1 Kasım 2024 tarihinde Washington Post gazetesinde ‘’Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası (FOIA) Direktörü’’ olan Nate Jones ‘’Amerikan Silahlı Kuvvetleri Dakikalar içinde 250 Milyon dolarlık Tatbikatı/Harp Oyununu Nasıl Kaybetti? ‘’ başlıklı bir makale yayınlandı. Yazarın kastettiği tatbikat Türkiye’de de kötü bir şöhrete sahip olan ‘’Millennium Challenge 2002 (MC 02) -Binyılın Meydan Okuması 2002’’ tatbikatıydı. Söz konusu tatbikat ABD’nin 11 Eylül 2001 sonrası Afganistan’da başlattığı işgalden bir yıl sonra Irak işgaline hazırlandığı dönemde ABD Müşterek Kuvvetler Komutanlığı tarafından 24 Temmuz- 15 Ağustos 2002 arasında icra edilmiş, 250 milyon dolara mal olarak tarihe en büyük, en pahalı ve en tartışmalı müşterek tatbikat/harp oyunu olarak geçmişti. Tatbikat 30 binden fazla askeri ve 250’den fazla simülasyon sistemini bir araya getirmişti. Tatbikatın sahadaki fiili manevralar ile bilgisayar destekli modellemeleri aynı senaryoda bütünleştiren komuta yeri (CPX) faaliyetleri vardı. Amacı etki odaklı (effects-based) ve hızlı/kesin sonuçlu harekatlar (rapid decisive operations) başta olmak üzere yeni doktrinleri denemekti. Senaryo gereği “Mavi Kuvvetler” ABD’yi temsil ederken, Kırmızı Kuvvetler düşmandı. Maviyi gerçek komuta kademesi oynarken kırmızının Kıdemli Danışmanlık Görevi, Emekli Deniz Piyade Korgeneral Paul Van Riper tarafından ifa ediliyordu. “Kırmızı Kuvvetler” hayali bir Körfez bölgesi devletiydi. Muhtemelen İran olarak düşünülen ülke o dönemde düşük teknoloji kullanan ancak asimetrik taktikler uygulayan bir rakip olarak kurgulanmıştı. Tatbikattan kısa süre sonra General Van Riper 21 Ağustos 2002 tarihinde ‘’Kıdemli Kırmızı Kuvvet Danışmanının MC 02 Gözlemleri’’ başlıklı zehir zemberek gizli bir rapor yazdı. Rapordan 11 yıl sonra 2013 yılında ABD’li bir düşünce kuruluşu olan Ulusal Güvenlik Arşivinde, (FOIA) Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası Direktörü olan Nate Jones 2002 yılına ait Army Times‘ta yazılan bir makalenin dip notu sayesinde Generalin söz konusu raporundan haberdar oldu ve kamu yararı için Zorunlu Gizliliğinin Kaldırılması (MDR) sürecini başlattı. 11 yıl sonra beş farklı devlet kurumu tarafından yapılan incelemelerin ardından Pentagon, Zorunlu Gizliliğin Kaldırılması İncelemesi (MDR) talebine nihayet yanıt vererek belgenin gizliliğinin kısmen kaldırılmasını 2024 yılı sonbaharında kabul etti. O tarihte Washington Post Gazetesinde görevli olan Nate Jones, söz konusu raporu 1 Kasım 2024 tarihinde gazetesinde haberleştirdi ve böylece General Van Riper’ın detaylı raporu ilk kez kamuoyu ile buluşmuş oldu. General Van Riper daha sonra tatbikatın ABD Donanması’nın mevcut doktrinini yanlış bir şekilde doğrulamak için düzeltildiğini iddia etti. Raporu yazdığı dönemde ABD’nin hazırlıklarını yaptığı Irak İşgal harekâtına karşı olan General 24 Nisan 2006‘da dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in Irak Savaşındaki rolü nedeniyle istifasını isteyen diğer birkaç emekli generale katılarak çok imzalı basın açıklaması yapmıştı.
RAPOR NE DİYOR?
