Mustafa Bey sohbetimize öncelikle sizi tanıyarak başlamak isteriz…
1992 yılında Deniz Harp Okulundan mezun oldum. Çeşitli harp gemilerinde güverte branşında görev yaptım. 1996 yılında Deniz Mühendisliği dalında master eğitimi için ABD’de bulunan University of New Hampshire (UNH)’a gittim. Eğitim sonunda Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığında Mühendis Subay olarak çalışmaya başladım. Bu esnada İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsünün Fiziksel Oşinografi Ana Bilim Dalında, Türk Boğazlarındaki akıntı rejimi ile ilgili tezimle Doktora yaptım. 2011 yılında mecburi hizmetimi bitirerek, deniz endüstrisinde çalışmaya başladım. Halen Denar Deniz Araştırmaları şirketinde Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışıyorum.
Akabinde Yönetim Kurulu Başkanlığını üstlendiğiniz DENAR Deniz Araştırmaları şirketinin kuruluşu ve vermiş olduğu hizmetleri bizlerle paylaşır mısınız?
Hem deniz altındaki yapılarla ilgili mühendislik hesaplarının yapılması hem de bu yapıların inşaatları ile ilgili gerekli ortam verilerinin toplanması ve bu verilerin analiz edilmesi benim ihtisasım. Deniz Kuvvetlerinde askeri harekata destek vermek maksadıyla oşinografik verilerin toplanması, analizi ve raporlanması işlerini uzun yıllar yaptım. Gurur duyduğum ve hala Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesinin referans eserlerinden olan Türk Boğazları Oşinografi Atlası’nın içindeki verilerin toplanmasından, kitabın yazılmasına kadar bütün projeyi yönettim. Endüstriye geçtiğimde Türkiye’de deniz ölçümleri konusunda pek fazla bir kapasite yoktu. Mütevazi bir başlangıç yaparak, sağlam adımlarla bugün dünyanın dört bir tarafında deniz ölçümleri yapabilen bir hale geldik. DENAR bünyesinde de heyecan verici birçok başarıya imza attık. Hint Okyanusunda, Güney Yarım Kürede bulunan Komor adalarında tamamı Türk mühendis ve teknisyenlerinden oluşan bir ekiple dünya devlerini yenerek, iki yıl süren büyük bir projeyi tamamladık. 2013 yılında ilk Türk Bayraklı Dinamik Pozisyonlama yeteneğine sahip araştırma gemisini envanterimize kattık ve Türkiye – Kıbrıs Tatlı Su Boru Hattı için gerekli ölçümleri yaptık.
Türkiye ve Akdeniz’de, dünyanın dev şirketlerine kablo ve boru hattı projelerinin ölçüm ve mühendislik hizmetlerini üstlendik. Pakistan’da bir liman projesini ölçüm, analiz, modelleme, dizayn ve ihale dokümanlarına kadar olan bütün kısımlarını bitirerek teslim ettik. Hazar
Denizi’nde birçok Türk ve uluslararası firmaya hizmet verdik. Sakarya gaz sahasında doğal gaz bulunması ile beraber TPAO için Karadeniz’de derin sularda çok çeşitli ölçüm ve örnekleme çalışmaları yaptık. Halen çok yoğun olarak İtalya’da deniz üstü rüzgâr enerjisi ve diğer ülkelerde petrol endüstrisi için deniz ölçümleri yapıyoruz.
Ülkemizin deniz üstü rüzgar enerjisindeki potansiyelini nasıl görmektesiniz? Ayrıca bu potansiyeli en iyi şekilde değerlendirmek için nasıl bir yaklaşımla çalışmak gerektiğini anlatır mısınız?
Meseleye iki yönden bakıyorum, birincisi enerji ithalatının Türkiye’ye yükü, ikincisi önümüzdeki yıllarda karşılaşacağımız karbon salınımı uygulamaları. İlkinden başlayalım; enerji ithalatı memleketimiz için çok fena bir tablo arz ediyor. Her yıl oluşturduğumuz cari açıktan daha fazla miktarda enerji ithalatı açığı vermekteyiz. Toplam dış ticaret açığımızı oluşturan en büyük kalem de enerji ithalatı. Son döneme baktığımızda neredeyse her yıl 60 – 90 milyar dolar enerji ithalatı yapıyoruz. Çok kaba bir tabirle bu kadar para ödeyerek aldığımız petrol, gaz ve kömürü işimizi görmek, ısınmak, üretmek vs. için yakıp havaya savuruyoruz. Bu kadar parayı yakarak kalkınmamız, denk bütçe oluşturmamız, enflasyonla mücadele etmemiz… mümkün değil. İki yakamız hiçbir zaman yan yana gelmeyecek! Bunun için yerli olarak kullanabileceğimiz ne kadar kaynak varsa, bunlardan sonuna kadar istifade etmemiz gerekli. Özellikle de çevre dostu; rüzgâr, güneş ve hidro elektrik gibi kaynaklarımıza çok büyük bir önem atfedilmelidir. Bunların üretimi, dağıtımı, depolanması için çok büyük gayret sarfetmeliyiz. Burada ürettiğimiz her kilowatt enerji; yakıp havaya savurmadığımız, cebimizde kalan para manasına gelmektedir. Ben gerçekten ne zaman bir yerde rüzgârın esişini veya güneşin doğuşunu görsem, ‘neden bu kadar parayı yakıyoruz’ diye üzülüyorum. Bu manada denizlerin üstünde de iyi rüzgâr esen bir yer varsa oradaki kaynağı da kullanmamız gerek. Bu tartışılmayacak, çok açık bir tespit.(Kaynak: https://shura.org.tr/wp-content/uploads/2024/04/ozet.pdf)
Yukarıda dış ticaret açığı, enerji kaynaklı dış ticaret açığı ve petrol fiyatlarının son sekiz senelik değişimini görebilirsiniz. Bir an hayal edelim, elektrik üretimi fazlamız olsa ve enerji açığını da en azından bir miktar fazlaya dönüştürebilsek, bir anda makro seviyede düze çıkarız. Türkiye çok büyük potansiyele sahip, bunu değerlendirmemiz gerekiyor.
