Tarihten günümüze ders alınacak yansımalar

Tarih okumak geleceğe fener tutmak gibidir. Geçmişte yaşanan iyi veya kötü olayları bilmek pasif tecrübe kazanmaya benzer. Deniz gücümüzün rotasını çizmek için geçmişi özellikle yakın geçmişi anlamamız gerekir. Osmanlı deniz tarihinin özellikle 19 ve 20’nci yüzyıl dönemleri, imparatorluğun çöküşünün asli kaynağının teknoloji ve deniz gücündeki gerileme olduğunun sayısız örnekleri ile doludur.

20. YÜZYILA DONANMASIZ GİRDİK

Şüphesiz II. Abdülhamit dönemi yaptıkları ve yapmadıkları ile, donanma gücünün tam da 2. Sanayi devrimi yaşanırken zayıflamasına neden olmuştur. İsmi var olan ancak denizde varlığı olmayan Osmanlı Donanması 93 Harbinden sonra bırakalım uzak diyarları ne kıyıları ne adalarımızı koruyabildi. Bir deniz ülkesi olmamıza rağmen 20’nci yüzyıla donanmasız girdik. Sonunda Anadolu’nun işgali yaşandı. Eğer Mustafa Kemal Atatürk ortaya çıkmasa ve Kurtuluş Savaşı yaşanmasa tarihimizde ilk kez vatansız kalacaktık. O nedenle II. Abdülhamit döneminin hataları ve sevapları ile iyi anlaşılması gerekir. Aynı hataları ondan 146 yıl sonra tekrar etmemek gerekir.

KİTAPLAR VE HATIRATLAR DÖNEMİN ŞAHİTLERİDİR

Söz konusu dönemin deniz tarihi okumalarını yaparken karşımıza çıkan hatıratlar önemli yer tutuyor. Amiral ve deniz subaylarımızın hatıratları ve kaleme aldıkları eserler ve makaleler bize o dönemler hakkında ciddi fikri tecrübe kazandırıyor. Yabancı Müşavirlerin hatıratları gerek kronolojik olaylar gerekse dönemin önde gelen şahsiyetlerine bakış için fikir veriyor. Söz konusu kaynaklar dönemin şahitleri olarak karşımıza çıkıyor. Deniz Tarihçisi E. Amiral Afif Büyüktuğrul’un 5 Ciltlik Osmanlı Deniz Harp Tarihi serisinin 3. Cildi II. Abdülhamit dönemini detaylı anlatıyor. O dönemde yaşayan amiral ve deniz subaylarının kaleme aldığı eserler de çok önemli.  II.Abdülhamit ’in hışmına uğrayan ve sürgüne gönderilen ünlü deniz subayı Binbaşı Süleyman Nutku’nun söz konusu dönemi anlattığı Bahriye Kura Neferi isimli kitabın 1993 yılında Deniz Kuvvetleri yayını olarak basılmasından sonra dönemin Donanma Komutanı Hasan Rami Paşa’nın Hatıratının ve Tarihçi Cemal Kutay tarafından hazırlanan 5 ciltlik Rauf Orbay Hatıratının 1997 yılında ikinci baskısının yayınlanması da II. Abdülhamit dönemine ışık tutması açısından önemliydi. 2003 yılında araştırmacı Nurcan Bal tarafından bu kez Süleyman Nutku’nun Hatıratının, Deniz Kuvvetleri Kültür Yayını olarak yayınlanması yeni bir sayfa açtı.  2010 yılında İş Bankası Yayınlarından çıkan II. Abdülhamit döneminin İngiliz Müşavir Paşası Charles Hobart Hamden (Hobart Paşa)’nın Hatıratı da bu listeye eklenebilir.

