veya “mücadele” olarak söz etmişti.
SANAYİ DEVRİMİ VE BÜYÜK SAVAŞLAR DÖNEMİ
Dünyayı bölgeselden öte kıtasal olarak etkileyen savaşlar sanayi devriminden sonra ortaya çıktı. Zira sanayi devrimi üretimde kol/doğa gücü yerine makine gücünü getirerek mal üretiminde insanlık tarihinin görmediği devrimleri tetikledi. En büyük yansıması ticaretin, ekonomik gücün ve refahın artışı ile sınırsız büyüyen devletlerin kapitalist aşamadan emperyalist aşamaya geçmesiydi. Bu geçiş şüphesiz en büyük itici gücünü askeri güçten aldı. Askeri güç, büyüyen finans ve ekonomik gücü kontrol eden hegemonun cezalandırma ve dayatma aracı olarak kısa sürede büyük gelişme gösterdi ve dünya savaşlarının ortamını hazırladı. Bugünün koşulları 19. Yüzyıl başında oluştu.
PAX BRITANNICA VE DÜNYA SAVAŞI
19.yüzyılda hem sanayi devriminin hem de askeri devrimin en büyük sahibi Büyük Britanya idi. Küçük ada devleti katladığı ekonomik ve askeri (donanma) gücünü kullanarak Protestan ahlaka dayalı liberal kapitalist ve Sterling temelli küresel sistemi dünyaya dayattı. Diğer bir deyişle bugünün temelleri 1805 Trafalgar Deniz Savaşı ve 1812 Waterloo meydan muharebesi zaferleri sonrasında oluştu. Anglosaksonizm’in emperyalist hegemonyası Kraliyet Donanması ve ordusu üzerinden tüm dünyaya dayatılmaya başlandı. Osmanlının Tanzimat reformu ve Baltalimanı ticaret anlaşması bile bu sürecin sonucuydu. Bu sistem 20. Yüzyıl başına kadar sorunsuz işliyor ve Anglosakson imparatorluk, güneşi batırmadan hegemonyasını acımasızca devam ettiriyordu.
ALMANYA’NIN YÜKSELİŞİ VE 1. DÜNYA SAVAŞI
20. yüzyıl başında Almanya’nın birleşmesi ve daha sonra ikinci sanayi devriminin liderliğini alıncaya kadar Britanya’nın küresel hükümdarlık dönemi, yaklaşık 100 yıl devam etti. 1900’lerin başından itibaren denge bozuldu. Almanya, geç emperyalist ve sömürge sahibi bir kıta devleti ve ekonomik dev olarak kömürden petrole geçiş döneminde geri kalmış ülkelerin kaynaklarından daha çok faydalanmak istedi. İngiltere’nin donanma gücüne meydan okudu ve okyanuslara çıktı. Olanlar oldu ve Birinci Dünya Savaşı patladı. Denizle kıtanın en acımasız ilk hesaplaşması 4 yıl sürdü. Britanya yanına bir diğer denizci ancak 200 yıllık en keskin düşmanı- Fransa’yı ve diğer yanına en büyük rakibi kıta devleti Rusya’yı alarak savaşın sonunda Almanya’yı çıktığı yere geri itti.
ABD SAYESİNDE KAZANILAN SAVAŞ
Bu başarısını talihe borçluydu. 1917 sonunda işler pek lehte gitmiyordu ve Rusya’da devrim olmuştu. Rusya’da devrim olmasa ve son derece küçültücü Brest Litovsk Anlaşması ile Ruslar savaştan geri çekilmese, ABD boşluğu doldurmak için Britanya yanında savaşa girmez ve belki de Britanya savaşı kazanamazdı. Böylece savaş sonunda Britanya Birinci Sanayi devriminin ve hegemonyanın sahibi olarak savaş sonunda yerini korudu ancak bu zafer Pirius zaferiydi. Zayıf düşmüştü. ABD onun yerini almaya başlamıştı. Güç ağır ağır el değiştiriyordu ama bu değişim iki Anglosakson arasında oluyordu.