Diğer konu ise karbon salınımı meselesi. Şu an pek umursamıyoruz, fakat gelişmiş devletler tarafından, yakın zamanda endüstriyel üretimde karbon ayak izi hesabı istenecek. Bu malzemeyi üretmek için havaya ne kadar karbon saldın diye soracaklar. Eğer bu miktar belli oranların üzerinde ise ilave karbon vergisi ödeyeceksiniz. Bunun kontrolünü de onlar yapacak ve bu bizim şirketlerimize ilave yük olarak geri gelecek. Şu an batıda karbon ayak izlerini düşürmek için, karbon yakalama ve saklama konularında büyük araştırma ve yatırımlar yapılıyor. Aynı sbeple elektrik üretiminde yenilenebilir kaynaklara büyük bir yönelme var. Biz halen elektrik enerjimizin yaklaşık %40’ını ithal kömür ve doğal gazı yakarak üretiyoruz. Yerli linyiti de kattığımızda karbon salınımı yaparak elektrik üretimimiz %50’yi geçmekte. Bu konu gelecekte bizim çok canımızı yakacak. Bu sebeple şimdiden elektrik üretimimizi yenilenebilir kaynaklarla çeşitlendirmemiz çok önemli.
Şu an gelişmiş ülkelerdeki elektrik tüketimi, ortalama olarak bakıldığında Türkiye’dekinin neredeyse üç katı. Dolayısı ile gelişmiş devletler ligine çıkmak gibi bir niyetimiz varsa, bunu yeşil kaynaklarla ve çok daha fazla miktarda üreterek yapabiliriz. Aksi takdirde ancak amatör ligde oynar, tarih dizileri ile kendimizi tatmin ederek yaşar gideriz!
Peki, deniz üstü rüzgâr enerjisi projelerinde, yürütülmesi gereken deniz çalışmaları nelerdir ve bu çalışmaların önemi nedir?
Deniz üstü rüzgâr enerjisi projeleri aslında karadaki çalışmalara benzer. Tek farkı aradaki su kolonu ve bundan kaynaklı oluşan diğer etkilerin olması! Deniz tabanına sabitlenen türbinler de kazık benzeri yapılar üzerine monte ediliyor. Bilinmesi gereken temel bilgiler şunlar:
1. Denizin üstündeki rüzgâr,
2. Denizdeki dalga, akıntı ve gel-git verileri
3. Deniz tabanının topoğrafyası (batimetrisi)
4. Deniz tabanının jeolojik ve jeoteknik yapısı.
Rüzgâr; sahada ne kadar elektrik üretileceğini hesaplamakta kullanılan en temel parametredir, diğerleri ise türbinin yerleştirilmesi ve deniz tabanındaki kazık çakma ve kablo döşeme işinin nasıl yapılacağı ile ilgilidir. Özellikle batimetri için, yüksek çözünürlüklü iskandil cihazları, jeolojik yapının anlaşılması için ise yandan taramalı sonar, dip altı profil cihazı, yüksek çözünürlüklü çok kanallı sismik, deniz tabanı örneklemesi ve CPT ile sondaj gibi jeoteknik ölçüm cihazları kullanılır.