2010 SONRASI YAYINLANAN KİTAPLARI

Kaderin cilvesi olsa gerek Donanmaya FETÖ e iktidardaki ortakları tarafından kurulan Balyoz ve Casusluk kumpaslarının başladığı 2010 yılından sonra II. Abdülhamit dönemi deniz tarihine yönelik kitaplara yenileri eklendi. Bu kapsamda söz konusu dönemi detaylı şekilde aktaran 2 Hatırat ve 1 biyografik araştırma kitabı dikkat çekiyor.

YARBAY MUHİDDİN ATAYİĞİT’İN HATIRATI

2023 yılında ‘’Büyüyen Ay’’ Yayınevinden çıkan Mehmet Korkmaz’ın ‘’Bahriye Mektebinde Bir Jön Türk’’ isimli kitabı, 1892-1898 yılları arasında Bahriye Mektebinde öğrenim gören Emekli Deniz Yarbay Muhiddin Atayiğit’in öğrencilik yıllarında tuttuğu hatıratını içeriyor. Ancak yazar hatırata sadık kaldığı kadar hatıratta adı geçen kişiler ve olaylar ile ilgili gerçek bir tarih araştırmacısı olarak çok zengin, doyurucu ve tamamlayıcı dip notlar kullanmış. Yarbay Atayiğit, Bahriye Mektebine II. Abdülhamit’in iktidarının ortalarında girmiş. Okul arkadaşları arasında dönemin Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın iki oğlu da var. Dolayısı ile okuldaki yaşam koşulları farklı. Atayiğit okuldayken Jön Türk hareketine katılıyor, yakalanıyor, kısa süreli hapis yatıyor, ancak sonunda mezun olup donanmaya katılıyor. Hemen hemen tüm savaşları görüyor. İtalyan Harbinde Libya’da Mustafa Kemal ile tanışıyor. Kurtuluş Savaşında İstanbul’da bahriyelilerin kurduğu gizli dernekler içinde Anadolu’ya silah kaçırıyor. Korkusuz, son derece nitelikli bir denizci olarak büyük bedeller ödemekle kalmamış, bugünlere ışık tutacak şekilde zengin bir hatırat tutarak geçmişi bugüne taşımış. Ruhu şad olsun.

1892 -1898 yılları arasında Heybeliada Bahriye Mektebinde yaşananları anlattığı hatırattan yazarın İdadi (lise) çağında yaşadıklarından dikkatimi çeken bazı bölümler şöyle (Sayfa 59-60): ‘’Mektep nazırımız Tayyar Paşa din işleriyle de alakadar olurdu. Emir vermiş herkes camiye gidecek. Bir gün öğle namazı vaktinde dahiliye amir ve zabitleri bütün talebeyi adeta zorla camiye sürmüşlerdi. Büyük bir gürültüyle caminin bir kapısından girip deniz kapısındaki merdivenli yerden kaçan öğrenciler pek çoktu. İmam mevkiinde mihrapta bizim Arap Hoca dediğimiz bir zat vardı. Adamcağız şaşırdı. O şaşkınlıkla ‘’ödüm koptu, kafir bastı’’ sandım diyormuş. Bu söz ağızlarda bir sakız oldu. ‘’Kafir bastı’’ tabiri alay makamında birçok zaman kullanıldı. Bir gün ben de pek fena bir çam devirdim. Yine bu hoca bir gün öğle namazından sonra mihrapta oturmuş vaaz ediyor, biz de dinliyorduk. Dünyanın teşkili bahsine girdi. Hoca cahil yobazların saçmalamalarıyla meydana getirilen, dünyanın öküzün boynuzunda olduğu, öküzün karşısındaki sineğin burnuna kaçmaması için başını sallamasından zelzeleler meydana geldiği gibi zırvalarını anlatmaya başladı. İlim ve fenle dolu talebenin kafasına böyle zırvalar doldurmak gayet yanlış idi. Ama hoca efendi bir kere başlamış, sürekli söylüyordu. Kalktım camiden çıkmak üzere yürüdüm. Bana o Arapça telaffuz ve tekerleme ile ‘nereye gidiyor bu küçük’ dedi. Boş bulundum ‘’sizin öküze arpa saman vermeye’’ dedim ve fırlayıp kaçtım. Gülüşmeleri kapıdan çıktıktan sonra bile duydum. Dahiliyeci idare subaylarından birkaçı da orada imiş. Hocalar da duydu. Baba Osman dediğimiz aynı zamanda talim hocamız olan Yüzbaşı Osman beni görünce ‘öküzün samanını verdin mi?’ diyerek sorardı. Bu muhabbet uzun bir zaman böyle devam etti. Beni görenler, işte bu yumurcak, işte bu afacan diye birbirlerine beni gösterirler ve gülerek ‘öküzün samanını verdin mi?’ diye sorarlardı. Gerçi imam efendi darılmıştı ama bütün mektebe sözüm bir eğlence terimi olarak kalmıştı. Bu olay yüzünden camide verilen derslerden ve vaazlardan da vazgeçilmişti.’’

