Lawrence’tan Colani’ye Suriye trajedisi-1

Araplar, Osmanlı idaresi altında 400 yıl yaşadı. Son 76 yılda yaşananlara bakılırsa belki de en huzurlu 400 yılı yaşadıkları söylenebilir. 1918 sonrası Osmanlıdan tamamen bağımsızlaşan Araplar, pek çok yeni devlet kurdu. Kurulan devletlerin çoğunluğu İsrail Devletinin 1948 yılında kurulmasını kabul edip, Birinci ve İkinci Dünya Savaşının galibi Anglosakson sahiplerine biat ettikleri sürece barış ve bolluk içinde yaşadılar. Bugün bile Suudi Arabistan gibi Vehhabi gericiliğinin, insan hakları ihlallerinin kalesi bir ülke, 2034 FIFA Futbol Dünya Kupasının yapılacağı bir ülke olarak seçiliyorsa sözün durum ortadadır. ABD özellikle 1973 Yom Kippur Savaşı ve OPEC krizinden sonra kendisine biat etmeyen, sömürge veya vekil devlet olmayı kabul etmeyen, Filistin halkına yapılan zulme karşı duran, çoğu sosyalist ve seküler, bağımsız ve başı dik yaşamak isteyen Arap devletlerine asla izin vermedi. Demokrasi, insan hakları ve hürriyet en çok kullandıkları sloganlar olmasına rağmen bu kavramları nedense Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE, Umman ve Katar’a karşı hiçbir zaman kullanmadılar. ABD müdahaleleri ile 2002’de Saddam’ın, 2011’de Kaddafi’nin ve son olarak 2024’te Esad’ın heykellerinin demokrasi çığlıkları altında yıkılışına şahit olduk. Yıkılan her heykel yüzbinlerce Arap’ın gelecek yıllarda ya ölmesine ya göç etmesine ve gelecek kuşakların istikrar olmadan on yıllarca acı çekmesine neden oldu. Bu duruma gelmede en büyük iki etken kabile aidiyetine bağlı Arapların genel sosyolojik karakteri ile dini bilinçlendirmenin yarattığı kadercilik anlayışı oldu. 1950’lerin ortalarında Nasır dönemi Arap milliyetçiliği ve BAAS tipi sosyalizm bunu değiştirmeye çalışsa da başarılı olamadılar. Araplar, sürekli acı çekiyorlar. Aralarında hiçbir dayanışma yok. ABD ve İngiliz sömürgesi konumunda olan monarşik Arap devletleri ise sadece günü kurtarıyor ve kendi heykellerinin yıkılışını önlemek için emperyalizme sundukları sömürü düzeninde jeopolitik hizmetkarlığa devam ediyor. Hatırlatalım; Jeopolitik ve jeoekonomik perspektifte  ABD ve müesses batının bölgede değişmeyen dört hedefi şunlardır: 1. İsrail’in yakın ve uzak çevresindeki tüm askeri tehditleri bertaraf etmek; 2.İran, Irak, Suriye ve Türkiye topraklarını kapsayacak şekilde denize çıkışı olan kukla Kürt Devleti kurmak; 3. Bölgede denizde ve karadaki tüm hidrokarbon kaynakları ve değerli madenleriyle boru hatlarını/ su ve gıda kaynaklarını ABD kontrolünde tutmak; 4. Bölgeyi kullanan uluslararası ticaret koridorlarını (KvY, IMEC, Kalkınma Yolu vb.) kendi çıkarlarına göre şekillendirmek.  Bu satırlar yazılırken Suriye’de genel durum ordusuz kalan bir devletin düşebileceği en kötü durumdu. İsrail, Suriye’de devlete ait askeri her varlığı yüzlerce sorti hava saldırısı ile imha etti. Golan bölgesi ve güney Suriye’nin önemli bir bölümünü topraklarına tamamen katmaya devam ediyor. ABD ve İsrail’in Kürtler Suriye’de Fırat nehri doğusunda Irak Kürdistan Özerk Yönetiminin benzeri kalıcı özerk yönetimi garantilemiş durumdalar. Hükümet her ne kadar yaratılan son durumu siyasi bir zafer olarak lanse etse de gerçekte ortaya çıkan durum jeopolitik bir kabusa dönüşecek potansiyelde. 3 bölümde art arda yayınlanacak bu uzun makalemde Suriye’nin durumunu ve yaşananların küresel ve Türkiye jeopolitiğine etkilerini irdeledim.

