Demokrasimizin neresindeyiz?

“Demokrasi” var olduğundan beri sadece ülkemizde değil, Batılı ülkeler dahil dünyanın hemen hemen her yerinde kamuoyunu meşgul eden bir kavramdır.

Ülkemiz birkaç yıl öncesine kadar bulunduğu coğrafyanın özelliklerinin ötesinde, Anayasa’da vaz edildiği şekilde demokratik, laik, sosyal ve hukuk devleti kimliğiyle Avrupa Birliği eşiğindeki en önemli ülkeydi.

Bir zamanlar sadece İslam Dünyası’nda değil, küresel denklemde demokrasiye geçiş süreçlerinde, “Türk Demokrasisi” rol model ülke olarak anılıyordu.

İtibarın artmasına olanak sağlayan bu sistem, Sovyetlerin çözülmesi ve Ortadoğu’daki Arap Baharı süreçlerine de yansımıştı.

Askeri yönetimin ardından demokratik sistemin bir çok unsuru yeniden inşa edilmiş olmasına rağmen, gelinen yeni durum siyaset ikliminde ciddi krizlere yol açmaktadır.

Tartışmanın odak noktası; yürürlüğe sokulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile uygulama alanı ve yöntemleridir.

Siyasal karar alma sürecinin yasama organından yürütme organına kaymasına neden olan bu sistemle; demokrasi kültürümüzde hiçte arzu edilmeyecek şekilde tahribat ve kırılmalar oldu.

Sosyal ve ekonomik katmanlarda yaşanan daralmalar, sancılı olan demokrasimizin daha sorunlu bir hal almasına, alınan her karar ve icraatın sorgulanmasına neden olmaktadır.

İyimserlik içinde olunsa bile; bulunulan coğrafyanın özellikleri ve etkilerimidir bilinmez ama, aktif siyasetteki çoğulculuk yetersizlikleri, laik ve hukuk devleti zemininde yıpranmalara zemin hazırlamıştır.

Yargı üzerine düşürülen gölgeler de, uluslararası itibara zarar verir hale geldi.

Oluşturulmaya çalışılan yeni algı da, radikal olmayan ancak ılımlı diye isimlendirilen siyasal islam zemininde yeni bir devlet yönetme arayışıdır.

Sosyo kültürel yapıda çözümü mümkün olmayan büyük tahribatlara yol açan inanç eksenli yönetimlerin, ülkeleri nasıl bir girdap içerisine soktuğunu görmek için geniş islam coğrafyasında yaşanan travmalara bakmak yeterlidir.

Din ve mezhep ayrılıkları nedeniyle insanların arasına ekilen nifak tohumları, o ülkelerde kan, gözyaşı, ölüm ve nefretten beslenen yeni kitleler türetmiştir.

Bağnazlıkların neden olduğu ve insanları dinden soğutan vahşetin hakim kılındığı kıyımlar ise bir utanç vesikasıdır.

Avrasya ülkelerinde “Renkli devrimler” de, iktidarların muhalefeti dışlama çabalarına bir çözüm getirmesine yeterlilik sağlamamıştır.

Demokratik manevra alanının kalmadığı oligarşik ve dinsel yönetim tarzını benimseyen bu ülkelerde gelinen yeni durum içe dönük yapılarıyla “Kırk katır mı, kırk satır mı?” anlayışıdır.

İnsan haklarından ve özgürleşmeden bahsetmenin çok zor olduğu bu ülkelerin, evrensel boyutta demokratik kazanımlara ne zaman kavuşacaklarını öngörmek imkansız olsa gerek.

Yine bu ülkelerde faaliyet alanı bulan sakıncalı eğilimlerin, ülkemiz tarafından dikkatle takip edilmesinde de yarar vardır.

İstikrarsızlıkların ve belirsizliklerin yaşandığı bölgelerin tam ortasında yer alan ülkemizin siyaset kültüründe, evrensel hukuk ve insan hakları açısından süratli bir değişime ihtiyaç duyulduğu bir hakikattir.

Türk demokrasisinin yeniden kurumsallaşmasının en birincil şartı; TBMM’nin dinamik ve saygınlık duyulan yapısının yeniden kazandırılmasıdır.

Böylece, yurttaşların daha aktif katılımı ve desteği sayesinde TBMM’nin  tekrar tekrar güven tazelemesi söz konusu olabilecektir.

Devletin saygınlığının önemli öğesi ve demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biri de, siyasal partilerin varlığı ve seçimlerde uygulanan barajdır.

Geniş katılımlı bir yönetim anlayışı, devletin temel kurumları ile yurttaşlar arasında köprü vazifesi sağlarken, barışı güçlendirme ise “hukuk devleti” varlığı ile oluşacaktır.

Türkiye, yürürlüğe girdiği andan itibaren yeni sistemle geçmişin parlamenter sistemi arasında bocalayıp durmaktadır.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına kısa bir zaman kala önümüzdeki aylarda gerçekleştirilecek seçimler, tartışmalara son mu verecek yoksa yeni krizlere yelken mi açılacak? Bekleyelim, görelim.

Son sözse; “Demokrasi, kültür meselesidir.”

 
İsmet Hergünşen