Karadeniz, Adriyatik ve Baltık Denizi ile tarih boyunca Asya ile Avrupa arasında hem bir jeopolitik köprü hem de Asya ile Avrupa’yı birbirinden ayıran jeopolitik tampon olmuştur. Bu üç deniz, başta İngiltere olmak üzere denizci Avrupa güçlerinin 18. Yüzyıl sonrası güçlenen ve büyüyen Çarlık Rusya’sını ve etki alanlarını çevrelemek için kullanıldı. Halen de aynı vizyonla kullanılıyor. NATO’nun 2004’te aynı anda Karadeniz’de Romanya ve Bulgaristan üzerinden; Adriyatik’te Slovenya, Baltık’ta 3 Baltık Cumhuriyeti üzerinden genişlemesi bu çerçeveden de görülmelidir. Türkiye için Karadeniz, 2004’e kadar kollektif batı tarafından kuşatılmadığı tek alan iken, günümüzde bu durum değişmiştir. Tarihte Rusya üzerinden intikal ettirilen 300 bin ton silah ve cephane sayesinde Kurtuluş Savaşı’nın lojistik hattını oluşturan Karadeniz, savaş boyunca milli orduya güç sağlamış, 1936 yılında imzalanan Montrö Sözleşmesi sayesinde Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı dışında kalmasını mümkün kılmıştır. Karadeniz Soğuk Savaş boyunca da Ankara’nın dengeli politikaları sayesinde barış ve denge unsuru olmuştur. Bugün bu sağlıklı durum artık mevcut değildir.
JEOPOLİTİK VİZYON
Soğuk savaş ABD galibiyeti ile bitince neocon elitler, merkezi ve doğu Avrupa’yı kontrol etmenin Avrasya’nın kalpgâhını ve dolayısı ile dünyayı kontrol etmenin yolunu açacağının dayanılmaz çekiciliği içinde harekete geçtiler. Rusya’da Sovyetleri kurşun atmadan batıya teslim eden Gorbaçov’dan sonra Yeltsin’in iktidarda olması işlerini pek kolaylaştırdı. Aynı dönemde Rusya içinde bazı bölgelerin ayrılıkçılığı ABD ve İngiliz istihbaratı sayesinde tavan yaptı. 2000 sonrası Putin iktidarı ile bu hareketler sona erdi. Yeltsin’in ikinci dönem başkanlık seçim propagandasını bile bir Amerikan firmasının yönettiği konjonktürde Rusya NATO ile ilişkilerini 1991 sonrası geliştirdi. 1991’de Rusya, Kuzey Atlantik İş birliği Konseyi’ne katıldı ve 1994’te “Barış İçin Ortaklık” programına dahil oldu. İşte tam bu süreçte Ukrayna batısında bulunan Yavoriv üssünde NATO, Barış İçin Ortaklık (PfP) girişimi altında yer edindi. Böylece ABD, ilk NATO merkezi ile Ukrayna’ya kancayı takmış ve 2004’teki Turuncu Devrim sonrası Karadeniz, ABD ve NATO’nun genişleme stratejisinin odağına girmişti. Bu üs daha sonra Ukrayna’nın Rusya ile savaşmasına hazırlığın merkezi olacaktı. 1997’de imzalanan NATO-Rusya Kurucu Senedi ile NATO-Rusya Daimî Ortak Konseyi kurularak ilişkiler kurumsallaştırıldı. Bu arada ABD, aynı yıl Ukrayna ile NATO üzerinden Sea Breeze deniz tatbikatlarını başlattı. Bu çok uluslu tatbikat, görünüşte NATO’nun “Barış İçin Ortaklık” programı çerçevesinde gerçekleştirilmekteydi. Tatbikatın amacı Karadeniz’deki deniz güvenliğini artırmak, katılımcı ülkeler arasında iş birliğini güçlendirmek ve birlikte çalışabilirliği geliştirmek olsa da asıl amacı ABD USEUCOM (ABD Avrupa Kuvvetleri) ve USNAVEUR (ABD Avrupa Deniz Kuvvetleri) personelinin ülkede birlikte çalışma ortamını geliştirmek ve kurumsallaştırmaktı. Her sene yapılan bu tatbikatların sonuncusu 2021’de gerçekleşti. 32 ülkeden yaklaşık 5.000 personelin 30’dan fazla gemi ve 40 hava aracının görev aldığı bu tatbikattan 6 ay sonra Rusya, Ukrayna’ya müdahale etti. Kısacası ABD, Karadeniz’de kendi etki alanını genişletmek üzere ana vekil devlet olarak Ukrayna’yı seçti.