MEKKE ŞERİFİ HÜSEYİN, İNGİLTERE YANINDA

Her şey, Birinci Dünya Savaşında Arapların Türklere ihaneti ile başladı. Haşimi Hanedanından Mekke Şerifi (Hicaz Kralı) Hüseyin ile İngiltere’nin Mısır’daki Yüksek Komiseri Yarbay Sir Henry McMahon arasındaki yazışmalarla başladı. Temmuz 1915, yani Çanakkale’de Türk ordusu İngilizlerle dişe diş savaşırken Mekke Şerifi Hüseyin’in Yarbay McMahon’a ilk yazdığı mektup bugünün tohumlarını attı. İngiltere’ye destek olma koşulu ile Halife olarak ilanını ve etnik Arapların bulunduğu topraklarda (Arap Yarımadası, Suriye, Irak, Ürdün, Filistin, Lübnan) Osmanlıdan bağımsızlıklarının garantilenmesini istiyordu. Son mektuplaşma Mart 1916’da gerçekleşti. Bu sürecin en önemli iki nedeni vardı. Birincisi Osmanlı Padişahının İngiliz ve müttefiklerine karşı Cihat ilanına karşı koymak ve bu yol üzerinden Hindistan’daki 70 milyon Müslümanın karşı cephe almasını önlemekti. İkinci neden de Süveyş Kanal bölgesinin Alman etki alanına girmesini önlemekti. Sir McMahon ve Şerif’in anlaştığı süreç Arap’ların ayaklanarak Şam, Humus, Hama ve Halep hattının doğusunda kalan Suriye, Hicaz ve Mezopotamya’yı kapsayan bağımsız bir Arap devletinin yaratılmasıydı. Bu süreçte Lübnan, Filistin başta olmak üzere kıyı şeridi Araplara verilmemişti. Ancak bu gelişmelere Fransa karşıydı. Zira Suriye’yi ve Lübnan’ı kendi sömürge alanında tutmak istiyordu.

SYKES-PİCOT SÜRPRİZİ

Bu yazışmalardan kısa süre sonra İngilizler ve Fransızlar gizli olarak akdettikleri 16 Mayıs 1916 tarihli Sykes- Picot Anlaşması ile söz konusu bölgeyi çoktan kendi sömürge ve manda alanlarına bölmüşlerdi. Ancak bu anlaşmadan Sir McMahon ’ın daha doğrusu İngiliz Askeri Bürokrasisinin haberi yoktu. Ekim 1915’te Şerif Hüseyin, McMahon’ ı tehdit ederek Kraliyetin kendisine garanti vermesini aksi takdirde Türklerin yanına geçeceğini söyledi. Çanakkale cephesinde zaten Türkler karşısında sürekli yenilen İngilizler durumun daha da kötüye gitmesini önlemek için Akdeniz sahil şeridi ve Hristiyanlığı ilgilendiren Kutsal Topraklar dışındaki alanlar için verdikleri sözü tutacaklarını söylediler.

ARABİSTANLI LAWRENCE VE BALFOUR SAHNEDE

1916 yılında Araplar, İngiliz İstihbaratçı ve Arkeolog T. E. Lawrence’ın da desteği ile Türklere karşı ayaklanmayı başlattılar. Ayaklanma ve Türk katliamları devam ederken 2 Kasım 1917 tarihinde İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Balfour Siyonist Kongrede okunmak üzere Britanya Yahudileri Lideri Lord Rothschild’a ünlü Balfour mektubunu (deklarasyonunu) yazarak Filistin topraklarında İsrail devletinin kurulmasına onay verdiklerini açıkladı. Bu durum İngiliz devlet aygıtında bölünmeye ve sonuçları bugüne kadar devam eden kanlı çatışmaların fitilini ateşledi. Zira Haşimi Şerif Hüseyin Filistin topraklarında İsrail devletinin kurulmasına karşıydı.