Rapor kısacası 2002 yılının koşullarında yani bugüne göre rakiplerine göre çok daha güçlü pozisyona sahip olmasına rağmen ABD ordusunun düşük teknolojili asimetrik taktikler uygulayan rakip ile savaşa karşı savunmasız olduğunu açıklıyordu. Raporun en çarpıcı yanı ABD Donanması uçak gemisi muharebe grubunun, savaş başladıktan on dakika içinde yenilgiye uğratılmasıydı. Kırmızı kuvvet saldırılarını ticari gemilerden ve diğer alışılmadık asimetrik yöntemlerle başlatmış hem baskın hem de sürpriz yaratmıştı. Jones’a göre bu tatbikatta yaşananlar ABD’nin 2003’te Irak’ın işgalinde ve o zamandan bu yana diğer çatışmalarda karşılaşacağı zorlukların da habercisiydi. General Van Riper raporunda MC 02 Tatbikatını keskin bir dille eleştiriyor ve daha da ileri giderek tatbikatı “şikeli” olarak nitelendiriyordu. Başlangıçta kıdemli danışmanı olduğu Kırmızı kuvvetlere Mavi’nin yüksek teknolojiye dayalı istihbarat üstünlüğünü boşa çıkarmaları için yaratıcı ve asimetrik/unorthodox yöntemler kullandırtmıştı. Örneğin motosikletli haberciler, cami minarelerinden ışıldak muhaberesi, balıkçı teknelerinden yapılan gizli haberleşmeler ve sürpriz füze saldırılarıyla mavinin elektronik üstünlüğünü devre dışı bırakmıştı.
TATBİKATTA BATIRILAN ABD GEMİLERİ
Tatbikat daha başlamadan mavi lehine zaman atlatmaları gibi kritik kurgusal ayarlamalar yapıldı. Buna rağmen General Van Riper, tatbikatın ikinci gününe kadar mavi savaş gemilerinin konumunu belirlemek için çok sayıda küçük balıkçı teknelerinden oluşan bir filo kullandı. Daha sonra önleyici bir saldırıda, mavi kuvvetlerin keşif gözetlemesini alt ederek çoklu seyir füzesi salvosu ile eş zamanlı küçük botların sürü tipi intihar saldırılarını başlattı. Ayrıca pek çok asimetrik taktik ve teknik kullanarak saldırılarını sürdürdü. Savaşın ilk günlerinde aralarında bir uçak gemisi, on kruvazör/muhrip ve altı amfibi geminin bulunduğu 19 gemi batırıldı. Mavinin küçük intihar saldırı teknelerini iyi tespit edememesi sonuçta en az seyir füzeleri kadar etkili olmuştu. Gerçek bir çatışmada bu kaybın karşılığı 20.000’den fazla denizcinin ve deniz piyadenin ölümüydü. Böylece ABD filosu on dakika içinde oyun dışı kaldı. Norfolk’taki donanma harekât merkezi şok yaşadı. Bunun üzerine tatbikat durduruldu, gemiler “yeniden yüzdürüldü” ve oyun sıfırlandı. Bu durum, senaryoyu ve ABD’nin doğrulamak istediği doktrinleri daha baştan çökertecek ölçüde dramatik bir gelişmeydi. Hakem heyeti bu koşullarda doğrudan müdahale etmişti. Bu süreçte hakem heyeti daha da ileri giderek Kırmızının saha yasaklama (AD) ve erişimi engelleme (A2) silahları ile kimyasal silah kullanımı gibi stratejik seçeneklerini de yasakladı ya da ciddi biçimde sınırladı. Kırmızıya EMCON (Emisyon Kontrol) tedbirleri almaması “radarları açması” gibi sunilikler dayatılırken, hava indirme yapan birliklere ateş açılmayacak gibi emirler verildi; Kırmızı ilk saldırıyı başlatamayacak ve pek çok taktik devre dışı bırakılacaktı. Bu sunilikler arasında Mavinin uçak gemisi, amfibi hücum grupları, mayın karşı tedbirleri ve ileri unsurları Körfez’e engelsiz intikal ettirildi; Kırmızının mayınlama, kimliği belirsiz ticari gemilerden füze atışları vb. asimetrik taktikleri ile belirsizlik stratejisi başlangıçta yasaklandı. Küresel durum/algı resmini besleyen WNN (World News Network) güncellemeleri yapılmadığı için kırmızının durum muhakemesi yapması zorlaştırıldı. Başlangıç brifinginde koalisyonsuz görünse de kısa sürede “Körfez Ortaklık Politika Konseyi’’ altında İngiliz, Avustralya ve Kanada gemileriyle fiilen koalisyon atmosferi yaratıldı; petrol zengini bölge ülkelerinin “bir gecede” maviye siyasi destek verdiği varsayıldı. Modelleme-simülasyon çıktılarıyla hakem heyeti değerlendirmeleri sistematik biçimde çelişti; ilerleyen günlerde bazı mavi gemilerin imhası, “tatbikatın sürdürülebilmesi” gerekçesiyle geri alındı.