1894 İSTANBUL DEPREMİ VE BAHRİYE MEKTEBİNDE YIKILAN MİNARE

Hatıratın sahibi Muhittin Atayiğit, ast sınıfta okuyan kardeşi Nurettin ile 10 Temmuz 1894 tarihinde İstanbul Depremini Heybeliada’da okulda yaşadı. 7 Richter ölçeğindeki bu depremde İstanbul’da 1400 kişi öldü. Özellikle kagir binaların pek çoğu yıkıldı. İstanbul’da Mihrimah Sultan ve Kariye Cami minareleri yıkılmıştı. Adalarda da büyük hasar meydan geldi. 10 Temmuz gününü Atayiğit’in yaşadıkları hatıratında detaylı yer almış. Şöyle yazmış (Sayfa 69-70): ‘’İdadi (Deniz Lisesi) üçüncü sınıfta iken pek büyük ve pek müthiş bir felaket yalnız okulu değil, bütün İstanbul civarını dehşet içinde bıraktı… Deprem memleketi baştan başa teessür ve üzüntüye gark etti. 10 Temmuz 1894 Salı günü birinci dersten çıkmış öğle yemeklerimizi yemiş ve kahve ocaklarına dolmuştuk… Öğle vakti olduğundan müezzin efendi minarede ezanı bitirmek üzereydi. Ezanın sonunda son kelamını ederken o ana kadar asla işitmediğim bir takım sesler ve gürültülerle pek korkunç hırıltılar duydum. Zelzele oluyordu. Bu zelzele o zamana kadar kitaplarda okuyup, o zamanki malumat-ı umumiye ve ilmiyeye göre neden olduğunu bildiğimiz, fakat ömrümüzde hiç görmediğimiz bir zelzeleydi. Bila istisna bütün talebeyi korku ve dehşet istila etmişti. Herkes bağrışıyor, bulunduğu yeri emin görmeyerek koşuyor ve kaçıyordu. ‘Ölüyorum’ diye bağıranlar, yuvarlananlar… Herkes çılgına dönmüştü. Talebeden bir kısmı Büyükada’ya doğru yüzüyordu. Diğer bir talebe grubu mektebin 5 Çifte talim filikasına doluşmuş kürek çekerek kaçıyordu. Caminin imamı İsmail Efendi enkaz altında inliyordu. Yardımına koştuk. Parçalanmış cesetleri görünce ne olduğumu ne olacağımı düşünmeden ve korkmadan taşların ve enkazın altından yaralıları çıkararak bir tarafa koyduk enkaz altında küçük sınıfta okuyan kardeşim Nurettin’i de buldum. Ağlaşarak birbirimize sarıldık.’’