400 YIL SONRA ŞAM DÜŞÜYOR

Birinci Dünya Savaşının sonunda İngiliz askeri (Avustralya ve Hindistan birlikleri dahil) ve Lawrence sayesinde gerilla taktikleri uygulayan Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’a bağlı Arap kabileleri ve Şerif Hüseyin’in muharip birlikleri ile savaşan Osmanlı orduları yenildi. 30 Eylül 1918 sabahı İngiliz General Allenby komutasındaki birlikler Şam’a girdi. 400 yıllık Osmanlı idaresi sona erdi.

KISA SÜREN FAYSAL KRALLIĞI VE FRANSIZ MANDASI

Şam düşünce Haşimilerin ve Şerif Hüseyin’in sancağı direğe çekildi. Faysal,  Suriye kralı ilan edilerek ödüllendirildi. Ancak Faysal, 1919’da barış konferansına katılmak için Paris’e gittiğinde, Fransa’nın Lübnan ve Suriye’de bir nüfuz alanı kurma kararlılığının açıkça farkına vardı. Direnmek istedi. Fransa izin vermedi. Araplar, Fransızlara karşı 24 Temmuz 1920’de yaşanan Meysalun Savaşında yenildi. Fransa, Temmuz 1920’de Faysal’ı sürgüne zorladı ve sonunda İngiliz hükümetinin daveti üzerine Londra’ya gitti. Aynı yıl yapılan San Remo Konferansı ile Suriye ve Lübnan Fransız mandasına bırakıldı. Faysal daha sonra İngilizler tarafından Irak Krallığı ile ödüllendirildi. Fransız idaresinde, Suriye etnik ve dini temellere göre beş farklı devlete bölündü. Böylece Halep Devleti, Şam Devleti, Cebel-i Dürzi Emirliği ve Lübnan devletinin yanı sıra, Aleviler de kendi bayraklarıyla Alevi Devleti‘ni kurdu. Suriye’de 1925 yılında Fransız idaresine karşı büyük ayaklanma çıktı. 1936’da Fransa Suriye’ye bağımsızlık vereceğini deklare eden anlaşmayı imzaladı.

İNGİLTERE VEHHABİLERİ TERCİH EDİYOR

Bu arada Haşimiler Osmanlı ile savaşıp İngiltere’nin kazanmasına destek oldukları halde petrol zengini Arap yarımadasının (Hicaz krallığının) hakimiyeti Haşimiler yerine Müslümanlığın bugün de en gerici ve köktendinci hareketi olan Vehhabiliği benimseyen Suud ailesine bırakıldı. Diğer yandan Şerif Hüseyin, Versay Antlaşması’na ve İngilizlerin Siyonizm’e, özellikle de Balfour Deklarasyonu‘na verdiği desteğe direnmiş ve Londra/Paris ile sürtüşmüştü. Neticede İngiliz Hariciyesi, Genelkurmayının aksine İbn Suud‘u bölgesel bir ortak olarak daha yönetilebilir buldu. Sonuçta Haşimiler, 1920’lerin başında İbn Suud tarafından yavaş yavaş Hicaz‘dan sürüldü ve 1924’te Mekke ve Medine‘nin ele geçirilmesiyle hanedanın faaliyetleri bitirildi. İngilizler, 1932’de Suudi Arabistan Krallığı kurulurken de İbn Suud‘u desteklediler. Bu arada HaşimilerIrak ve Ürdün’de verilen Krallıklara razı geldiler. Vehhabiler de en tutucu, en köktendinci uygulamaları ile İslam dininin Soğuk Savaş sonrası köktendincilik (fundamentalizm) ile özdeşleşmesine neden olacak pek çok fraksiyonların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu süreçte Suudi Arabistan’ın Rabıta üzerinden dünyaya köktendinciliğin ihraç edilmesinde önemli rolü oldu. 12 Eylül döneminde maalesef Almanya’daki Türk imamların bile maaşlarının Rabıta tarafından ödendiği ortaya çıktı.