KULLANIŞLI VEKİL UKRAYNA
Rusya’ya mücavir olan bu ülkenin tarihi ve sosyolojik yapısı Truva atı olması için olağanüstü fırsatlar sunuyordu. Ülkenin batısı İkinci Dünya Savaşında Nazilerle iş birliği yapmıştı. Benzer şekilde Ukrayna’nın batısı ortodoks doğunun aksine Katolik’ti. 2004 ve 2014 Turuncu devrimleri sayesinde Batı Ukrayna doğu üzerinde siyasi avantaj elde etti. Rusya 2014’te Kırım’a müdahale etti ve ABD’ye dur dedi. Ancak ABD durmadı. 2022’de Rusya Ukrayna savaşı başladı ve aradan geçen 3 yılda Ukrayna her alanda yenildi. Yüzbinlerce genç Ukraynalı öldü. Rusya sadece Kırım’ı değil Nova Russia’da Rus nüfusu yaşadığı doğal zenginliklerin ve sanayileşmenin merkezi olan 4 ayrı bölgeyi de (Luhansk, Donetsk, Zaporozhye, Herson) topraklarına kattı. Ukrayna’yı Azak Denizi ve kıyısından tamamen kopardılar. Amerikalı neoconlar ve İngiltere finans oligarşisinin kumarına malzeme olan Ukrayna sadece devlet olarak değil halkı ile de kaybetti. Ukrayna, savaş sonrası geleceğini önce İngiltere (100 yıllık ortaklık anlaşması) sonra da ABD ile imzaladığı maden anlaşması ile doğal kaynakları ve alt yapısının sömürülmesine açık çek vererek yani sömürge olmayı kabul ederek şekillendiriyor. Ancak Rusya’nın 3 yıllık savaş sırasında yaşadıkları ve özellikle anavatanına Ukrayna’dan yapılan füze ve hava vasıtaları ile saldırıları göz önüne aldığında Kiev’in tekrar silahlanmasına ve topraklarında yabancı askeri varlık göstermesine izin verip vermeyeceği belirsizliğini korumakta.
AVRUPA VE RUSYA DÜŞMANLIĞI
Ukrayna artık Trump’ın açık askeri desteğini de kaybetmiş durumda. Avrupa’da Fransa dışında Ukrayna’da güvenlik garantisi sağlayacak yapılanmaya asker verecek ülke yok. Ancak oksimoron bir şekilde AB ve İngiltere Ukrayna’nın savaşa ve Rusya’ya zarar vermeye her koşulda devam etmesini dayatıyor. Rusya’nın akraba toplumu Ukrayna’ya büyük bir güçle saldırması halinde ABD dışında onu koruyabilecek askeri yeteneklere sahip olmamasına rağmen AB ve İngiltere bu kumara devam ediyor. Tekrar hatırlatalım. Jeopolitik kanunlar her şeyin üzerindedir. Yükselen Çin’i ABD hem Rusya’da hem de Doğu Akdeniz havzasında 3 savaş devam ederken durduramaz. Bugün için ABD’nin gücü tek cepheye yetmektedir. O bile tam değildir. Rusya, başta ABD, AB ve 32 üyeli NATO tarafından tam kapasite ile desteklenen Ukrayna’yı yenmiştir. Diğer yandan ABD’nin amacı Çin’i yenmek olsa da AB ve İngiltere için asli hedef kıta Avrupa’sında güçlenen Rusya’yı dengede tutmak ve zayıflatmaktır. Bu, 18. Yüzyıldan beri altın kuraldır. Avrupa’da egemen güçler yeni rakipler istemez. Birinci Dünya Savaşının çıkma nedeni yükselen Almanya’yı kıtaya yani karaya geri itmekti. Savaşın İngiltere tarafından teşvik edilmesi kaçınılmazdı. Ancak bazen evdeki hesaplar çarşıya uymaz. Savaşın Türkler nedeni ile 2 yıl uzaması İngiltere’nin hegemonyayı ABD’ye devretmesine, Rusya’nın Sovyet devrimine gitmesine neden oldu.