DENİZDE SKANDAL BİR FIRTINA SEYRİ

Atayiğit’in hatıratında en çok dikkatimi çeken kısım ‘’Fırtınalı Bir Günde Nüzhetiye Vapuru ile Heybeliada’dan İstanbul’a Tehlikeli Bir Yolculuk’’ başlıklı kısım oldu. (Sayfa188-199) Bu kısımda son sınıfta bir kış günü hafta sonu tatili için izne çıktıkları gün Nüzhetiye Vapurunda yaşadıklarını anlatmış. Anlatıda, lodos fırtınası nedeniyle kaptanın Heybeliada’dan hareket etmeyeceğini söylemesine rağmen genç teğmen adaylarının kendilerine güvendiklerini ve kaptana yardım edeceklerini söyleyerek kaptanın seyre devam kararı aldığını görüyoruz. Ancak Kınalıada’dan sonra fırtına ağırlaşıyor. Neticede kayboluyorlar. Kömürleri bitiyor. Mobilyaları yakıyorlar. Günümüzün şartlarında 1,5 -2 saat süren seyahat yarım gün sürüyor. Ve sonuçta her şeyden ümitleri kesilmiş iken kalkıştan 12 saat sonra gece yarısı sabaha karşı bazı ışıkları görüyorlar ve İstanbul’a vardıklarını sanıyorlar. Halbuki geldikleri yer Heybeliada Çam Limanı. Bölgeyi bilmeyenler için izah edelim. Adanın kuzeydoğu kıyısındaki iskeleden ayrıldıktan 12 saat sonra vardıkları yer adanın güney batı kıyısındaki liman. Geminin eskiliği bir yana son sınıfı okuyan onlarca deniz subayı adayının da gerek meteoroloji gerek seyir bilgilerinin son derece zayıf olduğunu bu kısmı okurken görüyoruz. Okuldaki eğitim kalitesinin ne durumda olduğunu sadece bu hatırat değil, Atayiğit’ten bir sene sonra okula kabul edilen Emekli Deniz Yarbay Emin Yüce’nin hatıratında da okuyoruz.

E. YARBAY EMİN YÜCE’NİN HATIRATI

2010 yılında Deniz Kuvvetleri Kültür Yayını olarak okuyucu ile buluşan ‘’Abdülhamit Donanmasında Bir Bahriyeli: Donanma Zabiti Emin Yüce’nin Hatıraları’’ başlıklı kitap. Bu kitap da sadece bahriye mektebinden değil, aynı zamanda dönemin donanmasının eğitimi, lojistiği, tersaneleri ve yolsuzlukları hakkında yaşanmış olaylardan kesitler ve gözlemler sunuyor. 1897 yılında Heybeliada Bahriye Mektebine kabul edilen ve 1903 yılında mezun olarak donanmaya katılan Emin Yüce’nin hatıratında Bahriye Mektebi ile ilgili olarak kendisinden birkaç yıl önce okula katılan Atayiğit’in anlattıklarına benzer konular gündeme geliyor. Emin Yüce’nin 1928-1930 arasında deniz Lisesi Komutanlığı yapmış olduğunu ekleyelim.