29 Temmuz’dan yani tatbikatın 5’inci gününden itibaren Tatbikat Direktörü, kırmızı komutasını (General Van Riper) atlayarak kırmızı birliklerin konuş ve manevralarına doğrudan yön verdi; böylece mavinin karşısındaki “düşünen/adapte olabilen düşman” olgusu fiilen dağıtıldı. Kırmızının talep ettiği bazı kritik Ana Senaryo Olay Listesi (MSEL) olayları (ör. Mavi KC-10 tanker uçağının düşürülmesi vb.) ‘’safhalandırılmış güç intikali akışı durdurulamaz’’ gibi gerekçelerle reddedildi; Bilgi harekâtında birkaç basit bildiri ve radyo anonsu dışında görünür ürün olmadı; eleştirel basın mensupları brifinglerden dışlandı; diplomatik boyut, kırmızının ateşkes teklifleri dâhil, baştan itibaren kapatıldı. Diplomasi hiç işletilmedi; Kırmızının iki kez müzakere girişimi ve “adalardan çekilme” arayışları reddedildi. Belli bir aşamadan sonra Kırmızı kuvvet komutanının bağımsız kararları yerine tatbikat direktörü senaryoyu ve olay akışlarını yazamaya başladı; daha ileri giderek bazı adalardaki kırmızı kuvvetleri teslim olmuş varsaydı. Maviye kırmızı birliklerin konumları her gün verilerek kolayca bulunabilmeleri sağlanırken terör saldırılarının etkileri dikkate alınmadı. Böylece mavinin karşısında kırmızı, bir nevi önceden belirlenmiş sonuçları sağlayacak bir figüran olarak kullanıldı. Bu müdahaleler, tatbikatın objektifliğini ve bilimsel değerini gölgeledi. Mavi, daha klasik ve konvansiyonel bir senaryoyla zafer kazanmış oldu. Bu gerçekte göz boyamaydı. Tatbikat ölçeksiz büyüklüğü, başındaki yaratıcılıkla mavinin uğradığı ilk hezimet ve ardından gelen hakem müdahaleleri ile tarihe geçti. General Van Riper, raporunda tatbikatın aslında “önceden yazılmış bir senaryoyu doğrulama çabasına” dönüştüğünü açıkladı. Ona göre ABD ordusu düşük teknolojiye dayalı asimetrik yöntemlere karşı savunmasızdı. Ancak resmi 752 sayfalık rapor bu durumu “ılımlı başarısızlık” olarak tanımlayarak farklı bir tablo çizdi. Bu çelişki, MC-02’nin güvenilirliğini zedeledi. Pek çok gözlemci, tatbikatı 2003 Irak işgalinin provası olarak değerlendirdi. Hatta dönemin Savunma Bakanı Rumsfeld, tatbikattan hangi derslerin Irak’a uygulanabileceğini sormuştu. ABD ordusu Irak ve Afganistan’da tam da MC-02’de ortaya çıkan sorunlarla karşı karşıya kaldı: düşük teknoloji ama esnek yöntemlerle yapılan asimetrik saldırılar, lojistiğe ve moral üstünlüğe ciddi zarar verdi. General Van Riper’in uyarıları gerçekleşmiş oldu.