KAYBEDENLER VE YENİ SAVAŞIN TOHUMLARI
Birinci Dünya Savaşının büyük güç liginde iki büyük kaybedeni vardı. Almanya ve Rusya. Her ikisi de imparatorluklarını kaybetti ve büyük toprak tavizleri verdi. Gerçekte ABD de pek kazananlar yanında yer alamadı, zira Britanya savaşı kazanmasında büyük payı olduğu halde ABD’ye ne Ortadoğu ne de Avrupa’dan kazanım aktarmadı. 1918’de Lenin içerde devrimin korunması için Brest Litovsk Anlaşmasında büyük toprak tavizleri verdi. Ancak batı dünyasını yine de memnun edemedi ve iç savaşa sürüklendi. Neticede kanlı çatışmalar ile 1922 sonunda birliği sağladılar ve Sovyetler Birliğini kurdular. Diğer yanda Almanya’nın Versay Anlaşması ile aşağılanma dönemi Hitler’i ortaya çıkardı. Sanayi devi Almanya disiplinli nüfusu ile kısa sürede toparlandı ve bu kez hayat alanını genişletmek (lebensraum) için muazzam askeri makinesi ile harekete geçti.
1939’DA AVRUPA’DA TEKRAR EDEN DİNAMİKLER
İkinci Dünya Savaşında ilkinden farklı olan tek şey Sovyetlerin savaşın ilk iki yılında Almanya ile saldırmazlık anlaşması üzerinden düşman olmayışı idi. Ancak daha sonra bu bozuldu ve Birinci Dünya Savaşındaki yapılanma tekrar etti. ABD, Britanya ve Sovyetler müttefik oldu. Almanya, birinci hesaplaşmada kaybettiklerini geri almak bir yana, neredeyse Avrupa’nın tamamını işgal etti. Yetmedi, 1941 sonrası Sovyetler Birliğine saldırdı. Bu saldırı 1939 yılında yapılan karşılıklı saldırmazlık paktına rağmen kaçınılmazdı zira aynı Napolyon gibi batı Avrupa’da ortaya çıkan hegemonun gözlerinden birisi okyanuslara diğeri Asya’ya yönelir. Ayrıca tunç yasadır. İlk harpte kaybedilenler ikinci harpte geri alınmaya çalışılır. ABD’nin vahşi batısı, İngiltere’nin Hindistan‘ı, Rusya’nın devasa Orta Asya’sı vardı ama Almanya’nın sadece kömürü vardı. Hitler Atlantik kıyılarından Ural dağlarına kadar uzanan bir Alman İmparatorluğunu hedefliyordu. Hitler, 1941 sonunda savaşa iki yıl geç müdahil olan ABD’li firmaların da desteğiyle muazzam bir şekilde ayağa kalktı ve tekrar kıtada ve okyanusta söz sahibi olmak istedi. Bir nevi 1914 yılında Kayzer’in İmparatorluk jeopolitiğini kaldığı yerden devraldı. Aslında en büyük hedefi Rusya topraklarını alarak hem petrole hem de değerli ham maddelere erişmekti. Dışa bağımlı olduğu petrol ve kauçuk stoklarını garantiledikten sonra, yıldırım harbi ile kısa sürede büyük zaferler elde ettiler. Savaşın ilk iki yılı istediği gibi geçti. Amacı İngiltere’yi de ikna ederek yanına alıp Sovyetlere saldırmaktı. Çünkü Avrupa komünistlerden nefret ediyordu. Bu arada dünyanın finans ve ticaret devleri savaştan büyük paralar kazanıyordu. 1929 dünya ekonomik buhranının izleri savaş sayesinde siliniyor özellikle ABD’de sanayi üretimi hızla savaş sanayiine dönüşüyordu.
