Kamuoyunun iç siyasete yoğunlaştığı bugünlerde, son birkaç gündür dış politikada önemli gelişmeler oldu.
Gazze ve Suriye rüzgarına kendini iyicene kaptıran Türkiye, Mavi Vatan’ında yeni kuvvet denklemleriyle karşı karşıyadır.
İlki, Türk Devletleri Teşkilatı üç üyesi Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın; Kıbrıs Rum Kesimi’nde büyükelçilik açmasıdır. Dahası da gelecek gibi görünmektedir.
Geri Kabul Anlaşması’nda olduğu gibi başrolde yine AB, yine Avrolar var.
Görünürde yatırım gibi gözükse de, amaç Rusya Federasyonu’nun arka bahçesi Orta Asya’da nüfuz kazanmak ve KKTC’nin önünü kesmektir. Yani bir taşla iki kuş.
Bu gelişmenin, Türkler üzerinde olumsuz bir tesir yaratması ne kadar doğalsa, daha önemlisi KKTC’nin tanınma çabalarına gölge düşüreceğidir.
Bir diğer gelişme de, Katar Emirliği’nin; Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve ABD ile Yunanistan’daki Andravida Hava Üssü’nde çok uluslu hava tatbikatı Iniochos 2025’e katılımıdır.
Her iki gelişme; dış politikanın ütopik ve bir takım duygusal politika göstergelerine bağlanamayacağı açısından oldukça dikkate değerdir.
Hal böyleyken, garantör ülke Türkiye ve KKTC sorumlu makamları, hedefi açıklanmamış Cenevre görüşmelerine katılmaktan vazgeçmediler.
Gayri resmi olduğu ifade edilse de, görüşmede GKRY ile diğer garantör ülkeler Yunanistan ve İngiltere’nin yanı sıra ABD temsilcisi de yer aldı.
Bir yanda aynı ırktan gelen ülkelerin birbirini boğazladığı savaşlar sona ermezken, diğer yandan farklı ırk, dil ve dine mensup, tarihsel kırılmaları zihinlerinden çıkaramayan halkları bir araya getirme girişimleri yapılmaktadır.
Taraflardan biri olan Rum Yönetimi Başkanı’nın, geçtiğimiz yıl bir anma töreninde sarf ettiği ¨1974’ü unutmuyorum¨ sözleri, esasen hedeflenenin dışa vurumudur.
Unutturulmak istense de, ¨Kanlı Noel, toplu mezarlar, EOKA, ENOSİS, Yunan ve Rum eliyle yıkılan Kıbrıs Cumhuriyeti, Yüzbaşı Cengiz Topel, şehit ve gaziler, Annan Planı süreci, Crans-Montana görüşmeleri¨ hafızalardaki yerini korumaktadır.
Devrileceği baştan belli olan masalarda, neden hala yer alınır? Bu, anlaşılması güç bir durumdur.
Yeni oyunlar kurgulanırken amaçlanan şey ise bilinen bir gerçektir:
Türk Boğazları çıkışından itibaren Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin etkinliğini cüceleştirerek; İsrail, GKRY ve Yunanistan birlikteliğiyle bir duvar oluşturmaktır.
Muhtemeldir ki; önümüzdeki yıllarda ABD desteğiyle İsrail, NATO ve AB kafesine konacak; Doğal Gaz Forumu ülkelerinden Mısır’a da ışık yakılabilecektir.
Türkiye’nin, tarihsel öğretiler ve yaşanan gelişmeler çerçevesinde politika ve stratejisini, günümüzde hangi harekât perspektifi içinde tutmaya çalıştığı pek anlaşılmamaktadır.
Ekonominin silah olarak kullanılmaya başlandığı yeni dünya düzeninde; AB ve ABD tarafından ödün vermeye zorlanan Türkiye, dış politikasının temel eksenini coğrafyadan ziyade ekonomi ve savunma kapasitesini artırmaya yönlendirmelidir.
Bir diğer önemli husus da şudur:
Sözde dost ve müttefik ülkeler tarafından sunulan; fakat Türkiye’nin hak ve menfaatlerine aykırı olan hiçbir politik öneri ve teminat, TBMM tarafından kabul edilmemelidir.
Kilometrelerce ötelerde olup, ülkemiz açısından fayda ve zarar getirmeyecek her gelişmeye görüş beyan eden Türk hariciyesinin, bu tür konular karşısındaki kayıtsızlığı düşündürücüdür.
Keza, geçtiğimiz günlerde anayasal değişiklik talepleriyle zihinleri yoran, şimdilerde Aksakallar Konseyi Başkanı’nın tavrı da öyledir.
Katar’ın tatbikata katılımının, bu ülkeyle ilişkilerin ilk temas noktası konumundaki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı üzerinde nasıl bir etki bıraktığını da doğrusu merak ederim.
Bir de MGK var. Bekleyelim ve görelim.
Son sözse; bu sularda dolaşan çok köpekbalığı var. Ya yersin ya da yenirsin.
İsmet Hergünşen