İnsanlık tarihinin uzun yürüyüşü boyunca, kimi zaman öyle isimler çıkar ki, bir milletin kaderi onlarla yeniden yazılır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
Öngörüsüyle bir devleti küllerinden doğuran, milletine yalnız bir vatan değil, bir ufuk, bir istikamet armağan eden bu eşsiz lideri, aramızdan ayrılışının 87. yılında yine minnetle, şükranla ve derin bir saygıyla anıyoruz.
Hepsi bir araya gelerek onda benzersiz bir karakterin mayasını tuttu.
Selanik’ten Manastır’a, Harp Okulu’ndan Harp Akademisi’ne uzanan yolculuğu; yalnızca bir subayın değil, bir milletin gelecekteki kurtarıcısının ruhunu yoğuran bir ocaktı.
Asker olarak başlayan hayatı, bir ulusun kaderine yön veren devlet adamlığının kapılarını araladı.
Yirminci yüzyılın yetiştirdiği en büyük önderlerden biri olan Atatürk’ün en belirgin niteliklerinden biri, üstün komutanlık yeteneğidir.
Çanakkale’de, Trablusgarp’ta, Balkanlarda, Kafkasya’da, Filistin’de ve nihayet Anadolu’nun dört bir yanında icra ettiği görevler; onun savaş meydanlarında kazandığı deneyimlerin ve askeri dehasının en canlı kanıtlarıdır.
Savaşı yalnız bir çatışma olarak görmedi; Ordusunu yönetirken boş kahramanlıktan, hesapsız hamlelerden kaçındı.
Gerektiğinde geri çekilmeyi zaferin bir parçası sayacak kadar olgun, gerektiğinde ileri atılmayı kaderi değiştirecek kadar cesurdu.
Savaşların içinden gelen Mustafa Kemal, ordularını sevk ve idare ederken gerektiği yerde sabırla beklemiş, gerektiği yerde kararlı hamlelerle inisiyatifi ele almıştır.
Stratejiyi bir sanat, komutanlığı bir mesuliyet, askeri ise emaneti görmüştür.
Kayıpları azaltmayı, sonuç getirmeyecek çatışmalardan kaçınmayı, fakat zamanı geldiğinde kesin ve cesur kararlar almayı bilmiştir. Bu yönüyle, bir komutandan çok daha fazlası; askeri aklın ve stratejik sezginin vücut bulmuş halidir.
Gazilik unvanı ve mareşallik rütbesi kendisine verildiğinde, Sakarya’nın batısında Türk ordusu için yeni bir dönem başlıyordu.
O gün “Mehmetçikler’e…” başlığıyla gönderdiği mektupta söylediği şu sözler, onun askerine duyduğu sevginin ve insani inceliğinin tarih sayfalarındaki en özel örneklerinden biridir:
“Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir… Kanaatinle, imanınla, itaatinle, hiçbir korkunun yıldıramadığı, demir gibi kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için gönül borcumu ve teşekkürlerimi söylemeyi kendime en aziz borç bilirim.”
Atatürk’ün gerçek büyüklüğü, askeri başarılarının ötesinde; savaşın bittiği yerde çok daha kutsal bir görevin başladığını görebilmesindedir.
Zaferle taçlanan bir devrin ardından, yeni maceraların peşine düşmek yerine milletini barışın, aklın ve medeniyetin yolunda ilerletmeyi tercih etmiştir.
Savaşın acısını yakından tanıyan bir komutan olarak, “Savaş zaruri ve hayati olmadıkça bir cinayettir.” sözünde insanlığın özlemini, barışın değerini ve kendi vicdani duruşunu özetlemiştir.
Ona göre milletin hayatı tehlikeye girmedikçe savaşmanın anlamı yoktur; barış ise milletler için gerçek uygarlığın kapısıdır.
Bugün Atatürk’ün hayatı, düşünceleri ve eylemleri; siyasetçilerden düşünürlere, komutanlardan gençlere kadar her kesim için tükenmez bir ilham kaynağıdır.
Atatürk; gerçekçiliğiyle olduğu kadar idealizmiyle, cesaretiyle olduğu kadar sağduyusuyla, sarsılmaz inancıyla olduğu kadar insan sevgisiyle de dünyanın nadir gördüğü bir liderdir.
Türk Milleti’nin Atasına duyduğu saygı derin, sevgisi sonsuz ve bağlılığı koşulsuzdur.
Tarihimiz kahramanlarla doludur elbette; fakat Atatürk’ün gönüllerdeki yeri bambaşkadır.
Çünkü O, 19 Mayıs 1919’da milletinin başına geçerek tarihin en büyük kurtuluş mücadelesini başlatmış, yurdu kurtarmıştır. Cumhuriyet ile özdeşleştirdiği ulusunu çağdaş dünyanın onurlu bir üyesi haline getirmiştir.
Bugün bu ülkede soluyan her özgür nefeste, toprağımızın üzerinde yükselen her değerli eserde onun emeği, onun vizyonu, onun cesareti vardır.
Eşsiz kahraman Atatürk…
Vatan ve millet sana minnettardır. Türklerin daima kalbinde yaşayacaksın. Ruhun şad olsun.
Son sözse: Gerçek zafer kalpleri kazanmaktır.
İsmet Hergünşen