23 YIL SONRA DURUM NEDİR?
Askeri güçlerin savaş zamanı potansiyel başarılarının test alanı barış zamanında yapılan harp oyunları ile savaş planlarının denendiği tatbikatlardır. Her ikisi de aynı zamanda askeri endüstrinin yeni yatırım alanlarını belirler. MC02’de olduğu gibi kırmızının ispat ettiği ucuz, harcanabilir asimetrik savaş sistemleri askeri endüstrinin dikkatini çekmez. 10 bin dolarlık bir intihar teknesinin 1 milyar dolarlık fırkateyni batırması önemli değildir. Onlar için 1 milyar dolarlık gemileri yapmak daha önemlidir. Diğer bir deyişle ABD’nin kazanmasından daha çok siparişlerin devam etmesi önemlidir. ABD, MC02’deki asimetrik başlangıç yenilgisinden ders çıkarmış olsaydı aradan geçen 23 yılda Çin ve Rusya’nın hipersonik gemiye karşı füzelerinin gelişimine kendi projeleri ile denge yaratabilir, SİHA/Drone teknolojilerinin gelişimini öngörerek bu öldürücü silah sistemlerine karşı gemilerin savunma sistemlerini daha ucuz ve maliyet etken şekilde ileriye taşıyabilirdi. Bugün Husilerin ve İran’ın hipersonik füzeleri karşısında düştükleri durum ortadadır. ABD savaş gemilerinde kullanılan SM serisi hava savunma füzelerinin birim fiyatı Husilerin kullandığı intihar dronlarının binlerce katıdır. (MC-02) Tatbikatı İran odaklı Körfez senaryosuna dayanıyordu. 2002 yılında ne Rusya ne Çin ABD için rakip değildi. Neoconlar, Siyonistler ve finans kapital oligarşisi iş birliği içinde ve güçlerinin zirvesindeydi. Özellikle teknolojik ve ekonomik güçleri zayıf olan devletler karşısında kolay zafer elde edeceklerini düşünüyorlardı. Ancak MC02 tatbikatı İran’ın benzetimini yapan kırmızı kuvvetlerin maviyi savaşın daha başında hırpalaması ile başlamıştı. 2002 koşullarında bile bu yaşanıyorsa daha sonra neler yaşanmazdı ki. ABD, 2019 sonrası Büyük Güçler Rekabet Dönemine girdi. Tatbikat ve harp oyunlarında artık karşılarında Rusya, Çin ve hatta Türkiye bile vardı. Harp oyunları göz boyamak veya mevcut doktrini haklı çıkarmak için oynanmamalıydı. MC 02’de yaşananlar hakem makamının oyunu resetleyip kısıtlar getirmesi ve senaryoyu mavi zaferine doğru yönlendirmesi sonucunda tatbikatların nasıl doktrini doğrulama önyargısına sapabileceğini göstermişti. MC02’de yaşanan deneyim, Tayvan ya da Güney Çin Denizi senaryoları gibi güncel harp oyunlarının metodik sınırlarını oluşturmak için Amerikalılara ders olmalıydı. Harp Oyunları uyarıcıdır ama gerçek savaşın kaotik, politik ve stratejik/taktik belirsizliklerini tam temsil etmez. Tatbikatlar; sürenin kısıtlılığı, test edilmek istenen kavramlar ve üst düzey amaçlar yüzünden hakem müdahalesine açıktır. Bu, gerçek savaş risklerini olduğundan daha “idare edilebilir” gösterebilir. Bu da felaket getirir. ABD şu an Pasifik’teki gerçeklerle yüzleşmek ve en kötü senaryoya göre hazırlanmak zorundadır. Ancak yapılan analizler ve oynanan harp oyunlarının sonuç raporları incelendiğinde iki seçenek ortaya çıkarıyor. ABD ya fena yeniliyor ya da uzun süreli bir savaşta bölgedeki müttefikleri ile çok kan kaybederek ve bedel ödeyerek kazanıyor.