BAHRİYE MEKTEBİNİN ACINASI KOŞULLARI

Yüce’nin hatıratında anlattıkları, okulun şartlarının onun yaşadığı dönemde yani II. Abdülhamit döneminin sonlarına doğru çok daha kötü ve çekilmez durumda olduğu şeklinde bir intiba yaratıyor. Benzer şekilde Yüce gerek okul yöneticileri gerekse Bahriye komuta kademesine son derece keskin eleştiriler getiriyor. Okuldaki yaşam şartlarının zorluğundan bahseden Yüce şunları yazmış (Sayfa 40-41): Talebe hakir görülür ve bu idareye layık addolunurdu. Musluklardan tuzlu su akardı. Hamam da vardı. Okulda güzel yapılmış soğukluklu, halvetli göbek taşlı, 17 kurnalı bir hamam vardı ki bunun suyu mektebin sarnıçlarından gelirdi. Haftada bir hamama girdikten bir saat sonra su kesilir ve talebe dışarıdan tenekelerle hademeye minnet ederek taşıdıkları soğuk su ile yıkanır ve çıkarlardı. Bunda hamamın değil bittabi idarenin kabahati vardı. Çünkü ders zamanlarında hariçten gelen erkek ve kadın müşteriler hiç de böyle bir maruz hala maruz kalmıyorlar ezana kadar yıkanıyorlardı. Üç sıra teşkil eden abdesthaneler ise aynen camilerinkine benzerdi. Kiminin musluğu yoktu, kiminin taşı ve kapısı kırıktı, girmeden muayene lazımdı. Kışın yatakhanelerdeki koca sobalara pek az kömür verildiğinden uzakta yatanlar titrer dururlardı ve bazı kırık camlar da tesiri ile sabahlara kadar öksürürlerdi. Her sınıfa bu idaresizlik ve sefaletten senede 5 -6 kişi ağır hastalanırdı. Bir tarafta Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’nın kol ağası rütbesinde üç ve Hicaz Valisi Bahriye Müşiri Ratıp Paşa’nın yüzbaşı rütbesinde iki oğlu, muallim dairesindeki hususi odalarında rahat ve huzur ile oturmak, hususi mutfaktaki kendi aşçılarının pişirdiği nefis yemekleri yemek istedikleri zaman girip çıkmak ve adada gezip eğlenmek şartıyla güya tahsilde idiler.  Bu talebe beyler de (Bahriye Mektebi) Mektebi Bahriye-i Şahane talebesi idi. Aynı zamanda Padişah yaveri de olan bu talebe beyefendilerin bazıları bizim sınıflarımızda oldukları ve derslere bazı günler lütfedip girdikleri halde her türlü meşakkate göğüs gererek, sefaletlere katlanarak vücutlarının metaneti sayesinde ölüme karşı durarak teğmenliği kazanan sınıf arkadaşını yüzbaşı rütbesi ile geçerlerdi. En çalışkan talebeye bile şiddetle muamele eden muallimler vardı ki bunların dalkavukluğu ile iftihar ederlerdi.’’

BAHRİYE NAZIRI İÇİN AĞIR ELEŞTİRİLER

1881-1903 arasında 22,5 sene aynı görevde kalan ve II Abdülhamit’in buyrukları ile donanmayı küçülten ve Ertuğrul Firkateyninin Japon sularında batarak 537 bahriyelinin şehit düşmesine neden olan dönemin Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa için de şunları söylüyor: “…Hakikatte Abdülaziz devrindeki muazzam donanmayı imha ile Haliç’teki şamandıralara kıymeti kalmayan yaldızlı gemileri bend ederek halkı iğfale çalışırdı…Hasan Paşanın en büyük fenalığı onun servet hırsı ve bu uğurda subay ve eratın hakları üzerinde suiistimal icra ederek, tersanede inşaat ve tamirata sarf edilen meblağ üzerinden şahsi çıkar temin etmek idi… Diğer bir deyişle Bahriye bir çiftlik ve biz de onun demirbaş hayvanı idik… Osmanlı tarihinde pek büyük nüfuz ve iktidara fevkalade ihtişam ve saltanata sahip değişik bakanlara tesadüf edilirse de makamını Hasan Paşa kadar uzun süre işgal eden görülmez. Hasan Paşa Abdülhamit’in arzusuna bağlı olarak donanmayı yok etmiş, Bahriyenin kıymetini hiçe indirmiştir.” 

BAHRİYE NAZIRI BOZCAADALI HASAN HÜSNÜ PAŞA

2022 yılında Selenge Yayınevinden çıkan Mehmet Korkmaz’ın ‘’Bahriyede Bir Ömür: Sultan II. Abdülhamid’in Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’’ isimli eser de son derece detaylı, akademik bir tez mahiyetinde hazırlanmış. Yerli ve yabancı arşivlerden yoğunlukla yararlanılan eserde çok sayıda hatırata, gazeteye, edebi esere, makaleye ve kitaba yer verilmiş. Söz konusu dönemde 22,5 yıl Sultan II.Abdülhamid’e Bahriye Nazırlığı yapan Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın artıları ve eksileri dikkatli şekilde incelenmiş. Aynı dönemde yolsuzluklara bulaşmış Donanma Komutanı Hasan Rami Paşa’nın (Donanmadaki o dönem lakabı Harami Paşadır) 1993’te yayınlanan hatıratından sonra bu eser de bugüne kadar gölgede kalmış ve tek taraflı iddia edilmiş pek çok olaya açıklık getiriyor.

