Geçtiğimiz haziran ayında Hollanda’nın tarihi kenti Lahey, NATO Liderler Zirvesi’ne ev sahipliği yapmıştı.
Dünyanın gözü bu toplantıdaydı.
Küresel güvenlik tartışmalarının odak noktası haline gelen zirveden çıkan en dikkat çekici karar, Ukrayna’ya verilen tam destek ve üye ülkelerin savunma harcamalarının Gayri Safi Milli Hasıla’nın yüzde 5’ine çıkarılması yönündeydi.
Her ne kadar bu sonuç, ABD Başkanı Donald Trump’ın bir başarısı olarak lanse edilse de, dünyanın çeşitli bölgelerinde süren krizler, gerilimler ve savaşlar dikkate alındığında, zirvenin genel havası tam anlamıyla bir hayal kırıklığıydı.
Öte yandan NATO’ya alternatif bir oluşum olarak gösterilen Şanghay İş Birliği Örgütü’nün (ŞİÖ) 25. Devlet Başkanları Zirvesi de Çin’in Tiencin kentinde toplandı.
1996’da “Şanghay Beşlisi” adıyla temelleri atılan örgüt, 2017 Astana Zirvesi’nde Hindistan ve Pakistan’ın tam üyeliğiyle coğrafi ve siyasi nüfuzunu genişletti.
İran ve Belarus’un katılımıyla üye sayısı 10’a yükselen ŞİÖ, bugün Asya’nın ve Avrasya’nın en güçlü iş birliği platformlarından biri haline geldi.
Türkiye’nin “Diyalog Ortağı” sıfatıyla yer aldığı bu zirvenin en önemli çıktısı ise, “Şanghay Ruhu”na bağlılık vurgusunu içeren “Tiencin Deklarasyonu” oldu.
Deklarasyonda, uluslararası ve bölgesel krizlerin kolektif çabalara dayalı olarak çözümlenmesi gerektiği vurgulandı.
Nükleer silahlara sahip Hindistan ve Pakistan arasında zirve öncesinde kısa süreli bir çatışmanın yaşandığı göz önüne alındığında, Keşmir’in “Pahalgam saldırısının” kınanması önemli gelişmedir.
Zirvenin dikkat çeken bir diğer noktası ise Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin uzun bir aradan sonra toplantıya katılımıydı.
Modi, geçtiğimiz aylarda Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne yaptığı ziyaretle Türkiye açısından olumsuz bir tablo ortaya koymuş, 2002’den bu yana Kıbrıs’a giden ilk Hindistan Başbakanı olarak kayda geçmişti.
Bu ziyaretin arkasında, Hindistan-Pakistan geriliminde Türkiye’nin net biçimde Pakistan’dan yana tavır alması yatıyordu.
Güney Kıbrıs Rum liderliği, Modi ile imzaladığı Ortak İş Birliği Deklarasyonu’nda Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti aleyhine yeni adımlar atmayı bir kez daha başardı.
Sözde Sevilla Haritasına verilen destek, Hindistan harp gemilerine Güney Kıbrıs limanlarının açılması ve Doğu Akdeniz’de ortak tatbikat kararı bu mutabakatın dikkat çeken başlıkları arasındaydı.
Ayrıca Hindistan’ın, Türkiye’yi hedef ülkelerden biri olarak gösteren yeni silah denemeleri ve Ankara aleyhindeki ekonomik kararları da bu sürecin bir uzantısıydı.
Türkiye, bu zirvelerden kendi hak ve menfaatleri doğrultusunda beklediği sonuçları elde edememekte; ne Doğu Akdeniz’deki dayatmaları etkili biçimde gündeme taşıyabilmekte, ne de KKTC’nin tanınması yönünde somut bir irade ortaya koyabilmektedir.
Ancak bu tür zirvelerin sağladığı en önemli katkı, liderler düzeyinde yapılan ikili görüşmelerde diplomatik nabzın doğrudan tutulabilmesidir.
Son ŞİÖ Zirvesi’nde Türk ve Hint liderleri arasında gerçekleşecek bir görüşme, iki ülke arasındaki güven krizini aşmak ve karşılıklı anlayışı artırmak için eşsiz bir fırsat olabilirdi.
Ne yazık ki aile fotoğrafındaki dostane görüntüler, masaya oturmak için yeterli olmadı; ilişkiler “kaybet-kaybet” noktasında kaldı.
Türkiye’nin unutmaması gereken, Hindistan’ın küresel siyasette yükselen bir güç olduğudur.
Hindistan’ın da göz ardı edemeyeceği gerçek, Türkiye’nin jeopolitik açıdan vazgeçilmez bir ülke oluşudur.
Zirveler, geleceğin dünyasına dair ipuçları verirken, çözüm arayışlarının asıl adresi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu olmalıdır.
Son sözse: Zirveler her zaman kolay bir çözüm sunmaz; ama yüz yüze görüşmeler, farklılıkları anlamanın ve ortak zemin aramanın en temel yoludur.
İsmet Hergünşen