Tarihte, Osmanlı Rus savaşlarının jeopolitik perspektifteki temel ağırlığını, Ramonov’ların sıcak denizlere inme hedefi paralelinde, Türk Boğazlarına hakimiyet oluşturmuştur. 1770 yılında yaşanan Çeşme baskını sonrası Karadeniz’de 300 yıllık kesin Türk deniz egemenliğinin çözülme süreci başlamış, sonrasında Azak Denizi ve Kerç Boğazının kaybı Osmanlının Karadeniz egemenliğine indirilen ilk büyük darbe olmuştur. Karadeniz’in kıyılarında üs ve tersane kurarak, sert poyrazı arkasına alan Rus Donanması kısa sürede İstanbul Boğazı ağzına dayanacak jeostratejik bir avantaj elde etmiştir.
Osmanlı Denizgücü Gerilerken. Osmanlının kürekten, yani kadırgadan yelkene geçişte yaşadığı 100 yıllık gecikme, Karadeniz’deki Rus denizgücü üstünlüğünü, her geçen gün daha da büyüttü. Rusya’nın Büyük Petro sayesinde orta çağ artığı, geri kalmış çiftçi köylü bir toplumdan, denizci ve sanayileşmeye hazır bir topluma dönüşmesi, jeopolitik genişlemeyi de beraberinde getirdi. Ruslarla değişik zamanlarda 13 kez savaşıldı. Sanayi devrimine uzak kalan Osmanlı, 19 ve 20’nci yüzyıllarda Balkanlar ve Doğu sınırlarımızda üst üste Rus askeri gücü karşısında kayıplar verdi. Ne acıdır ki 93 harbinde (1877-78) Yeşilköy’e dayanan Rus ordularının payitahtı işgalini, II’nci Abdülhamit İngiliz Donanmasını yardıma çağırarak durdurabildi.
Devrim Sonrası Rus-Türk Yakınlaşması. Mustafa Kemal, 1917 Ekim devrimi sonrası dönüşen ve değişen anti emperyalist yeni Rusya ile karşılıklı çıkar ortaklığı çerçevesinde mükemmel ilişkiler kurdu. En yakın silah arkadaşı General Ali Fuat Cebesoy’u Moskova’ya Büyükelçi olarak atayarak, bu ülkeden deniz yolu üzerinden silah ve cephane teminini sağladı. Eğer bu tedarik ve destek olmasaydı Kurtuluş Savaşı olmazdı. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra Stalin ve Dışişleri Bakanı Molotov, Lenin-Atatürk döneminin jeopolitik yakınlaşmasını sürdürmedi. Bana göre söz konusu ikili, geleceğin Avrasya birliğine en büyük darbeyi Türk Boğazları üzerinde hak iddiası ile vurdular. İkinci Dünya Savaşı başında yaşanan bu durum, İnönü yönetimini Lozan’dan 16 yıl sonra tekrar İngiltere ve Fransa’nın, yani eski cellatlarının kucağına itti. Bu durum 1945-46 Sovyet notaları ile daha da kötüleşti. Bu kez Türkiye ABD’nin kucağına savruldu. 1953 yılında iktidara gelen Kruşcev her ne kadar eski dönemin Türk Boğazları üzerindeki tüm taleplerini reddettiyse de çok geç kalınmıştı. ABD çıkan fırsatı sonuna kadar kullandı. Bugün son 60 yılda Avrupa Atlantik yapı ve NATO’ya iliştirilen ülkemizin durumu ortadadır.
Soğuk Savaş Dönemi Dengeleri. Cumhuriyetin jeopolitik aklı, NATO üyeliğine ve ABD’nin dayatmalarına rağmen Sovyetler Birliğini Karadeniz’de hiç bir zaman kışkırtmadı. Aksine temkinli ve dengeli bir strateji izleyerek, Karadeniz’de NATO-Varşova Paktı arasında bir deniz silahlanma yarışını tetiklemedi. Türkiye, 1952-1989 arasında Karadeniz’de bir NATO tatbikatı yapılmasına dahi izin vermedi. Montreux Sözleşmesini ev sahibi devlet olarak titizlikle uyguladı ve güvenilir arabulucu statüsünü güçlendirdi. Sovyetler Birliği, gerek Montreux Sözleşmesinin Karadeniz’e savaş gemilerinin kontrolsüz bir şekilde çıkışını kısıtlayan hükümlerine güvenerek, gerekse Türkiye’nin NATO’yu frenleyen tutumunu da dikkate alarak Karadeniz’de bir karmaşa ve dengesizlik yaratacak kuvvet yapısı oluşturmadı. Ağırlığı Kuzey Denizi Filosu ile Pasifik Filosuna verdi. Öyle ki Karadeniz’de Sovyet Donanması soğuk savaşın sonlarına doğru bırakalım nükleer denizaltıları, çok az sayıda dizel elektrikli denizaltı (SSK) tuttu. Bunlar da araştırma geliştirme faaliyetlerinde kullanılan tipte denizaltılardı. Soğuk Savaş sonrası o kadar hızlı küçüldüler ki, Karadeniz Donanmasında 90’lı yılların sonuna doğru harbe hazır büyük tonajlı savaş gemisi sayısı dördü geçmiyordu.
