27 Haziran 2021 tarihli Mavi Vatan köşesindeki yazımda E. Büyükelçi Sayın Fatih Ceylan’ın 21 Haziran 2021 tarihinde, Ankara Politikalar Merkezi’nde yayınladığı, “Sadece mavi vatan üzerinden mi seyrüsefere çıkacağız? Yeşil, gök ve gri vatanlar nerede?” başlıklı yazıya kısa bir karşı değerlendirme yapmıştım. Bu yazı ile ilgili olarak bana e-posta ile erişen ve Sayın Ceylan’ın makalesine görüş üreten Y kuşağı iki genç doktora öğrencisi Deniz Güler ve Ersin Elikoğlu’nun makalelerinden Deniz Güler’in yazısını aşağıda sunuyorum.
Saygıdeğer Ekselansları Ceylan,
Lütfen aşağıda getireceğim eleştirileri, genç bir akademisyen kardeşinizin hatırlatmaları ve tavsiyeleri olarak değerlendiriniz. Kaleme aldığınız metinde, defaatle arasam da “Mavi Vatan” doktrinine yönelttiğiniz herhangi bir eleştiri bulamadım. Esasen ziyadesiyle eleştiri vardı fakat tamamına yakını “Mavi Vatan” doktrinini ortaya atan, savunan düşünürler ve destekleyen kuvvet üzerineydi. Buna bilimin etiğinde Latince Ad Hominem (Circumstantial Ad Hominem) denmektedir; yani fikre dair eleştiriler getirmek yerine, fikri gölgeleyerek yazarın ve destekleyenlerin üzerine eleştiri getirerek karşı argüman geliştirmektir. Fikri ortaya atanları “kuvvet milliyetçiliği yapmak” gibi oksimoron bir ifadeyle etiketlemiş ve toptancı olmakla itham etmişsiniz, hatta kurmaylık yeteneklerini dahi eleştirmişsiniz. Oysaki ne Mavi Vatan doktrinini ortaya atan Amiral Cem Gürdeniz ne de sizin tabirinizle “Mavi Vatan Savunucuları” diplomatlarımızın siyasi duruşlarına veya şahıslarına yönelik bir eleştiri getirmişti. Genellikle Hariciyenin 2000 sonrası performansına eleştiri getirilmekteydi. Sanıyorum ki Ekselansları, Mavi Vatan doktrinini ortaya atan Amiral Cem Gürdeniz’in, fikri teorize ettiği “Hedefteki Donanma (2013)” ve “Mavi Uygarlık Türkiye Denizcileşmelidir (2015)” kitaplarının kapaklarını dahi açmamışsınız ya da toplumsal karşı eleştiriden kaçınmak için Mavi Vatan doktrinini donanma yapılanması, kuvvet yönetişimi ve planlamasına indirgeyerek eleştiri getirmeye çabalamışsınız.
Uzun seneler Hariciye kurumumuzda şerefli hizmetler verdiniz, genç bir kardeşiniz olarak kıvanç duyuyorum. Dışişleri kurumumuza gösterdiğiniz vefa ve aidiyet sanıyorum ki getirilen eleştirilere hassasiyet göstermenize neden olmuş. Yüreğinizi ferah tutunuz, zira Hariciyenin de Türk Gençlerinin methiyelerle ve gururla anacağı diplomatik başarıları ve vatanperverlikleri vardır. Ancak bu başka bahsin konusudur. Mavi Vatan doktriniyle ilgili olarak metninizin bazı kritik ve yapısal düzeltmelere ihtiyaç duyduğunu görüyorum.
Öncelikle Mavi Vatan doktrini; Türkiye’nin, denizci devletler tarafından karaya hapsedilmesine, yani akademik ifadeyle deniz jeopolitiğinden koparılmasına yönelik uygulanan jeopolitik baskıya verilen teorik ve pratik bir cevaptır. 2006 yılında Amiral Cem Gürdeniz “Mavi Vatan” kavramını ifade ettiğinde, buradaki gaye; ulusal kamuoyundaki deniz farkındalığını arttırmak, Türk Gençlerinin odağını denizlere çekebilmek ve toplumun (Anglosakson akademisyenlerin deyişiyle) “deniz körlüğüne (sea blindness)” dikkat çekmekti. Mavi Vatan’ın doktrine edilmesi ise Amiral Cem Gürdeniz’in “Mavi Uygarlık Türkiye Denizcileşmelidir” kitabında gerçekleşmiştir. Cem Amiral, Mavi Vatan fikrini “denizcileşmek” kavramında temellendirmektedir. Denizcileşme kavramından anlamamız gereken, kıtasal jeopolitik algılamanın hegemonyasından kurtulup, denizci bir ulus meydana getirmektir.