YENİ UKRAYNA, MOLDOVA MI?
Bugün ABD gerilerken, AB ve İngiltere her alanda zayıflarken Ukrayna Rusya savaşı sona yaklaşıyor. Ancak Rusya’nın dünyanın en büyük nükleer savaş gücüne; çok zengin doğal kaynaklara ve en büyük yüzölçümüne sahip bir devlet olarak Avrupa’nın yanı başında büyümesine jeopolitik kanunlar izin vermez. Yeni kriz alanları mutlaka çıkacaktır. Geçmişte Gürcistan, Ukrayna ile en büyük adaydı. Ancak coğrafyası Gürcistan’ın Ukrayna gibi mükemmel bir vekil devlet olmasına izin vermiyor. Zira Türkiye dışında bir NATO ülkesi ile sınırdaş değil. Ukrayna, ABD ve AB’nin en sadık iki vekili Romanya ve Polonya’ya sınırdaştı. Sınırsız askeri destek aldı. Gürcistan aynı konumda değil. Arada deniz var. Türkiye de Sovyetler ve Rusya ile jeopolitik ilişki kurmanın kurallarını iyi biliyor. Geçmişte Ruzi Nazar ve FETÖ gibi CIA ajanlarının Türkiye’nin başına ne çoraplar ördüğünün bilincinde. O zaman Rusya’nın yıpratılması ve yeni bir kriz alanının yaratılması için yeni adaylara ihtiyaç var. İşte bu noktada karşımıza Moldova çıkıyor. Romanya ve Ukrayna arasında yer alan Moldova hem NATO hem de Avrupa Birliği (AB) için jeopolitik, güvenlik ve stratejik çıkarlar açıdan son derece önemli bir ülkedir. Bu ülke aynı zamanda Rusya’nın batı tarafı ileri savunma jeopolitik ekseni içinde yer almaktadır. Transdinyester bölgesindeki Rus askeri varlığı ile Ortodoks Türklerin Gagavuzya Bölgesi Moldova’nın parçalı yapısının Aşil topuklarıdır. Bugün Ukrayna savaşında Batı’nın umduğu stratejik sonuca ulaşılamamışken, Moldova ikinci bir Rus karşıtı tampon ülke olarak konumlandırılıyor. Batı’nın Moldova’ya dayattığı yeni kimlik, dinî yapı ve medya düzeni, bu ülkeyi Rusya’nın çevrelenme halkasında bir ileri karakola dönüştürme niyetini taşıyor. Bu strateji başarılı olursa, Moldova bir sonraki vekil çatışmanın sahnesi olabilir. Gagavuzya ve Transdinyester ise bu çatışmanın alevlenme noktaları olabilecektir.