ABD, İNGİLTERE’NİN YERİNİ ALIRKEN

İkinci Dünya Savaşı bitip, Arap yarımadasındaki zengin petrol kaynakları ortaya çıkınca ve de İsrail’in kurulması gündeme geldiğinde 1945 Şubat’ında Yalta Konferansı sonrası İbn Suud ile Süveyş Kanalında Amerikan Savaş Gemisi USS Quincy’de buluşan Amerikan Başkanı Roosevelt Kraldan bölgedeki petrol haklarının kullanım iznini talep etti. Kral bunun ancak İsrail’in kurulmasına karşı çıkmaları halinde gerçekleşeceğini söyledi. Başkan kabul etti. Bu şekilde Amerikan firmaları İngiliz firmaları yerine Arabistan’a girdi. İsrail’in kurulmasına karşı çıkan Roosevelt kısa süre sonra hızlı bir şekilde ölünce yerine geçen Truman, bu devleti kuracağını söyledi. Bu kez İbn Suud, ABD’yi petrol lisanslarını iptal etmekle tehdit etti. Truman da İbn Suud’u Haşimilere destek vermek ve hanedanı tekrar Peygamber soyuna teslim etmekle tehdit etti. Bugüne kadar devam eden ABD Suud anlaşmasının temeli böylece atılmış oldu.

SURİYE VE BAAS PARTİSİ

Suriye’nin bağımsız olması 2. Dünya Savaşından sonra 1946’da mümkün oldu. 1947’de anti emperyalist, Arap milliyetçisi ve Arap Sosyalist BAAS Partisi kuruldu. En önemli özelliği seküler bir yapıya sahip olması ve kadına toplumda hak ettiği yeri vermesiydi. Kurucuları Hristiyan, Sünni ve Alevi liderlerdi. Kısa süre sonra 2 yaşındaki yeni devlet 1948’de yeni kurulan İsrail ile savaştı. Arap milliyetçiliğinin yükselişe geçtiği yıllardan 1954 seçimlerinde BAAS Partisi Suriye’de 2. Parti oldu. 1956 yılında Fransa, İngiltere ve İsrail’in ABD hilafına Süveyş Kanal bölgesine müdahale etmesinin başarısızlıkla sonuçlanması ve Mısır’da Nasır’ın bu olaydan büyük bir zaferle çıkması sonunda Suriye, 1958 yılında Mısır ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyetini (BAC) kurdu. Ancak bu devlet uzun ömürlü olmadı. Suriye’de yaşanan iç istikrarsızlıklar, Mısır’ın tahakkümü, hükümet değişiklikleri ve ordudaki hoşnutsuzluklar ayrılık yolunu açtı.

SÜREKLİ DARBELER DÖNEMİ

BAC, 27 Eylül 1961’de Suriye’de yaşanan ilk darbe ile son buldu. Suriye, Mısır’dan ayrıldı. Diğer yandan sonraki yıllarda Suriye’de istikrar sağlanamadı. Sürekli hükümet değişiklikleri ve siyasi kargaşa yaşanmaktaydı. Bu istikrarsızlık, ordu içinde hoşnutsuzluğu artırdı. Böylece, 8 Mart 1963 kansız darbesi geldi. Milli Parti, Halkın Partisi, Müslüman Kardeşler ve Arab Özgürlük Hareketinin oluşturduğu İkinci Suriye Cumhuriyeti HükümetiBAAS Askeri Kanadı tarafından devrildi. Böylece sömürge sonrası demokrasi dönemine giren Suriye’de artık BAAS ile 61 yıl sürecek tek parti dönemi başladı. BAAS Partisi başlangıçta geniş kapsamlı bir toprak reformu ve sosyalist politikalar uyguladı. Ordu, siyasette daha etkili bir rol üstlendi ve Suriye’deki güç dengesi, askeri elitlerin kontrolüne geçti. Ancak yine de siyasi çalkantılar sonuçlanmadı. Bu darbe sonrası BAAS kendi içinde sivil ve askeri BAAS fraksiyonları olarak bölündü. 21 Şubat 1966’da 400 kişinin öldüğü üçüncü bir darbe ile mutlak gücü askerler kazandı. Bu darbe sonrası BAAS rejimi ordudaki subayların %90’ını Alevi subaylar ile değiştirdi.