Denizcileşme kavramı, Türkiye’yi deniz gücü haline getirmeyi amaçlamaktadır; ülkenin denizcilik gücüne katkı sunacak bileşenlerin geliştirilmesini vizyon edinmektedir; ülkenin refahını ve güvenliğini arttırmak amacıyla denizin ve suyun öncelikli ve yoğunluklu olarak kullanılması gerektiğini vurgulamaktadır. Metotlar ve örnek modeller ile ilgili detayları kitabından edinebilirsiniz. Mavi Vatan’ı askeri bir doktrin olarak görüyorsanız, haylice hatalı bir okuma yaptığınız anlaşılır. Mavi Vatan üç sacayağı üzerinde duran bir deniz doktrinidir; bunlar jeopolitik, jeoekonomi ve jeokültür’dür.
Jeopolitik açıdan Türkiye, denizci devletler ve kıtasal devletler arasındaki jeopolitik mücadelede tampon bölgede kıtasal (yani karasal) vizyonunu terk etmelidir. Çevresel determinist bir yaklaşımla coğrafyasının gereği olan denizlere yönelişi başlatmalıdır. Klasik jeopolitik teorilerin tamamı aynı temel üzerinde durmaktadır, farklı kavramlar ve yaklaşımlarla inşa edilseler de aynı sorunu tanımlamaktadırlar. Denizci devletler, denizin ulaştırma yetenekleri, erişim imkanları ve zenginliği üzerinden üstünlük geliştirirler ve bu jeopolitik avantajlarını kaybetmek istemezler. Dolayısıyla denizci devletler, kıtasal devletlerin denizlere erişimini engelleme refleksi göstermektedirler. Tarih bu fikri iki büyük dünya savaşında birçok farklı cephede örneklendirmektedir ve keza farklı araçlar ve yöntemlerle Soğuk Savaş yılları da böyle süregelmiştir.
Türkiye İkinci Dünya Savaşı’ndan beri kıtaya doğru itilmektedir; bu durum Soğuk Savaş yıllarında Türk Boğazlarına kurulan siyasi baskılarda, Kıbrıs ve Ege krizlerinde görülmektedir. Hatırlayınız, Türkiye Soğuk Savaş yıllarında kendi müttefikleri tarafından ambargoya tabi kılınmıştır, bugün de keza F-35 krizinde olduğu gibi stratejik müttefiklerinin yaptırımlarına maruz kalmaktadır. 2000 sonrasında ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin kıyıdaşlarla akdettiği tek taraflı deniz yetki alanları anlaşmalarında, Seville Haritasında, Kumpas Davalarıyla Cumhuriyet Donanması’nın emir-komuta yapısının paralize edilmesinde, GKRY’nin 2007, 2012, 2017 yıllarında başına buyruk şekilde ve Bona Fide ilkeleriyle bağdaşmayacak oldubittilerle ihaleye çıkardığı petrol ve gaz arama ruhsat sahalarında, Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye “karşı koalisyon oluşturmak” amacıyla desteklenen EastMed Projesi’nde ve Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda defalarca deneyimlenmiştir.
Türkiye ne vakit denizlere yönelmeye gayret etse stratejik müttefiklerinden ne siyasi ne de askeri destek alamamıştır. Dolayısıyla, Mavi Vatan doktrini özünde Türkiye’nin deniz hak ve çıkarlarının korunması, “Kenar Kuşak” jeopolitik davranış kodlarının, güvenlik algılamalarının değiştirilmesi ve denizlere yönelimin gerektiğini salık vermektedir. Jeopolitik olarak üç çıkar alanını tarif etmektedir; 1936 Montrö Boğazlar Konvansiyonu ve Karadeniz güvenlik dengesinin (deniz gücü dengesi de buna dâhildir) muhafaza edilmesi; Mavi Vatan’ın deniz yetki alanlarının ilan edilmesi ve savunulması ve son olarak Ada’da iki devletli çözümü baz alarak Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız ve egemen statüsünün desteklenmesi ve de korunmasıdır. Bunların yanında, güneyde 36. kuzey enleminin güneyindeki “başarısız devletler (failedstates)” kuşağında terör öbeklerinin birleştirilerek ve ABD’nin klasik ulus inşası (nation-building) yaklaşımıyla denize erişim sağlayan bir devletin oluşumunun engellenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. 2003 Seville Haritasının Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne hapsettiğini ve tabiatıyla reddedilmesi gerektiğini savunmaktadır. Mavi Vatan doktrini, yukarıda ifade edilen jeopolitik çıkar alanlarının hiçbirinde askeri çözümleri önceliklendirmemekte ve dayatmamaktadır, bilakis yıllardır çevre coğrafyalarda yaratıcı ve özgün çözüm metotlarının bulunamamasını eleştirmektedir.