PASİFİK CEPHESİ
Diğer yandan bu savaşı dünya savaşı yapan bir diğer önemli faktör, Japonya’nın bir ada devleti olarak Pasifik’te ABD’ye meydan okuyarak bir deniz hegemonu olarak ortaya çıkmasıydı. Endonezya’nın petrolü, Hindi Çin’in kauçuğu ve diğer kaynakları ile Pasifik Okyanusunun hâkimi olmayı hedefliyorlardı. Britanya’yı örnek alarak adadan okyanusa ve kıtaya çıkarak hakimiyet kurmalarını 1890’dan itibaren dünyanın en büyük ekonomisi olan Anglosakson ve Protestan ABD kabul edemezdi. Japonya’ya muazzam bir abluka ve yaptırım süreci başlatıldı ve 7 Aralık 1941 sabahı Japonya Hawai adasına saldırarak ABD ile savaşa girdi. Bu saldırı Hitler için büyük bir sürpriz oldu. Zira Hitler, büyük savaşa ABD’nin okyanus ötesinden müdahil olmasını istemiyordu. Japonya müttefiki Almanya’ya haber vermeden ABD’ye savaş ilan etmişti. Bu statüko ’nun bozulması demekti. ABD’li büyük firmalar zaten savaş boyunca tarafsız ülkeler üzerinden Almanya ile ticarete devam ediyordu. Hatta ABD, Almanya’ya İspanya üzerinden akaryakıt dahi gönderiyordu. Tarafsız ABD’nin Almanya’nın müttefiki Japonya ile savaşa girmesi bu akışı bozacaktı.
HİTLER’İN DÜŞ KIRIKLIĞI
Pearl Harbor baskını günlerinde Hitler’in durumu hiç de parlak değildi. 22 Haziran 1941’de başlattığı büyük Rusya seferi (Barbarossa Harekâtı) 5 Aralık 1941’de Moskova’da sert kayaya tosladı. Yıldırım Harbi efsanesi o gün son buldu. Bir hafta sonra Hitler Moskova seferi kararı kadar önemli ikinci hatasını yaptı ve Rusya’yı iki cepheli savaşa zorlamaya yönelik olarak Japonya’nın Sovyetlere savaş ilan etmesini ümit ederek 11 Aralık 1941’de ABD’ye savaş ilan etti. Halbuki ilan etmese ABD, sadece Pasifik Cephesinde savaşacak ve Avrupa cephesinde tarafsızlığını koruyacaktı. Ancak Japonlar Hitler’in bu jestine karşılık Sovyetlere savaş ilan etmedi. İşte bu karar Hitler’in sonunun başlangıcını getirirken İngiltere’nin de kurtuluşunu sağladı. Zira ABD fiilen Britanya yanında savaşa girmese Avrupa, Afrika ve Akdeniz havzasının Hitler’den kurtulması çok daha uzun zaman alırdı. Bu arada Sovyetlerin Almanya’ya ön alıcı saldırı yapmamasının nedeninin Japonya’yı kışkırtmamak olduğunu hatırlatalım. Böyle bir durumda iki cephede savaşmak zorunda kalacaklardı. Rusya steplerinde çamura saplanan Almanya’nın sonunun başlangıcı 200 gün süren ve Şubat 1943’te sona eren Stalingrad zaferi ile başladı. Sovyetler 1943 yazında karşı saldırıya geçti. O kadar hızlı hareket ediyorlardı ki Sovyet orduları ABD’nin nükleer silah tehdidi sayesinde Berlin’de durduruldu. Aslında Avrupa’yı Hitler’den kurtaran asıl askeri güç Sovyetler oldu. Normandiya çıkarmasının temel nedenlerinden birisi Sovyetlerin Atlantik kıyılarına erişmesini ve Avrupa’da hakimiyetini önlemek içindi.
SAVAŞ SONRASI DENGE
Savaş sonrası Yalta’da başlayan etki alanlarının tespiti sonucunda savaşın galibi iki cephe (Anglosaksonlar ve Sovyetler) bir denge oluşturdular. (Eğer savaşı Hitler kazanmış olsaydı aynı etki alanı paylaşımının Almanya ve Anglosakson dünya arasında olacağını söyleyebiliriz.) Diğer yandan Sovyetler de tekrar yeni bir Napolyon ve Hitler ile karşılaşmamak için Baltık’tan Adriyatik Denizine uzanan çok geniş bir güvenlik tampon alanı yarattılar. Birinci tamponun Varşova Paktı, İkinci tamponun Sovyetler Birliği olduğu jeopolitik güvenlik kuşağı ile Sovyetlerin kurucu Cumhuriyeti, Rusya merkezde kendini emniyete aldı.