HAFIZ ESAD DÖNEMİ

Hafız Esad Dönemi 13 Kasım 1970 tarihinde BAAS askeri kanadından ve 1963 ve 1966 darbelerinin öncülerinden General Hafız Esad kansız bir darbe ile iktidarı ele geçirdi ve 8 Aralık 2024’e kadar 54 yıl devam edecek Esad dönemini başlattı. Hatırlatmak gerekirse, Moskova’da temel askerlik eğitimi alan Hafız Esad, Birleşik Arap Cumhuriyeti taraftarıydı. 1961 darbesine karşı çıktığı için ordudan ihraç edilmişti. 1963 darbesinde binbaşı olarak orduya geri döndü. 1966 da savunma bakanı olmuştu. Suriye, 1973’te Yom Kippur savaşında Mısır’ın yanında yer aldı, ancak daha sonra tekrar uzaklaştılar. Zira Mısır savaş sonrası dönemde ABD’ye yaklaşırken Suriye Sovyetlere yaklaştı. İran Irak savaşında da Esad, İran’ı destekledi. Hafız Esad’ın 1982’de Köktendinci Müslüman Kardeşler Örgütüne karşı Hama’da yaptığı katliamlar bugünün keskin kutuplaşma ve nefretinin tohumlarını attı. Hafız Esad 1991’de Kuveyt müdahalesinde Irak karşısında ABD yanında yer aldı.

NEDEN ALEVİLER İKTİDARDA KALDI

Nüfusun sadece %12’sini oluşturmasına rağmen, Alevilerin Suriye üzerindeki kontrolü, özellikle 20. yüzyıldaki tarihi, sosyal ve politik gelişmelerin sentezidir. 26 yıllık Fransız Mandası sırasında, böl ve yönet stratejisi uygulandı. Aleviler de dahil olmak üzere azınlık gruplar nüfuslarıyla orantısız şekilde askeri ve idari görevlere getirildiler. Tarihsel süreçte Osmanlıdan itibaren fakir ve ezilmiş bir kesim olan Aleviler, orduya katılmayı Sünni egemenliğinden korunmaya giden bir yol olarak gördüler. Böylece yüzyıllarca baskı gören Aleviler, Fransa’nın yarattığı Özel Levant Birliklerinde yoğun bir şekilde temsil edilerek, askeri yapının temelini oluşturdu. Suriye’nin 1946’daki bağımsızlığından sonra ordu, Suriye siyasetinde güçlü bir kurum haline geldi. Modernizme, laikliğe ve kadın erkek eşitliğine verdikleri önem nedeniyle Fransız yönetimi tarafından da teşvik edilen Alevi subaylar, silahlı kuvvetler içindeki güçlerini pekiştirdiler. 1963’te iktidara gelen laik ve sosyalist BAAS Partisi, anti-feodal ve anti-mezhepçi ideolojisi nedeniyle Aleviler gibi diğer azınlıklara da hitap etti. Hafız Esad da dahil olmak üzere Alevi subaylar, BAAS hareketinde kilit oyuncular haline geldi. Esad devlet başkanı olduktan sonra Hıristiyanlar ve Dürzilere, “Benimle bir olun, sizi Sünni egemenliğinden koruyacağım” vaadiyle yakınlaştı. Zengin Sünni tüccarlara ve iş adamlarına iş birliği yapmaları karşılığında maddi kazanç sağlayacak tedbirler aldı ve Sünnileri böldü. Oğlu Beşar Esad’ı Sünni bir aileden gelen Esma ile evlendirdi.  Gerçekte Suriye’lilik bilincini geliştirmeye çalıştı, başaramadı. Ancak azınlık olarak çoğunluğa hükmetmek demokrasi içinde mümkün olamaz. O nedenle BAAS rejimi tek parti diktasını uygulayarak, son 61 yılda Suriye’yi güvenlik toplumu ve güvenlik devleti olarak şekillendirdi. Hükümet içinde, istihbarat ve emniyet gibi üst düzey kritik görevlerin dağılımında Alevilere öncelik verildi ve kendilerini iktidarda tutabilecek mevkilere sadık kişileri atamaya özen gösterdiler. Bu durum kutuplaşma ve karşılıklı nefreti körükledi. Liyakati örseledi. Barış içinde beraber yaşama kültürü zedelendi.