HARP OYUNLARINDA YENİLEN ABD
ABD bugüne kadar, Rusya ve Çin başta olmak üzere büyük veya yükselen güçleri ekonomilerinin can damarı ticaret rotalarını ve düğüm noktalarını her an için kapama tehdidi ile terbiye ediyordu. ABD, kendini iyi huylu hegemon olarak lanse ediyor ve insanlığa deniz yollarını açık tutarak büyük hizmette bulunduğunu iddia ediyordu. Ancak gerçek çok farklıydı. ABD, yükselen rakiplerinin ya da Türkiye gibi kendi jeopolitik çıkarları için denize siyasi ve askeri gücüyle çıkmak isteyenlerin deniz ulaştırma rotalarını her an kesebilirdi. Çin, 21. Yüzyılın başında bu oyunu gördü ve meydan okudu. Rusya ile yakınlaşmasının temel nedeni de buydu. Denizlere bağımlılığını Kuşak ve Yol Girişimi üzerinden azaltırken, ABD’nin kendi kıyılarına yakınlaşmasına izin vermeyecek bir silahlanma içine girdi. Rusya, bir yandan nükleer stratejik dengeyi korurken müttefiki Çin, konvansiyonel ve nükleer yeteneklerini Rus teknolojisini de kullanarak hızla geliştirdi. ABD, bugün kendi oynadığı pek çok harp oyunu sonucuna göre Asya Pasifik’te Çin ve Rusya’ya karşı bir savaşa girdiğinde bu savaşı kazanamıyor. Bu oyunların büyük çoğunluğunda ilk 24–72 saatte komuta kontrol muhabere kesintisi yaşanırken, hava üsleri ve uçuş pistlerine yoğun saldırı baskısı ile DF-21D ve DF-26 gibi “gemiye karşı balistik füzeler ile alan yasaklama (AD) ve erişimi engelleme (A2) başarılıyordu. Ayrıca denizaltı harbi üzerinden deniz ulaştırma rotalarına müdahale ile denizden kıyıya güç intikali yani amfibi harekât ile den başta Tayvan olmak üzere, ABD ve müttefikleri çok büyük kayıplar veriyordu. Savaşın ilerleyen günlerinde mühimmat bütünlemesi ile hasar gören gemilerin onarımları ciddi zafiyet yaratıyordu. Siyasi ve askeri tırmanma süreçlerinde müttefiklerin tutumlarının belirsizliği, nükleer tırmanma merdiveni ve siyasî karar alma süreçlerinde yaşanacak belirsizlikler de savaşın kaderini aleyhte etkileyecek parametreler içindeydi. ABD/Harvard Üniversitesi, Kennedy School, Belfer Center uzmanları Graham Allison ve Jonah Unterman tarafından 16 Aralık 2021’de yayınlanan ‘’21. Yüzyılın Büyük Askeri Rekabeti’’ başlıklı raporda çıplak gerçek, verilere, devletin resmî belgelerine ve yetkililerin açıklamalarına dayanılarak itiraf ediliyor. (https://www.belfercenter.org/publication/great-military-rivalry-china-vs-us16) ABD ve Çin arasında gelecekte yaşanacak askeri bir çatışmanın simülasyonu için bugüne kadar yapılan tüm çalışmalar, ABD’nin ciddi bir zafiyet içerisinde olduğunu ortaya çıkarıyor. Eski senatör McCain’in danışmanı C. Brose şöyle söylemişti: ’Geçtiğimiz on yıl içinde Çin’e karşı uyguladığımız harp oyunlarında Amerika mükemmel bir sonuç elde etti. Her defasında kaybettik… Eski savunma planlama uzmanı RAND Uzmanı David Ochmanek çok daha kaba bir dil kullanmış ve şöyle demiş: ‘Her defasında kıçımızın üstüne oturduk. Geçmiş