DÖNÜŞTÜRÜLEN MOLDOVA
Moldova, 2022’de AB adaylığı statüsü kazanmış ve 2023’te üyelik müzakerelerine başlamıştır. Bu adımlar, Moldova’nın Batı’ya entegrasyonunu pekiştirmekte ve Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu sınırlamaktadır. Ukrayna Rusya savaşı 3. Yılını tamamlarken Moldova, AB enerji altyapısına alternatif hatlar için potansiyel geçiş ülkesi konumunu pekiştirdi. Batı istihbaratı ve siber güvenlik operasyonlarının bir sıçrama noktası olarak önem kazandı. Doğu Avrupa’daki “hibrit savaş” stratejilerinde, özellikle medya, din, eğitim ve etnik yapı üzerinden yürütülen psikolojik operasyonlar için test sahası olarak kullanılabileceği ortaya çıktı. Zaten son aylarda yaşananlar bunu ispat ediyor. Moldova’da yürütülen stratejinin ilk ayağı, kimlik yapılarının parçalanmasına yönelik klasik rejim mühendisliği hamleleriyle tanımlanabilir. Özellikle Rusça eğitim sistemine yönelik kısıtlama çalışmaları, Moldova toplumunun tarihsel ve kültürel belleğini silme girişimi olarak okunuyor. Aynı zamanda, nüfusun yaklaşık %70’inin desteklediği Moldova Ortodoks Kilisesi’ne karşı yapılan baskılar, dini aidiyetin zayıflatılarak Batı merkezli paralel bir dinî yapının (Besarabya Metropolitliği) ön plana çıkarılmasını amaçlıyor. Bu, Ukrayna’daki Moskova Patrikhanesi’nin etkisini kırmak için kurulan Fener Patrikhanesi destekli Kiev Kilisesi stratejisinin Moldova versiyonudur. (Bu arada hatırlatalım İstanbul’da yaşayan Gagavuzların Türk Ortodoks Kilisesi yerine Fener Rum Ortodoks Kilisesine gitmelerini anlamakta zorluk çekmekteyiz.) 2022–2023 döneminde toplam 12 televizyon kanalının kapatılması ve bağımsız ya da Rusya’ya yakın duran yayın organlarının lisanssız ilan edilmesi, Moldova’da bilgi akışının tek merkezden kontrol edilmesine yönelik sert bir hamledir. Bu model de doğrudan Ukrayna’da 2021’de başlatılan medya kapatma politikalarının aynısıdır.
NATO VE MOLDOVA
Diğer yandan Moldova’nın Avrupa’nın en verimli toprağı sayılan ‘’çernozem’’ tarım alanlarının kabaca %80’ininden fazlası, uluslararası finans ve yatırım grubu Blackrock’a satın alınan çiftçiler üzerinden devredilmiş durumda. Bu durum bile Moldova’nın hızla batının sömürgesine dönüşmesinin işaretlerini veriyor. AB’nin Moldova’yı sınırlarına katma gayretleri Moldova’nın bölgedeki Rus etkisini dengelemesini hedeflemektedir. Moldova’nın anayasasının 11.maddesi ülkenin kalıcı tarafsızlığını garanti altına alırken, yabancı askeri güçlerin topraklarında konuşlanmasını yasaklasa da NATO ile 1994’ten bu yana “Barış için Ortaklık” programı çerçevesinde iş birliği sürmektedir. 2024’te AB ile güvenlik ve savunma ortaklığı anlaşması imzalayarak, istihbarat paylaşımı ve ortak askeri tatbikatlar gibi alanlarda iş birliğini de derinleştirmiştir. AB veya NATO üyesi bir Moldova’da Rusya’nın içlerini vuracak silah sistemleri veya hava unsurları Rus stratejistleri için kabul edilemez. Bu durum başta AB ve İngiltere için Rusya’nın yumuşak karnı olarak sömürülmeye aday bir konudur. Moldova’da bugün olduğu gibi batı yanlısı iktidarlar devam ettiği sürece NATO ve ABD’nin Karadeniz’deki en sadık vekili ve müttefiki Romanya üzerinden Moldova’ya silah ve istihbarat unsurlarının akışı devam edecektir.