SOVYETLER’İN SONU
Varşova paktı olarak isimlendirilen dış tampon 36 yıl sürdü ve soğuk savaşın bitmesi ile Rusya önce Varşova Paktını daha sonra Sovyetler Birliğini kaybetti. Diğer bir deyişle Rusya yeni bir Brest Litovsk ile karşılaştı. Hemen hemen etki alanlarının dörtte üçünü bir, iki yıl içinde kaybetti. Nasıl ki Almanya Birinci Dünya Savaşı sonunda aşağılayıcı bir şekilde İkinci Savaşı hazırlayacak ortam için kışkırtılmışsa, bu kez de Rusya soğuk savaş bittikten sonra NATO’nun sürekli doğuya genişlemesi ve Sovyetler birliğini kuran temel üç ülkeden biri olan Ukrayna’nın NATO’ya alınarak Anglosakson gücün Rusya ile sınırdaş olması hedeflenerek köşeye sıkıştırıldı.
BUGÜN DÜNE BENZİYOR
Bugün ABD liderliğindeki deniz hegemonyası 1900’lerin başındaki duruma benzer bir jeopolitik satrancı oynuyor. İngiltere’nin yerinde ABD ve AB; Almanya’nın yerinde Çin ve Rusya var. Bugün de Anglosaksonizm’in Rusya’ya yönelik hedefinde bir değişiklik yok. Onlara göre Rusya çok büyük ve ne pahasına olursa olsun parçalanmalı, tüm denizlerden uzaklaştırılmalı, sınırsız kaynakları liberal kapitalist ama Anglosakson egemenliğe dahil edilmelidir. Bir daha hatırlatalım. Avrupa’da yükselen büyük güçler hegemon olur olmaz gözünü doğuya çevirir. Napolyon Fransa’sı ve Hitler Almanya’sı en güzel örneklerdir. Soğuk Savaş sonrası Avrupa’da yükselen güç ABD oldu. Öncü vekilleri İngiltere, Fransa, Almanya, Romanya ve Polonya üzerinden NATO’yu kullanarak 1999 sonrası sürekli genişleyen NATO, Rusya’nın hayati sınırlarının içine kadar girdi. ABD ve AB, Rusya Ukrayna Savaşını kışkırtarak ve davet ederek Avrupalı NATO ülkelerinin doğrudan olmasa da dolaylı yollardan Rusya ile savaşmasını sağladılar. Bugün Hitler dünyaya geri gelse ve NATO ile AB sınırlarını görse şüphesiz bu duruma pek şaşırmazdı.
DENİZLERDEN UZAKLAŞTIRILAN RUSYA
Günümüzde Rusya, Adriyatik’te yoktur. Baltık’ta küçük bir alana sıkıştırılmıştır. Kuzey denizinde tamamen NATO ülkeleri ile çevrelenmiştir. Karadeniz’de NATO savaş gemilerinin girişini kısıtlayan Montrö Sözleşmesi olmasa nefes bile alamayacak duruma getirilmiştir. Rusya’nın NATO tarafından bu denli kuşatılmışlığına, ABD ve AB tarafından bine yakın ekonomik yaptırım ve ambargoya maruz kalmasına rağmen Ukrayna cephesinde herhangi bir şekilde geri adım atmaması; Rusça konuşan nüfusun yaşadığı Donetsk, Kherson, Luhansk and Zaporizhzhia ile Kırım’ın statüsünde herhangi bir değişikliğe gitmemesi Rusya’nın batıdan bugüne kadar 200 milyar USD değerinde silah, cephane, paralı asker ve yardım alan Ukrayna karşısında geri adım atacağı tahminlerini boşa çıkardı. ABD, İngiltere ve Fransa liderleri sürekli olarak Rusya Kazanmamalı diyorlar. Tarihte örneği görülmemiş şekilde Rusya şeytanlaştırılıyor ve düşmanlaştırılıyor. Ancak bu negatif etkileşim ters tepiyor. İkinci Dünya Savaşında da pek çok batılı devlet Hitler Sovyetlere saldırdığında rahat bir nefes almıştı. Neticede Hitler’in büyük bir enerjisi doğuya yönelecekti. Aynı zamanda başta Vatikan olmak üzere Avrupalı kapitalist Hıristiyan dünyanın nefret ettiği komünistlere ders verilecekti. Ancak Hitler ve generallerinin en fazla 8 haftada Leningrad, Moskova ve Kiev’e erişeceklerini tahmin ettikleri Rusya Seferi 2,5 yıl sonra perişan bir Alman yenilgisi ile Berlin’in kapılarını Ruslara açtı. Berlin’e kadar giren Ruslar 1989 yılına kadar Avrupa’dan çıkmadı. Çok daha önemlisi, 1941 ve 1943 kışı arasında geçen 2,5 yılda en büyük ikinci düşmanları Japonya, Rusya’ya doğuda cephe açmadı. Türkiye, çok doğru bir kararla Almanya yanında savaş girmediği gibi Anglosaksonların yanında da savaşa girmedi. Bugün de Rusya karşıtı ABD/AB ve NATO cephesine karşılık Çin ve Hindistan ile Küresel Güney Rusya ile değil savaşmak, ambargo ve yaptırımlara bile katılmıyorlar.