Savunma Bakan Müsteşarı Work de aynı şekilde bir açıklamada bulunmuş: ‘Ne zaman bir tatbikat yapsak, kırmızı taraf (Çin) bizim daha baştan komuta ve kontrol sistemlerimizi yok ediyor ve biz de harp oyununu bırakıyorduk. Hep söylediğimiz şuydu: ‘Hadi yeniden başlayalım. Diğer yandan kırmızı tarafa da bu kadar da kötü olmayın’ diyorduk. David Ochmanek savaşın beş ayrı ortamında da çatışmaların başından itibaren çok sayıda asker, silah ve malzeme kaybettikleri söyleyerek şöyle devam ediyor: ‘’Okinawa ve Guam üslerimiz ile satıhtaki gemilerimiz ve uçaklarımız başından itibaren hassas mühimmatla imha ediliyor; benzer şekilde başlangıçtan itibaren Amerikan savaş gücünü yönetecek komuta ve kontrol sistemleri siber ataklarla kör ediliyor, dolayısı ile cephedeki Amerikan kuvvetleri kör sağır ve dilsiz kalıyordu.’’ Analist C. Brose şöyle diyor: ‘’Tayvan üzerinde bir savaş günler ve hatta saatler içerisinde kaybedilebilir ve böyle bir savaşı planlamak ve savaş konuşlanmasını gerçekleştirmek Pasifik’teki mesafeler göz önüne alındığında Amerika için haftalar ve hatta aylar sürer.’’ Örneğin San Diego-Okinawa arası 6700 deniz mili ve 13-21 günlük seyir gerekiyor.
PİRİUS ZAFERİ HARP OYUNLARI
Batı Pasifik harekât alanına yönelik Amerikan RAND, CSIS, CNAS, gibi sivil düşünce kuruluşlarının oynadığı harp oyunları ile bazı hizmet içi tatbikatlarda ABD ve müttefiklerin Pasifikteki savaşta Çin karşısında Pirius Zaferi kazandıkları da belirtiliyor. ABD savaşın başında Çin’in, komuta-kontrol/siber saldırıları ile körleşirken ağır kayıplar veriyor. Diğer yandan bu kayıplara rağmen ABD ve müttefiklerinin hava unsurları ile karadaki gemiye karşı füze sistemleri, denizaltılar ve suüstü gemiler dağıtılmış öldürücülük (Distributed Lethality) doktrini paralelinde kullanılarak Çin’in kritik üs ve platformlarına zarar veriliyor. Geniş bir alanda fazla sayıdaki düşman hedefini tehdit ederek Çin’in deniz kontrol mücadelesini zorlaştıran söz konusu doktrin ile ABD batı Pasifik’e uzun vadede geri dönüyor ama çok ağır bedeller ödeyerek kazanıyor. CSIS’in 2023 yılında 24 kez tekrarla oynadığı Tayvan işgali simülasyonu sonuçları buna örnek gösteriliyor. Bunların çoğunda Çin’in amfibi işgali püskürtülüyor, fakat ABD ve müttefikleri onlarca gemi, yüzlerce uçak ve on binlerce personel kaybediyor. Yani sonuç “mutlak zafer” değil, Pirius zaferi ve çok pahalı bir savunma. Diğer yandan son raporlar ve komite çalışmaları, kritik uzun-menzilli gemiye karşı seyir füze stoklarının günler içinde tükeneceğini gösteriyor. Bu konu harp oyunlarından çıkarılan önemli derslerin başında geliyor ve gerek Pentagon gerekse Kongrede sık tartışılıyor. Diğer yandan Harp Oyunu sonuç raporlarında, Çin’in önleyici/siber operasyonlarıyla ABD C2 (komuta-kontrol) ağlarının başlangıçta zayıflatıldığı, bunun da muharebe etkinliğini düşürdüğü sıkça rapor ediliyor.
