Yirminci yüzyıla damga vuran iki dünya savaşı gibi geniş çaplı olaylar şu ana kadar yaşanmasa bile bu yüzyılda da büyük oranda kan dökülüyor.
Ardı ardına gelen politik mücadeleler yerini cephelere bıraktı.
Önce Ukrayna sonrasında İsrail Filistin savaşları ile dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan gerilimler bu savı güçlendiriyor.
Ukrayna Savaşı’nın ikinci yılı geride kalırken sadece askeri hedefler tahrip edilmedi, siviller ve yaşam alanları da önemli ölçüde nasibini aldı.
Ölü, yaralı ve yerinden edilen kişi sayısına ilişkin veriler şüphe içerse de savaşın acımasız yüzü insanlığı dehşete düşürüyor.
Konvansiyonel savaşın ötesine taşınan bu savaş, askeri olmayan özelliklerin bir kuvvet çarpanı olarak kullanılmasıyla Hibrit Savaşın tarihteki ilk ciddi örneği.
Durum ve moral üstünlüğüne sahip RF (Rusya Federasyonu) ilhak ettiği bölgelerle Ukrayna’nın yaklaşık dörtte birine hâkim durumda.
Zaman zaman nükleer silah kullanma tehditleri dünyayı endişelendirmiyor değil.
Batı’nın siyasi ve askeri desteğini arkasına alan Ukrayna’nın savunma hatlarını aşamaması silah yardımlarında bazı ülkeleri isteksizleştirdi.
Savaşı sadece kendi toprakları ile sınırlamaya mahkûm edilen Ukrayna’nın kötü gidişi lehine çevirmesi zor görünüyor.
Stratejide bir değişikliğe gitmesini ne ABD ne de AB arzuluyor.
NATO da cılız açıklamaları ile cesaret vermekten öte geçemiyor.
Uygulanan yaptırımlar yeterli etkiyi göstermediğinden RF’nin geri adım atması mümkün olmadı.
Wagner Paralı Asker Grubun kalkışması Batı ve Ukrayna üzerinde heyecan yaratsa da Moskova’nın miğferlerini daha sıkı bağlamasına neden oluşturdu.
En ilginç gelişme, UAD (Uluslararası Adalet Divanı)’nın RF’nin BM Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiği suçlamaların araştırılmasını reddetmesi oldu. Kısaca RF tüm suçlamalardan berat etti.
UAD tarafından İsrail açısından benzer bir sürecin yürütülmekte olduğunu bir kenara not ederek sonucunu bekleyelim.
Denilebilir ki; uluslar arenada da hukuk güçlüden yana.
AB’nin Moldova, Gürcistan ve Bosna Hersek’in yanı sıra savaş halinde bulunan Ukrayna ile üyelik müzakerelerini başlatma girişimi, Türkiye’ye karşı gösterilen riyakarlıklardan biri daha.
Niye Geri Kabul Antlaşmasını çöp etmiyoruz?
Niye Gümrük Birliği’nden vazgeçmiyoruz?
Niye Suriyeli ve diğer sığınmacılar için kapıları açmıyoruz?
Anlaşılır tarafı yok.
İlk zamanlarda yoğun çatışma dönemlerinin ardından, bugünlerde uluslararası kamuoyunun gündeminden düşecek şekilde cephelerde sınırlı çatışma hâkim.
Tahıl ihracında sorun yaşayan Ukrayna hava savunmasıyla ilgili yardımları beklerken, RF de insansız hava araçları nedeniyle sancılı.
Deniz hedeflerine gerçekleştirilen saldırılarda önemli gemilerini kaybeden RF Donanması’nın savunmadaki zafiyeti ilginç.
Belli ki Falkland Savaşı’ndan hiç ders çıkartılmamış.
Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılması RF’nin çevrelenmesini daha da genişletse savaşın ibresini aleyhine döndürme olasılığı düşüktür.
Her iki ülke yorgun düşmüş, her iki ülkenin savaşma azim ve kararlılığı kırılmak üzere.
Genç nüfusun askerliğe ve savaşa olan kayıtsızlığı dikkat çekici boyutlarda.
Maliyete ilişkin değişik rakamlar ifade edilse de 2 trilyon dolarlık bir harcama Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının neredeyse 2 katı.
İlk anlarda İstanbul Görüşmeleri ve Tahıl Koridoru Antlaşması savaşın sonlanmasına yönelik ümitleri yeşertse de devamı getirilemedi.
RF liderinin son söyleşisine, dönemin İngiliz Başbakanı’nın barış görüşmelerini sabote ettiği damga vurdu.
¨Bir suda iki balık kavga ediyorsa oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir¨ diyen Kızılderili sözü bir kez daha yerini buldu.
Başbakan uzun bacaklı mıdır? Bilmem ama Ukrayna Savaşına yönelik bir gazeteciden tam tamına bir milyon dolar isteği şaşırtıcı olmasa gerek.
Sahi, bu siyasetçiler neden tamahkar?
Yakın zamanda savaşın sona erebileceğini ifade etmek güç görünse de Ukrayna lideri de barışa yönelik açıklamalarda bulunmaktadır.
Barış görüşmelerinin adresi bir kez daha İstanbul mu olacak? Yoksa Cenevre ya da başka bir yer mi? Önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Bir tarafta istediğini elde eden RF, diğer tarafta harap edilmiş Ukrayna.
Öte tarafta ise savaşın devamından yana irade koyan ABD/NATO ve AB.
Zaten hedefledikleri güçsüz bir RF değil mi?
Nitekim Napolyon olma heveslisi Fransa Cumhurbaşkanı’nın Ukrayna’ya asker gönderme fikri Avrupalı liderler tarafından karşılığını bulmasa da gizli niyetinin açığa vurmuş hali.
Gerçi Fransa’yı tutan yok. Er meydanı orada. Sakın ha sonrasında kapımıza dayanmasın.
Tek adresi var. O da askeri ittifak içinde olduğu Yunanistan.
RF için olduğu ifade edilen ABD askerleri de nasıl olsa Dedeağaç ve Yunan adalarına konuşlandırılmış durumda.
Türkiye mi..!
Hem sözde müttefiklerinden hem de savaş halinde bulunan ülkelerin girdabından uzak durmaya devam etmeli.
Bugüne kadar süreç hiç de fena götürülmedi.
Neden mi?
Türkiye’ye İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinde kontrol ve savaş gemilerinin geçişini düzenleme hakkı veren 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün isabet içeren öngörülerinden biri daha Türk ulusunu acımasız bir savaşın kötü yüzünden korudu.
Son sözse; Hun İmparatoru Attila’dan.
“Ne kadar büyük ya da küçük olursa olsun, düşmanınızın gücünü hafife almayın, bir gün zararınıza olabilir.”
İsmet Hergünşen