TRANSDİNYESTER VE GAGAVUZYA
Moldova’da güneyde Türklerin hâkim olduğu Gagavuz (Gökoğuz) Özerk Bölgesi; Dinyester doğusunda da 200 bin Rus azınlığın yaşadığı Transdinyester (Prinistrovya Cumhuriyeti) mevcuttur. Transdinyester bölgesinin, 1500 askere sahip Rus Birliği koruması altında, Rusya dışında başka bir devlet tarafından tanınmayan bağımsız bir devlet olduğunu hatırlatalım. Öte yandan 28 Şubat 2024’te Transdinyester Kongresi, Moldova’nın baskılarına karşı koruma talebi ile Rusya’ya resmen başvurma kararı almıştı. Gagavuz Bölgesi fiziksel olarak küçük olsa da Romanya-Moldova-Ukrayna üçgenindeki jeopolitik önemi yüksektir. Gagavuzlar, Ortodoks Hristiyan olmalarına rağmen Türk kökenli ve Türkçe konuşan bir topluluktur. Bu durum, Türkiye için Batı’ya “Türk kimliğinin İslam dışında da var olduğunu” gösteren önemli bir fırsat sunar. Gagavuzya, Moldova’nın Ukrayna ve Karadeniz limanlarına açılan kapısıdır. Enerji nakil hatları, tarım ve transit ticaret için kritik bir geçiş noktasıdır. Transdinyester gibi ayrılıkçı değil, anayasal özerk bir bölge olması, Moldova’nın üniter yapısı içinde kırılgan ama merkezi bir role sahip olmasını sağlar. Gagavuz Özerk Bölgesi, Ukrayna Savaşında Rusya’nın yanında durmuş ve olası 2024 baharında Moldova müdahalesine karşı Rusya’dan açık destek talebinde bulunmuştu. Diğer yandan 25 Mart 2025’te Gagavuz Özerk Bölge Başkanı Bayan Evghenia Guțul, Kişinev Havalimanı’nda seçimlerde Rusya’dan 3 milyon dolar para aldığı ve sahtecilik yaptığı suçlamalarıyla göz altına alınarak Moldova’nın en kötü hapishanesine gönderildi. Daha sonra ev hapsine gönderilen Gagavuz lideri yargılanmayı bekliyor. Bu olaydan kısa süre sonra 14 Nisan 2025’te Moldova Anayasa Mahkemesi, Gagavuz Halk Meclisi‘nin (PAG) bölgenin başsavcısını atama yetkisini iptal ederek yeni bir krizi başlattı. Gagavuzya’daki etnik ve siyasi hassasiyetler, merkezi hükümetin politikalarıyla çatışma potansiyeli taşıyor. Gagavuzya, Rusya yanlısı eğilimleri ve Hristiyan Ortodoks kimliğiyle Moldova’nın Batı çizgisine zorlanmasına direnç oluşturan bir cephe. Buraya yönelik baskılar, bölgenin ayrılıkçılıkla suçlanarak şeytanlaştırılması ve sonrasında askeri ya da polisiye yöntemlerle kontrol altına alınmasını içerebilir. Bu da Nazi ağırlıklı Kiev yönetiminin 2008 sonrası Donbas’ta uyguladığı modeli çağrıştırıyor. Türkiye ise 1994 yılında kurulmasına büyük destek verdiği Gagavuzya’nın başkenti Komrat’ta baş konsolosluğa sahip olduğu halde özerk bölgede yaşananlara sessiz kalmıştır. Dışişleri Bakanlığı her iki olayda da basın açıklaması yapmamıştır. Rusya ise Gagavuzya’da yaşanan gelişmelere devlet düzeyinde en üst perdeden tepki vermiştir.
KRİZ POTANSİYELİ
Transdinyester sorunu ile soğuk savaşın bitmesinden bu yana gergin olan Rusya- Moldova ilişkileri Gagvuzya’da yaşanan olaylar ile daha da gergin hale geldi. Moldova hem NATO’nun gözüne girmek hem de AB üyesi olmak için büyük gayret sarf ediyor. Romanya’nın Moldova ile ortak latin kökenli etnik bağlarının varlığı ve geçmişte siyasal bütünlük dönemlerinin (1918 sonrası Romanya ile birleşme kararı gibi) mevcudiyeti göz önüne alınırsa Karadeniz’deki baş Amerikan Vassalı Romanya’nın, yanına yakın akrabası Moldava’yı alarak Transdinyester bölgesinde Rusya’yı kışkırtmak için yeni bir süreci başlatması sürpriz olmaz. Böyle bir durumda Ukrayna Savaşının bir barış anlaşması ile nihayete ermediği konjonktürde Rusya’nın kaçınılmaz şekilde Odesa’ya müdahalesi gündeme gelebilir. Rusya, Odesa’yı alarak Ukrayna’nın denize çıkışını kesebilir. Bu durumda Moldova ve Transdinyester bölgesi çatışmaya çekilebilir. Bu durumda Odesa üzerinden Transdinyester’e bir Rus koridoru açılabilir. Bu da Rusya Moldova ve dolayısı ile Rusya-Romanya krizini tetikler. Rusya ile Moldova’nın silahlı çatışma sürecine girmesi ABD’li neoconların, askeri endüstrinin, AB ve İngiliz Finans Oligarklarının en büyük beklentisidir. Eğer Romanya Polonya rolüne girişir ve Moldova Ukraynalaşırsa, Türkiye’ye Rusya karşıtlığı için baskılar ve kışkırtmalar artar. Diğer yandan Moldova baskılarına karşı Moskova yanlısı Gagavuz Türklerinin korunması Türkiye için önemli bir sınav olacaktır.