TÜRKİYE DERSLERİ
MC-02 yalnızca bir tatbikat hatası değildir; ideolojik körlüğün, kurum içi önceliklerin ve askeri prestijin gerçeklikten nasıl sapabileceğinin somut bir kanıtıdır. Hakemlerin oyunu resetleyip senaryoyu kazanmaya göre yeniden yazdığı yerde öğrenme imkânı yok olur; yerine, yanlış güven duygusunu besleyen kurgusal bir zafer kalır. Modern savaşlar artık sadece teknoloji yarışına indirgenemeyecek kadar karmaşıktır. Asimetri, bilgi harekâtı, lojistik kırılganlık ve siyasi belirsizlikler sahnenin temel aktörleri haline gelmiştir. Halbuki harp oyunları ve tatbikatlar gerçeği aramalı, doğrulanacak doktrini, savunma sanayii siparişlerini değil, sahada hayatta kalmayı önceliklendirmelidir. Eğer harp oyunları siyasi hedeflerle tahrif edilirse yarın gerçek savaş yaşandığında faturayı sahadakiler öder. Bu yüzden MC-02’den alınacak en gerekli ders askeri planlamada cesurca gerçeği görüp ona göre hazırlanmak olmalıdır. Yoksa sahte zaferlerin akıbeti her zaman Pirius’tur. Bu çerçevede gerek şike ile sonuçlanan MC02 tatbikatı gerekse daha sonra Pasifik Cephesinde oynanan harp oyunlarından Türkiye için çıkarılabilecek dersler birkaç başlıkta toplanabilir. Birincisi, teknolojik üstünlüğe ve başta NATO doktrinleri olmak üzere gelişmiş batı silahlı kuvvetlerinden örneklenen doktrinlere bağlı kalarak unorthodox/asimetrik yöntemleri göz ardı etmek büyük risktir. Türkiye, kendi caydırıcılığını sadece gelişmiş silah sistemlerine değil, yaratıcı ve düşük maliyetli çözümlere de dayandırmalıdır. (Örneğin denizde balıkçı milis kuvvetlerin kurulması gibi.) İkincisi, tatbikatların amacı gerçeğe en yakın koşulları denemektir. Önceden yazılmış ve sonucu garanti altına alınmış senaryolar, stratejik körlük yaratır. Türk Silahlı Kuvvetleri, tatbikatlarını ve harp oyunlarını teknolojik yatırım, asimetrik tedbir, diplomasi ile bölgesel/denizaşırı lojistik altyapı ve ortak eğitim programlarını yönlendirecek bütüncül şekilde değerlendirmeli; özgür oyun yaklaşımını korumalı ve sonuçların “istenildiği gibi çıkmasına” değil, gerçek zaafların görülmesine odaklanmalıdır. Üçüncüsü, bilgi harekâtı, diplomasi ve asimetri boyutları en az konvansiyonel çatışmalar kadar önemlidir. Türkiye, Mavi Vatan başta olmak üzere bölgesel stratejilerinde sadece askeri güç değil, diplomasi, enformasyon ve psikolojik harekât unsurlarını da bütüncül bir şekilde değerlendirmelidir. Son olarak, ABD’nin MC-02’deki müdahaleci tutumu, siyasi hedefler uğruna askeri gerçekliğin görmezden gelinebileceğini kanıtlamıştır. Türkiye’nin stratejik planlama kültürü, böyle bir körlüğe düşmeden şeffaf ve gerçekçi olmalı, zor olanı görmekten kaçınmamalıdır. En önemlisi silahlı kuvvetlerin iç siyasette prestij ve güç kazanmak için değil dışarıyı caydırmak ve gerektiği yer ve zamanda milli çıkarları korumak için çekinmeden kullanılmak için harbe hazır tutulması gerçeği göz ardı edilmemelidir. Türkiye bir yandan da maliyet fayda denklemi içinde caydırma ve savaşta azami etki yaratmaya odaklanmalıdır. Örneğin bulunduğumuz coğrafyada kriz döneminde uçak gemisi gibi kamuoyunun ruhunu okşayan büyük projeler işe yarayabilir ancak savaş başladığı anda milyar dolarlık bu gemiler Ege ve Doğu Akdeniz coğrafyasında kısa sürede batırılır. Ancak kamuoyunun gözünde görünürlüğü yüksek olmayan denizaltılar, insansız sualtı araçları ya da mayınlar suyun altında uzun süre hayatta kalırken düşman denizciliğine çok büyük zarar verir.
Cem Gürdeniz