ASIL HEDEF ÇİN’İN ZAYIFLAMASI
Rusya’nın kazanmaması, Çin’in Rusya’dan uzaklaşması ve Anglosakson hakimiyetin devamı için önemlidir. Zayıf bir Rusya Çin ile yaşanacak Pasifik güç mücadelesinde Anglosakson ittifakın karşısına güç ayıramayacaktır. Ayrıca Rusya’nın Avrupa’da ABD ve AB/NATO bloğuna rağmen kendi siyasi iradesini dayatması Gazze Savaşı nedeniyle itibarı ve güvenilirliği her geçen gün büyük yara alan ABD’nin küresel patronajına zarar verecektir. Dünya ekonomik dengelerinin Asya’ya kaydığı, batının 300 yıllık yüksek teknoloji üretim tekelinin bile Asya ülkeleri tarafından kırıldığı günleri yaşıyoruz. BRICS+10 sonbaharda BRICS+40 olma yolunda hızla ilerliyor. Küresel Güney uluslararası sorunlarda artık ABD liderlik ve hakemliğinden uzak duruyor. ABD Çin rekabeti bugün için ticaret ve teknoloji alanında yoğunlaşmış olsa da başta Filipinler ve Tayvan üzerinden askeri rekabetin fiili sahaya taşınacağı günler yakındır. Çin ile askeri rekabet döneminde kurulacak ittifak sistemlerinde en önemli devlet Hindistan olacaktır. Eğer Hindistan Çin ile ABD arasında yaşanacak askeri mücadele döneminde tarafsız kalırsa ortaya çıkacak durum İkinci Dünya Savaşında Japonya’nın doğu cephesinde Sovyetlere karşı tarafsız kalmasına benzeyecektir. Bu durum Çin’in geleceğini belirleyecek en önemli karar olacaktır. Bir daha hatırlatalım Alman işgali sürerken eğer Sovyetler doğuda Japonya ile çatışsaydı iki cepheli bir savaşı idame edemezdi. Çin’e karşı, Japonya, Güney Kore, Singapur, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın ABD ile birlikte hareket etmesi ise kesin sonuçlu bir zaferi garantileyemez. Zira askeri, demografik, ekonomik koşullar bugün için Çin’in lehindedir.