KOÇ BAŞI ROMANYA
Romanya’nın ABD ve NATO’nun Karadeniz’deki en önemli koç başı olduğunun en etkin iki unsuru Devesul Deniz Üssündeki SM 3 Balistik Füze Savunma sistemleri ile Avrupa’nın en büyük NATO üssü olacak ‘Mihail Kogălniceanu’ hava üssüdür. Romanya’da Devesul Deniz Üssünde ABD’ye ait Aegis Balistik Füze Savunma (ABM) Sisteminin SM 3 bataryaları mevcut. 2019’da bu üssü korumak için stratejik Amerikan THAAD Hava Savunma Füze Sistemi geçici olarak konuşlandırılmıştı. Bu durum Devesul üssünü ister konvansiyonel isterse nükleer bir savaşta vurulacak ilk hedef konumuna sokuyor. Bu üssün Türkiye’deki Kürecik X Bant Radar üssü ile uyum içinde çalışması gerektiğini hatırlatalım. Dolayısı ile Kürecik radarı da vurulacak ilk hedefler arasındadır. Her zaman vurguladığımız üzere gerek Kürecik Hava Radarı gerekse İncirlik’te bulunan B 61 taktik nükleer bombaların kullanımı üzerinde hiçbir yetkimiz yoktur. Ancak bu iki askeri varlık üzerinden üstlendiğimiz nükleer saldırıya uğrama riski tarif edilemez büyüklüktedir. Rusya ile bir yandan ülkemizdeki ilk nükleer enerji santralını inşa ediyoruz. Diğer yandan İncirlik’te Rusya’ya karşı kullanmak üzere Amerikan B 61 nükleer bombalarını tutuyoruz. Halen Amerikan ve NATO Askerleri dahil 5000 askerin görev yaptığı Mihail Kogălniceanu’ hava üssü Almanya Ramstein’da bulunan ABD/NATO ortak hava üssünün yerini alacaktır. Hava üssünün genişlemesi devam ediyor. Her ne kadar NATO ve ABD kaynakları kullanılsa da Romanya 3 milyar dolara mal olacak bu üs için savunma bütçesinden önemli pay aktarıyor. 2030 yılında ilk genişlemesi tamamlanacak üste 10 bin asker konuşlanabilecek. 2040’ta tam faal hale geçecek üs sadece Rusya’ya değil, Türkiye’ye karşı baskı unsuru olarak da kullanılabilir. Çok ilginçtir Türkiye Rusya Ukrayna Savaşında Montrö Sözleşmesinin aktif tarafsızlığı içeren 19. Maddesini uygulamakta ve Karadeniz’e tüm savaş gemisi giriş ve çıkışını yasaklamışken, savaş sırasında bu üsten icra edilen NATO hava harekatlarına F 16 savaş uçağı vererek Rusya karşıtı cephede yer almış ve havada tarafsızlığını bozmuştur. Denizde tarafsız kalmayı başaran Ankara, Romenlerin hava destek taleplerine derhal uçak göndermiştir. Jeopolitik körlük bu olsa gerek. Romenlerle Karadeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ve Kıta Sahanlığı sınırlandırmasında denizden komşu olduğumuzu da unutamayalım. Her iki devletin de Batı Karadeniz’de doğal gaz kaynaklarını çıkardığını ve bu sahaların mücavir olduğunu hatırlatalım. Montrö rejimi sadece Türk Boğazlarından geçiş rejimini düzenlemez aynı zamanda Karadeniz’de denge ve istikrarı koruyan bir güvenlik rejimidir. Bu rejimin sahibi ve uygulayıcısı biziz. Romanya, Slav ve Türkler arasındaki bir Latin devleti olarak Amerikan vekilliğinde sınır tanımaksızın Karadeniz’e saatli bomba görevini üstleniyor.