Jeoekonomik açıdan Mavi Vatan doktrini, Türkiye’nin küresel denizcilik ekonomisinin dört payandası olan “deniz ve okyanus politikaları”, “deniz ticaret politikaları”, “denizden enerji elde etme politikaları” ve “deniz ulaştırma politikaları” geliştirmenin ekonomik kalkınma hedefleri arasında yer alması gerektiğini iddia etmektedir. Zira modern denizcilik politikalarının çekirdeğinde üret-dağıt sistemi kurmak vardır. Mavi Vatan doktrini, Mavi Ekonominin deniz ticaret filoları, gemi işletmeciliği, liman inşası ve işletmeciliği, tersaneler (gemi inşa sanayi ve gemilerde kullanılan mühendislik dallarının tamamını içerecek şekilde), offshore hizmetler, deniz yolcu taşımacılığı (Mavi Turlar), denizaltı enformatik sistemleri (okyanus tabanı fiber kablolar vb…), su kültürü, deniz tarımı/deniz çiftliği, su ürünleri yetiştiriciliği ve balıkçılık faaliyetleri, deniz dibi madenciliği (metalürji, jeoloji, oşinografi, hidrografi ve sismoloji de dâhil olmak üzere), deniz turizmi, marinacılık ve yatçılık, deniz arkeolojisi, deniz ticaret hukuku şirketleri, gemi brokerliği, Forwarder işletmeciliği, deniz eğitim ve öğretim faaliyetleri ve dahi kurumları, deniz çevreciliği, destek sektörleri (arama-kurtarma, acentecilik, kılavuzluk hizmetleri, seyir-iletişim kolaylığı, gemi trafik hizmetleri, deniz meteorolojisi vb…), kültürel ve sportif faaliyetleri (su sporları, müzecilik vb…) gibi alanların tümünü kapsayacak şekilde bütünleştirici ve çağdaş bir yaklaşımla, Anadolu’nun yarımada morfolojisinden faydalanarak jeoekonomik politikaların inşa edilmesini savunur.
Jeokültürel olarak Mavi Vatan doktrinine göre, tüm bu denizel politikaların oluşturulabilmesi, muasır seviyeye erişmesi ve eşgüdümle uygulanabilmesi için denizel bir kurumsallaşmanın ortaya çıkarılmasının gerekliliği vurgulamaktadır. Denizel kurumsallaşma, devletin ve halkın denizcileşmesi olarak ikiye ayrılmaktadır. Modern Ulus-Devlet teorilerinde olduğu gibi, uluslaşma hareketi ancak devletlerin inisiyatifinden doğmaktadır. Ulusun denizcileşmesi devletin denizcileşmesine bağlıdır. Mavi Vatan doktrini, devletin denizcileştirilmesi için Denizcilik Bakanlığı’nın teşkil edilmesini savunur. Böylelikle Türkiye’de denizciliğe yönelik konular, onlarca farklı kurumun sorumluluğundan kurtarıp tek bir kurumsal hiyerarşiye devredilecektir. Devlet, Şirket ve Sivil Toplum Örgütleri üçgeni halkı denizcileştirecek; deniz körlüğüyle baş edilmesini kolaylaştıracak, denizel farkındalığı yükseltecek ve akademinin dikkatini denizlere çekebilecek en sağlam yöntemi sunacaktadır.
Metninizin bir kısmını Soğuk Savaş dönemi ve sonrasındaki askeri planlamalara, uygulamalara ve düzenlemelere ayırmışsınız. Haklı olarak üyesi olduğumuz NATO’nun doktrinlerinden dem vurmuşsunuz lakin hatırlatmak isterim; NATO da Siyasi Coğrafyacı Mackinder’ın “Midland Ocean” kavramsallaştırmasından doğan bir ittifaktır ve güvenlik algılamaları “Midland Ocean” bölgesini (yani Kuzey Atlantik) önceliklendirmek ve dünyanın en büyük adasından herhangi bir gücün denizlere inmesine mani olmak zorundadır. Kuzey Atlantik ülkelerinin tehdit algılamalarıyla, kıtalar arasında bir intermarium(denizlerin arasında) olan Anadolu’nun tehdit algılamalarının aynı olmasını beklemek takdir edersiniz ki afakidir ve tutarsızdır. Sorunun biraz da bu noktada aranması gerekmektedir.
Saygılarımla.Deniz GÜLER
CEM GÜRDENİZ