ABD PASİFİK’TE ZAMAN KAZANMAYA ÇALIŞACAK
Bu görüşler ışığında Hindistan’ın tamamen Anglosakson blok yanına çekilmesi garanti altına alınmadan, Pasifik’teki ABD müttefikleri NATO benzeri askeri bir komuta kontrol yapısı altında müşterek ve birleşik harekât yeteneğine kavuşmadan ABD, kendisine itibar ve güven kaybı getirecek askeri bir inisiyatifi Pasifik’te başlatmaz. Ancak halen kendi dinamiklerini oluşturan Ukrayna Rusya savaşının devamı için Ukrayna halkı karşı çıkmadığı sürece her türlü olanağı kullanır. Böylece hem NATO devletleri istim üzerinde tutulur, hem de Amerikan savunma sanayii savaş ekonomisine ve üretim artımına geçmeye devam eder. ABD coğrafyanın kendisine sağladığı güvenlik avantajını kullanarak 1900’lerin başındaki Anglosakson jeopolitiğinin devamını sağlamak için diğer kıtalarda güçlerin birleşmesini önlemek, kıta devletlerinin denize çıkışına mâni olmak için gayretlerini artıracaktır. Diğer bir deyişle 1914 dünya savaşının dinamikleri bugün farklı aktörler ile geçerlidir. Dünya Savaşı devam etmektedir. Sadece sahneler ve aktörler değişiklik göstermektedir. En büyük iki sahne 1989’da soğuk savaşın bitmesi; 2008’de kapitalist ekonomik sistemin çökmesi ve aynı yıl Rusya’nın Gürcistan/Güney Osetya’da neocon emperyalizminin tepe yaptığı ABD’ye meydan okumasıyla yaşanmıştır. 2012 sonrası Çin’in de tam olarak ABD’ye meydan okuma sürecine girmesi ile büyük güçler rekabeti olarak adlandırılan yeni dönem günümüze kadar gelmiştir. Halkın diliyle 3. Dünya Savaşı gerçekte hibrid metotlarla devam ediyor. Rusya Ukrayna ve Gazze İsrail savaşlarından sonra Pasifik’te ya da Moldova/Transdinistra’da açılacak yeni bir cephe bu sürecin gelecekte nereye everileceğinin ipucunu verecektir. Ancak her koşulda ABD ve AB/NATO cephesinin Asya Seferinde karşılaşacağı durumu Hitler’in Moskova Seferinde karşılaştığı sürprizler ile değerlendirmek gerekir. Tüm bu süreçlerde nükleer silah kullanımının ancak ve ancak kendi halkının da yok olmasına onay verecek iktidarlar ve liderler tarafından verileceğini var saymaktayım. O nedenle uzak bir ihtimal olarak değerlendiriyorum. Ancak özellikle Amerikan savaş sanayi için nükleer silah üretimine devam edileceğini ve bu nedenle tehdidin sürekli gündemde tutularak büyük kaynakların aktarımının gerçekleşmesi sağlanacaktır.
TÜRKİYE DERSLERİ
Türkiye olağanüstü coğrafyasının jeopolitik özgül ağırlığını kullanarak büyük güçler rekabet döneminde aktif tarafsız kalmalı, kendi jeopolitik çıkarlarına hizmet edecek şekilde tutum almalıdır. Herhangi bir askeri ittifak ve askeri taahhüt sistemine bağlı olmadan hareket etmelidir. NATO’nun Karadeniz’de emrivakiler sonucu Türk Rus krizi çıkarmasına ve Montrö rejiminin zarar görmesine izin vermemelidir. İran ile Türkiye’yi çatışma ortamına çekecek kışkırtmalardan uzak durmalı, Doğu Akdeniz, Ege ve KKTC’deki hayati çıkarlarımızın gevşetilmesi veya yok sayılmasına dur diyebilmelidir. Emperyalizmin güneyimizde denize çıkışı olan bağımsız kukla bir Kürt devletinin kurma hedefi ve gayretlerinin asla son bulmayacağını bilerek hareket etmeli ve en kısa zamanda Suriye’de Esad rejimi ile iş birliğine gitmelidir. Dünya Ekonomik sisteminin Asya’ya odaklandığı yeni çok kutuplu dönemde BRICS üyeliği için geç kalınmamalı, Orta Koridor, Kalkınma Yolu gibi Türk patentli ulaştırma koridorlarının Asya ve Avrupa ekonomileri ile bütünleşmesi için gayretler jeopolitik çıkarlarımızla paralel şekilde artırılmalıdır. Mavi Vatan’da Doğu Akdeniz ve Ege’de 2020 sonrası başlayan gerileme süreci durdurulmalı, sismik ve sondaj faaliyetlerimiz KKTC ve Türkiye adına devam ettirilmelidir.
Cem Gürdeniz