3 DENİZ GİRİŞİMİ
3 Deniz Girişimi. Geçen hafta içinde Türkiye, Polonya liderliğinde yürütülen 3 Deniz Girişimine stratejik ortak olduğunu açıkladı. Bu girişimin jeopolitik hedefleri göz önünde tutulmadan sadece lojistik hedefler paralelinde alınan bu karara dikkatle yaklaşmak gerekir. Zira 3 Deniz Girişimin jeopolitik hedefleri arasında sadece Rusya yok, aynı zamanda ABD ve AB çıkarlarına karşı kendi jeopolitiğini koruyacak Türkiye de var. Yunanistan’ın tam üye olduğu bu girişim Türk Yunan çıkarları çatıştığında Yunanistan’a büyük destek sağlayacak ulaştırma alt yapısını oluşturuyor. İzah edelim. 1918 yılında yeniden kurulan Polonya’nın ilk başkanı Józef Piłsudski tarafından önerilen ‘’Intermarium’’ yani ‘’Denizler Arasında’’ tasarımı, Adriyatik, Karadeniz ve Baltık hattında yer alan ve Sovyet Rusya’ya karşı bir set oluşturan çok uluslu devletler topluluğunu öngörüyordu. Litvanya, Letonya, Estonya, Finlandiya, Beyaz Rusya, Ukrayna, Macaristan, Romanya, Yugoslavya ve Çekoslovakya bu topluluğun parçalarıydı. Amaç Rus İmparatorluğunun parçalanmasına hizmet etmekti. Ancak planlar tutmadı. Bu süreç Hitler Almanya’sının 1 Eylül 1939’da Polonya’yı işgale başlamasıyla son buldu. Polonya, 2015’ten itibaren Cumhurbaşkanı Andrzej Duda tarafından 3 Deniz Girişimini deklare etti. Girişim Baltık, Karadeniz ve Adriyatik Denizleri arasında yer alan on iki ülkenin ekonomik ve altyapı gelişimini hedefliyor. Önce 12 AB üyesi (Avusturya, Bulgaristan, Hırvatistan, Çekya, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya, Slovakya, Slovenya) ve sonradan Yunanistan ile bir forum oluşturuldu. Foruma Almanya davet edilmedi. Bugün de Polonya, Almanya’yı ve AB’yi dışarda tutarak doğrudan ABD ile Rusya’ya karşı özel bir ittifak ilişkisi geliştirmeye çalışıyor. Hedef, Brüksel’i atlayarak Rusya’ya karşı bir Doğu Avrupa cephesi kurmak, ABD’yi bölgeye doğrudan çekmek. Girişim, Transatlantik yapının başta ulaştırma altyapısı olmak üzere operasyonel kabiliyetlerinin önemli bir parçası olarak düşünülüyor. 3 Deniz Girişimi Brüksel’i atlayarak ve Berlin’i dışlayarak, Polonya’nın öncülüğünde Rusya’ya karşı Doğu Avrupa’da ABD kontrolünde bir etki alanı yaratmaya yönelik jeopolitik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Avrupa Birliği’nin artık Doğu-Batı olarak bir bölünmeye doğru gittiğini görmekte olan ABD’nin doğrudan dahil olacağı ve kendi kontrolünde olacak yeni bir jeopolitik proje olarak yürütülüyor. Polonya’nın bu girişimi ABD’nin öncülüğünde geliştirilecek yeni Avrupa güvenlik mimarisi için de son derece kullanışlı bir araç konumundadır. 3 Deniz Girişimi, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin karayolları, demiryolları, limanlar, dijital ve enerji altyapılarını modernize etmek ve birbirine entegre etmek amacıyla altyapı projeleri yürütmek için bir Yatırım Fonu kurdu ve ABD bu fona şu ana kadar 300 milyon dolar doğrudan destekte bulundu ve destek olmaya devam edeceğini beyan etti. Girişimin ulaştırma altyapı yatırımları arasında, NATO’nun doğu kanadındaki askeri hareketliliğine katkı sağlayacak en önemli koridor Via Carpatia’dır. Toplam uzunluğu 718 km. olup, 78 km’si tamamlanmış, 289 km’si yapım aşamasında, 351 km’si ise hazırlık aşamasındadır. Bu eksen, Litvanya’daki Klaipeda limanını Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan yoluyla Yunanistan’daki Selanik’e bağlamayı amaçlamaktadır. Bu ve diğer ulaşım koridorları NATO’nun kuzey güney ve diğer koridorlarla doğu hattı boyunca caydırıcılığını artırması için önemli görülmektedir. Moldova’daki iç hareketlenmeleri 3 Deniz Girişimi içinde değerlendirmek gerekir.