NAZIRA AĞIR ELEŞTİRİLER

Bu eserde Bahriye üzerinden büyük servet yaptığı bilinen Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa hakkında dönemin ünlü yazar ve şairlerinin yazdıklarından etkilendim. (Sayfa 189-195). Örneğin Şair Eşref ‘’Gibidir’’ başlıklı kaidesinde şunları yazmış: ‘’Hele o Nazır-ı Bahriye Hasan Paşa’nın/ Devlet ü millet için varlığı tufan gibidir. / Elde tesbih-i riya, dilde beyanı tezvir (elde iki yüzlülük tesbihi, dilde yalan beyanlar) Meclis-i Has’da baziçe-i şeytan gibidir. (Bakanlar Kurulunda Şeytanın oyuncusu gibidir.) 

Başka bir şiirinde de şöyle demiş:

‘’Yarış etmek için tersanede bir tek kayık yoktur/Yetişmişken alaylı bir takım Bahriye Erkanı/Boy ölçüşmek diler bazen denizde İngilizlerle/ Değil insanları bu, güldürür ormandaki Tavşanı.

Edebiyatçı Damat Mahmut Celalettin Paşa da bir şiirinde Paşa ile ilgili şunları yazmış:

‘’Tersaneyi tahribe güzel buldun yol/Artık gözün aydın para topla bol bol/ Ber-mucib-i ferman-i şehenşah-ı zaman (Padişahın fermanı gereğince) / Devletlu Hasan Paşa berhudar ol.

BUGÜNE DERSLER

Son zamanlarda aynı zamanda defaten okuduğum bu üç hatıratı siyasetçilerin, kendini devlet adamı olarak görenlerin ve de en önemlisi denizcilerin okumasını tavsiye ederim. İbret alınacak ve tekrar edilmeyecek kadar önemli o kadar çok ders var ki! Bu kitapları okuyunca denizlerdeki geri çekilmenin ve kaçınılmaz Anadolu işgalinin kök nedenlerini görebiliyoruz. Yarbay Mustafa Kemal’in 57. Alaya 25 Nisan Sabahı Conkbayırı’nda neden ölmeyi emrettiğini daha iyi anlıyorsunuz. Osmanlıyı donanmasız ve denizcisiz bırakanları, donanma üzerinden yolsuzluklar üzerinden servet yapanları aradan 119 yıl geçse de unutmamamız gerektiğini anlıyorsunuz. Bilgisizlik, nepotizm, liyakatsizlik, yolsuzluk, usulsüzlük, ego ve güç tuzakları, dinle aldatma ve daha nice karanlık yöntemlerle koskoca devleti 15 Mayıs 1919 sabahı Yunan işgaline açık hale getirenleri ibretle ve hayretle öfkeyle hatırlıyorsunuz. Ve de en önemlisi kaderin Türk’ün kurtarıcısı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü karşımıza çıkarmış olmasına şükrediyorsunuz. Kurtuluş, Kuruluş, devrimler ve cumhuriyetin değerini çok daha iyi anlıyorsunuz. Ne demişti, Atatürk’ün büyük tokadını yiyen İngiliz başbakanı David Lloyd George: ’’Yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. yüzyılın dâhisi Türklere nasip oldu ve kader onu bizim karşımıza çıkardı.”  Ne mutlu bizlere, bugün onun ateşini ve ruhunu taşıyan milyonlar aramızda.

Cem Gürdeniz