Bu konuda Türkiye ne kadar hazırlıklı diye soracak olursanız, üzülerek pek bir bilgiye sahip olmadığımızı söylemek durumundayım. Üç tarafı denizlerle çevrili, 8.340 km deniz kıyısı olan, ticaretinin %90’dan fazlası deniz yolu ile taşınan ve sair beylik sözlerine rağmen denizlerde halen rüzgâr ölçümü dahi yapmıyoruz. Bildiğim kadarı ile Meteoroloji Genel Müdürlüğü 2010’lu yıllarda birkaç sene Silivri açıklarında bir şamandıra ile temel meteorolojik parametreleri ölçmüştü, bunun dışında denemeler oldu ama başarılı olamadılar. Haliyle denizlerle ilgili olarak, “Karadeniz’de fırtınadan gemiler batıyor, Çeşme’de deniz sörfü yapılıyor”dan öte deniz üstü rüzgâr bilgimiz yok, maalesef. Ben en azından türbin için yeterli rüzgâr olup olmadığının anlaşılması için, potansiyel bölgelerde şamandıralar ile temel meteorolojik ölçümlerin yapılması gerektiğini düşünüyorum. İkinci öncelik de en deniz tabanının temel morfolojisinin anlaşılması için basit batimetrik, jeofizik ve örnekleme çalışmalarının yapılmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Bu sayede; bu iş yapılabilir mi, yatırımcılar az çok ne kadar maliyetle karşılaşacaklar gibi en temel sorulara cevap verilmiş olur. Aksi takdirde maliyetin ve üretimin/kazancın ne olduğunun bilinmediği işe kimse yatırım yapmaz. Denizlerde daha derinlere türbin yerleştirilmesi ancak yüzen sistemlerle mümkün, ancak bunu ayrıca tartışmak gerek. Bu bahsettiğim işler de çok zor olmayan, Türkiye’de milli olarak yapılabilecek işler. Fakat denizde çalışmak zordur ve vakit alır, dolayısı ile erkenden başlamak gerekir.
Biz yoğun olarak deniz üstü rüzgar santrali (DRES) projeleri için çalışıyoruz ve dünyada konuyu takip ediyoruz. Özellikle Kuzey Denizi DRES için çok uygun. Su derinlikleri az, sürekli kuvvetli esen rüzgâr var. Bunun için GW seviyesinde üretim yapan ve yatırım aşamasında birçok yatırım mevcut. Bizim denizlerimiz çok hızlı bir şekilde derinleşiyor ve başka amaçlarla da yoğun olarak kullanılıyor. DRES uygulamaları için bu sebeple dünyadan biraz daha farklı bir strateji geliştirmemiz gerekiyor. Çok kısaca anlatmak gerekirse, dünyadaki gibi bir saha belirleyip, “hadi git, şurada 500 mW üret” demek yerine, bütün kıyı şeridimizin değerlendirileceği, çevre, turizm, balıkçılık, doğal yaşam, ulaştırma gibi diğer faktörleri de göz önünde bulundurarak, doğa ve insanla barışık bir strateji izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak konuyla ilgili uzmanlığınız çerçevesinde neler eklemek istersiniz?
Doğal gazda olduğu gibi, yenilenebilir enerjide de Türkiye bir köprü durumunda olabilir. Dünyada yenilenebilir enerjinin üretimi, depolanması ve nakli konularında çok değişik çalışmalar yapılıyor. İşte size iki örnek:
· X-Links Projesi: 2030’lu yıllarda hizmete alınacak, Fas’ta güneş ve rüzgardan 11.5 GW elektrik üretilecek, 4.000 km sualtı kablosu ile İngiltere’ye getirilecek. 22.5 GWh batarya depolama öngörülüyor.
Fas – İngiltere Arasındaki X-Links Kablo hattı.
· Suudi Arabistan 130 GW yenilenebilir enerji üretmek için bir stratejik plan yaptı, bunun Avrupa’ya, Akdeniz’den iletilmesi için de 2023 yılında Yunan şirketi IPTO ile ortak bir şirket kurmaya karar verdiler. Güzergâh hala belli olmamakla beraber Mısır üzerinden gelmesi düşünülüyor. Kıbrıs ve Girit’e de uğraması muhtemel. AB de bu projeyi destekleyeceğini ilan etti.
Arabistan – Yunanistan Muhtemel Enerji Kablo Hattı
Türkiye yenilenebilir enerji konusunda Hazar’dan başlayarak Avrupa’ya uzanan potansiyel üreticiler ve kullanıcılar arasında tam bir coğrafi köprü konumunda. Bu coğrafyada 100 GW üzerinde yeşil enerji üretim ve tüketim fırsatı var. Şimdiden akıllı bir pozisyon alınırsa, bugün yenilenebilir enerji, yarın da onun derivasyonları olan yeşil hidrojen, amonyak gibi diğer ürünleri üreten, depolayan, borsasını kontrol eden büyük bir oyuncu olabiliriz. Tabii bunun için ufuk sahibi, hesap yapmayı bilen, diplomasiden anlayan politikalara ihtiyaç var. Bu fikirleri burada tarihe not düşmek için ifade ediyorum. 100 sene sonra bakalım, bunu okuyanlar ne diyecek? Bu vesile ile Türkiye’deki imalatçı, operatör, dağıtıcı, yatırımcı ve mühendislik yapan enerji sektöründeki bütün firmalara, buralarda çalışan değerli meslektaşlarıma ve size teşekkür ederim.
Kaynak: 7DENİZ DERGİSİ
7DENIZ – Haber Linki İçin Tıklayın !
DemirHindi
14 Haziran 2025 – 09:25