SOVYETLER VE DAHA SONRA RUSYA İLE YAKINLAŞMA

Suriye, kuruluşundan itibaren Sovyetlerden ve sosyalizmden etkilenmiş bir devlet idi. Suriye, sömürgeci geçmişleri ve bölgeye müdahaleleri nedeniyle Batılı güçlere, özellikle de İngiltere ve Fransa‘ya karşı güçlü bir antipati besledi.  Bu duygu, 1956’daki Mısır’da yaşanan Süveyş Krizi ve 1967-73 Arap-İsrail çatışmalarında Batı’nın İsrail’e verdiği destekten sonra yoğunlaştı. Diğer yandan BAAS Partisi‘nin yükselişi, Arap sosyalizmine, anti-emperyalizme ve laikliğe bağlılık getirdi ve kaçınılmaz şekilde Suriye’yi ideolojik olarak Sovyetler Birliğine yakınlaştırıldı. Sovyetler, batı hegemonyasını kırmak için Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da ‘daki bu tür hareketleri destekledi. Moskova için Suriye, Orta Doğu’ya ve Akdeniz’e erişim sağlayan bir kapıydı. Sovyetlerin başta silah satışları olmak üzere askeri, siyasi ve ekonomik desteği, İsrail’e ve rakip Arap devletlerine karşı konumunu güçlendirdi. Sovyetler gerek 1967 gerekse 1973 savaşında Suriye’nin yanında durdu. Suriye’nin ABD’nin Akdeniz’deki vekili ve uç kalesi İsrail’e karşı sert muhalefeti, Sovyetler Birliği’ni doğal jeopolitik müttefiki haline getirdi. Sovyetler, ABD ve Batı’nın İsrail’e verdiği sınırsız katkıyı dengelemek için Suriye’yi BM’de her alanda desteklemeye devem etti. Sovyetler sonrası dönemde de Suriye batıya yakınlaştı ve hatta Birinci Körfez Savaşında uluslararası koalisyona asker dahi verdi. Ancak daha sonra Ortadoğu’daki neocon saldırganlığında sıranın kendisine geleceğini anlayarak 2000’lerden itibaren Rusya ile tekrar yakınlaştı. Vladimir Putin döneminde bu ilişki daha da derinleşti.

SOVYETLERİN ÇÖKÜŞÜ SONRASI SURİYE

Batı hegemonyası için Suriye, Sovyetler çöktükten sonra yeniden formatlanmalıydı. Daha doğrusu 1919 Paris Konferansı ve Versay Anlaşmasının haritaları yeniden çizilmeliydi. Ne de olsa o haritalar çizilirken ABD ve o dönem değil haritada tartışmalarda bile yer almayan İsrail’in çıkarları gözetilmemişti. Öyle ki 1917 sonrası Avrupa’daki savaşı kazanmalarında savaşa dahil olarak İngiltere’ye büyük destek veren ABD’nin Başkanı Wilson kızgın şekilde Paris’i terk etmişti. Şimdi sıra 70 yıl sonra ABD’nin ve iktidardaki neoconlarındı. 1897 yılında İngilizlere sömürgeleri kastederek Alman Dışişleri Bakanının “Şimdi biz de güneşte bir yer talep ediyoruz” dediği gibi bu kez ABD ve İsrail tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni sınırlar talep ediyordu Zaten Ortadoğu’nun sınırlarını 1916 yılında Sykes – Picot (ve sonradan Rus Çarlığının Bakanı Sazanov) ile çizen emperyalist akıl, bugünleri düşünerek olası etnik ve dini bölünmeleri göz önüne almıştı. Neoconların yapacağı tek hamle bu ayrılıklara göre hareket etmek ve tehditle sonuç almaktı. Temel prensip ‘’ya benimlesin ya da düşmansın ‘’idi. Çok beklenmedi. Kuveyt’in Irak tarafından işgali ABD Bağdat büyükelçisi tarafından resmen teşvik edildi, ardından gelen Çöl Fırtınası ve Çöl Kalkanı Harekatları Amerikan müşterek askerî harekât gücü ile Tomahawk füzelerinin yarattığı vurucu gücü sergiledi. Dünya, ABD’ye biata hazırdı. Neoconlar için artık okyanuslara ve kenar kuşağa hakimiyet yetersizdi. Kıtaların tamamını istiyorlardı. Tarihin sonunu getirmişlerdi. (Yarın devam edecek.)

Cem Gürdeniz