İDA endişesi

Rusya Federasyonu (RF)-Ukrayna Savaşı, yalnızca bir cephe çatışması değil; siyaseti, hukuku ve ekonomiyi aynı potada eriten, çok katmanlı bir sürecin adı oldu.

Bu savaş, askeri dengelerin ötesinde, yeni bir güvenlik anlayışının da sınandığı bir dönüm noktasına dönüştü.

Türkiye açısından tablo, fırsatlarla risklerin iç içe geçtiği yeni bir güvenlik paradigmasının habercisiydi.

Karadeniz artık sadece bir savaş sahnesi değil; askeri teknolojilerin ilerlediği, geleceğin harp yöntemlerinin şekillendiği, stratejik rekabetin yeni merkezi haline geldi.

Savaş dördüncü yılını doldururken, manşetler hala kara ve hava operasyonlarıyla dolu. Oysa denizlerde yaşanan mücadeleler önemli sonuçlar doğurdu.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden tahıl koridoruna, deniz mayınlarından serbest seyrüsefer tartışmalarına kadar pek çok başlık, Karadeniz’deki güvenlik denkleminin merkezine yerleşmiş durumda.

Türkiye, savaşın ilk anlarında çok tartışılan Montrö rejimini titizlikle uygulayarak hem tarafsızlığını hem de bölgesel istikrarı korumayı başardı.

Bu tutum, olası bir krizin önüne geçerken Ankara’nın diplomatik esnekliğini de güçlendirdi.

Birleşmiş Milletler öncülüğünde hayata geçirilen “Tahıl Koridoru Girişimi”, bu denge politikasının somut bir yansımasıydı.

Kırktan fazla ülkeye ulaştırılan milyonlarca ton tahıl, küresel gıda krizinin etkilerini en azından geçici olarak hafifletti.

Ancak RF’nin çekilmesiyle süreç sekteye uğradı; Batı’nın isteksiz desteği de girişimin sürdürülebilirliğini hatta barış umutlarını suya düşürdü.

Kara ve hava cephelerinde gürültü sürerken, denizlerde sessiz ama devrim niteliğinde bir dönüşüm yaşandı. Deniz harp sahnesinde insansız sistemler de belirleyici duruma geldi.

Yapay zekâ destekli, düşük maliyetli bu araçlar, yalnızca keşif veya mayın temizleme değil, doğrudan taarruz operasyonlarında da etkin bir rol üstlenmeye başladı.

“Moskova” kruvazörünün batırılması RF’de soğuk duş etkisi yarattı.

Ardından gerçekleştirilen bir dizi İDA (İnsansız Deniz Araçları) saldırısı, Karadeniz Filosu’na ait gemilerle limanlarda uğranılan kayıpları gözler önüne sererek bu askeri dönüşümün boyutlarını tüm çıplaklığıyla ortaya koydu.

Geçtiğimiz günlerde Türkiye kıyılarına kadar yaklaşan bazı İDA’lar ise yeni bir alarm zili niteliğinde.

Bu gelişme, yalnızca bölgesel güvenliği değil; deniz hukuku, uluslararası diplomasi ve caydırıcılık dengelerini de yakından ilgilendiriyor.

Türkiye, Romanya ve Bulgaristan’la birlikte imzaladığı “Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu Mutabakatı (MCM Black Sea)” ile bu tür tehditlere karşı ortak bir güvenlik çerçevesi oluşturmuştu. Ancak İDA’ların yükselişi, mevcut tedbirlerin yeterliliğini sorgulatıyor.

Karadeniz’in güvenliği, yalnızca kıyıdaş ülkelerin değil, küresel ticaretin ve tedarik zincirlerinin sürekliliği açısından da hayati önemde.

Bu nedenle Montrö çerçevesinde sürdürülen dengeli siyaset kararlılıkla korunmalı; Blackseafor (Karadeniz İş Birliği Görev Grubu) yeniden aktive edilerek çok taraflı güvenlik anlayışı güncellenmelidir.

Olasılıktır ki; Gambot Diplomasisi barışa giden yolun yeni bir adımı olabilecektir.

Sonuç olarak, denizler sadece bir coğrafya değil; teknolojik rekabetin, diplomatik satrancın ve stratejik sabrın sahnesidir.

Son sözse; Yeni dönemde en büyük güç, doğru analiz yapabilmekte gizli. Zira isabetli kararlar, ancak gerçekleri doğru okumaktan doğar.

İsmet Hergünşen