DEĞERLENDİRME
Moldova küçük, askeri olarak zayıf ve ekonomik olarak kırılgan olabilir. Ancak jeopolitik anlamda “yüksek kaldıraçlı” bir ülke haline gelmiştir. Çünkü, Ukrayna çatışmasının doğrudan uzantısı olabilir. Moldova, AB–NATO yayılmasının kapısı konumundadır. Rusya’nın Karadeniz’deki nüfuz alanı için son hendeklerden biridir. Bu yüzden Moldova, artık sadece kendi içindeki sorunlarla değil, büyük güçlerin hesaplarının kesişiminde “yeni Ukrayna mı olacak?” sorusunun yanıt arandığı bir jeopolitik laboratuvardır. Gagavuzya’nın geleceği, Türkiye’nin Batı sistemleri içindeki özgül ağırlığını ve Türk Dünyası içindeki öncülüğünü doğrudan etkileyebilir. Bu nedenle Türkiye için Gagavuzya, sadece bir diaspora ilgisi değil, stratejik sürekliliğin Batı ucundaki ilk sınav alanıdır. Bu çerçevede, Türkiye’nin Gagavuzya’daki somut adımları, dış politika araçları ve kriz refleksleri yalnızca sembolik değil, jeopolitik sonuçlar üretmeye adaydır. Sorulması gereken soru, Türkiye, Gagavuzya’da sadece bir azınlığı mı savunuyor? Yoksa Karadeniz’deki jeopolitik varlığını mı?’dır. Batı’nın gözünde revizyonist mi, yoksa dengeleyici mi olacaktır? Moldova’nın Batı çizgisine zorlandığı ve Gagavuzya ’nın özerk yapısının tehdit altına girdiği yeni jeopolitik düzlemde Türkiye, yalnızca kültürel bir koruyucu değil, aynı zamanda algı yöneten, kriz dengeleyen ve çok aktörlü diplomasi yürüten bir bölgesel güç olarak sınanıyor. Bu denklemde: Türkiye, askerî müdahale ile kültürel yumuşak güç arasında hassas bir çizgide ilerlemek zorunda. Romanya ve Rusya’nın farklı gerekçelerle aynı hedefe (Türkiye’nin etkisinin sınırlandırılması) yönelebileceği çok vektörlü bir baskı hattı oluşabilir. Batı sisteminde revizyonist olarak etiketlenmeden etkili olabilmek, Türkiye’nin diplomatik zekâsını ve çok kanallı strateji geliştirme kapasitesini test edecektir. Gagavuzya’da yaşanacak her kriz, Karadeniz’in güney cephesinde Türkiye’nin jeopolitik reflekslerini yeniden biçimlendirecektir. Ankara’nın Gagavuzya refleksi, sadece bir etnik dayanışma değil; Karadeniz’de tutunma iradesidir. Aynı zamanda, Türkiye’nin NATO içinde özerk konumunu sürdürebilme becerisinin sınavıdır. Diğer yandan ABD’nin Geniş Karadeniz Bölgesi ile Polonya’nın 3 Deniz Bölgesi yaklaşımı, Ukrayna ve Gürcistan politikaları jepolitik hedef ve tutum birliği içindedir. Türkiye büyük bir jeopolitik körlükle stratejik ortağı olduğu 3 Deniz Girişiminin, dolaylı yoldan Karadeniz üzerinde yaratacağı baskılara, dengesizliklere ve Montrö Sözleşmesinin sağladığı rejimin değişmemesine tarihte örneği sadece İkinci Dünya Savaşında yaşandığı kadar hassasiyet göstermelidir.
Cem Gürdeniz