Türk Deniz Kuvvetlerinin Öncü Rolü. Soğuk Savaş sonrası Karadeniz’de tüm sahildarların Deniz Kuvvetleri arasında Türk Donanması liderliğinde tam bir işbirliği ve karşılıklı dayanışma ortamı yaratıldı. 2000 yılından itibaren denizde güven ve güvenlik artırıcı işbirliği projeleri birbirini izledi. Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR), Karadeniz Uyumu Harekatı (Blacksea Harmony), Karadeniz Sahil Güvenlik ve Sınır Güvenlik İşbirliği Forumu (BSCF), Karadeniz’de Deniz Kuvvetleri alanında Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler (CSBM in the Naval Field) öne çıkan girişimler oldu. Bu girişimlerin Deniz Kuvvetlerindeki fikir babaları ve uygulayıcılarının hemen hemen hepsinin, hükümetin desteğinde, ABD güdümündeki F tipi örgüt tarafından kumpas davalar sonucu tasfiye edildiğini ve hapse atıldıklarını ekleyelim.
Rusya’nın Yeniden Silahlanması. 2008 yılında ABD’nin kışkırttığı Gürcistan’ın Güney Osetya hamlesine kadar Rusya Federasyonu Karadeniz’de deniz silahlanma dengesini bozacak ya da ciddi bir asimetri yaratacak girişimde bulunmadı. ABD’nin bu kışkırtması sonrası Rusya, bir adedi Karadeniz’de kullanılmak üzere Fransa’dan 4 adet Mistral sınıfı Doklu Çıkarma Gemisi (LPD) tedarik projesini başlattı. Bu proje Rusya’nın diğer bir ABD-AB kışkırtması olan Kiev olayları sonucunda Kırım’ı ilhak etmesi üzerine geçen sonbaharda iptal edildi. Kırım sonrası NATO’nun Rusya’yı düşman statüsüne alması ve düşmanca niyetten, düşmanca hareket seçeneklerine yönelmesi sonucunda Rusya askeri gücünü her alanda güçlendirme kararı aldı. Bu gelişmenin Türkiye’yi ilgilendiren en önemli veçhesi şüphesiz Karadeniz Donanmasının güçlendirilme kararıdır.
Avrupa-Atlantik Yapının Türkiye’ye Ödülü. Önümüzdeki 5 yılda Karadeniz Donanmasına 2,4 milyar dolar bütçe ayıran Hükümet, donanmayı kısa dönemde modern firkateynler (Amiral Grigrovich sınıfı) ve hepsinden önemlisi iki gelişmiş Kilo (Varshavyanka) sınıfı dizel elektrikli denizaltı ile takviye edecek. 4000 tonluk bu sınıf denizaltılara, dünyanın en sessizleri olmaları nedeniyle NATO, ‘kara delik’ ismini taktı. 2020 yılına kadar ayrıca iki karakol gemisi ve altı yardımcı destek gemisi Karadeniz Donanmasına katılacak. Kimsenin şüphesi olmasın, eğer Avrupa Atlantik yapının Osetya ve Ukrayna kışkırtmaları olmasaydı, Karadeniz’de Rus Donanmasının başta yeni denizaltılar olmak üzere yeni hamleleri söz konusu olmayacaktı. Bu gemiler muhtemelen, küresel jeopolitiğin yeni çekim merkezi Pasifik’te konuşlandırılacaktı. Şimdi değişen yeni kuvvet dengeleri nedeniyle Romanya ve Bulgaristan başta denizaltı savunma (DSH) sistemleri olmak üzere, yeni gemi ve silah tedariklerine başlayacak, Türk Deniz Kuvvetleri soğuk savaş döneminde bile karşı karşıya kalmadığı yeni silahlanma dalgasından şüphesiz etkilenecektir. Suriye ve Irak sınırlarından sonra ABD ve AB kışkırtmaları sonucu kuzeyimizde de yeni dengesizliklerin başlaması, şüphesiz NATO ittifakının ve ait olduğumuz Avrupa-Atlantik yapının bölgemize ve Türkiye’ye armağanıdır. Demeritokrasi ve cahiliyetin hüküm sürdüğü yeni Türkiye döneminde Tanrı beterinden korusun.
Cem Gürdeniz