ADALETİ HAK İLE YERİNE GETİRMEK

“Yine Bizim oluşturduklarımızdan hakka kılavuzluk eden ve onunla adaleti uygulayan bir millet vardır.” (A’raf/ 181)

Bu ayet, akıllarını kullanmayanların düştükleri durumun anlatıldığı A’raf/ 179. ayetin devamı mahiyetindedir. Bu ayetle, hayvandan daha sapkın duruma düşebilen insanoğlu içinde akıllarını kullanan değerli kişilerin de var olduğu bildirilmektedir.

A’raf/ 181. ayetten, Rabbimizin dünyayı hakka davet eden, kılavuzluk yapan insanlardan hiçbir zaman boş bırakmayacağı, Allah’ın doğru yoluna kılavuzluk eden birilerinin bu dünyada her zaman bulunacağı anlaşılmaktadır. Hatırlanacak olursa A’raf/ 159. ayette İsrailoğulları içinde de hakka kılavuzluk edenlerin bulunacağı bildirilmişti.[1]

Yüce Allah A’raf/ 179. ayetin sonunda yer alan “işte asıl gafiller onlardır” ifadesindeki gafillerin aksinin bulunduğunu bu ayette ifade etmektedir. Yüce Allah demek istiyor ki, insanların tamamı gaflette değildir. Aklını selimleştiren aklıselim sahibi birey ve toplumların akla, bilime, hakka, adalete önem verip işleri bunlara göre gerçekleştirenler de vardır. Aklıselimiyle düşünüp yaşayan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getirenlerin cennete gideceği bu ayette açıklamaktadır.

1.Beklenen Toplum

“Oluşturduklarımızdan öyle bir millet (ümmetün) var ki…”

Buradaki ümmet sözcüğünü“grup, millet” anlamına alabiliriz, ama bu grup karmaşık bir grubu anlatmıyor, inancı ve aynı değerleri paylaşan insanları kapsamına alıyor. Bu grubun aynı vatanda, aynı bayrak altında yaşaması şart değildir. Bu insanlar dünyanın her yerinde olabilir. Bütün çağlarda yaşayan ve bütün toplumlarda bulunan, Allah’ın mesajlarını aklen kabul eden, aklını selimleştirerek basiret ve can kulağını kullanan, mutlak gerçeğin Allah olduğuna inanan ve O’na en güzel adlarının dışında isim uydurmayan gruba işaret etmektedir. Allah’ın mesajlarına göre yaşamını düzenleyen her insanı bu kavram kucaklamaktadır.

Bu ayetteki ümmet sözcüğüyle A‘râf/159. ayetinde geçen ümmet sözcüğü, özellikleri açısından az da olsa farklılık göstermektedir: “Musa’nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır.”

Görüldüğü gibi bu ayette aynı görevi yapan, Hz. Musa’nın kavminden böyle bir grubun olduğu gündeme getirilirken, A‘râf/181’de anılan ümmet sözcüğü ile bütün insanlık için ve bütün çağlar için olan ve olacak olan grup kastedilmektedir.”

Yüce Allah, “oluşturduk” derken, “yetiştirdik” anlamını kastetmiştir. Çünkü bu “oluşturma”, maddî anlamda biyolojik yaratma değil, “yetiştirmek, terbiye etmek ve eğitmek” anlamındaki “vahiyle zihinsel oluşturmayı” ifade etmektedir. Bu sözcüğün anlamını, Hz. İbrahim’in Bakara/129’da[2] yer alan yaptığı duada kullandığı, “gönder” ve “yetiştir” anlamına gelen be’ase sözcüğü vermektedir.[3] Zaten Allah Âl-i İmran/ 101’de[4] böyle bir grubun olmasını ve yetiştirilmesini, insanlardan ve Müslümanlardan istemişti. Verdiği bu buyruğun bizzat kendisi daha önce İsrail oğullarında yerine getirilmiş (A’raf/ 159), daha sonra da bütün insanlık için Müslümanların arasından yetiştirmişti (A’raf/ 181)

2.Özlenen Toplumun İki Rahmani Özelliği:

Hakka İletmek ve Adaleti Hak İle Gerçekleştirmek

“(Bu toplum insanlığı) Hakka iletir ve adaleti hak ile yerine getirir”

A’raf/ 181’in bu bölümünde bu milletin, yani grubun iki önemli özelliği açıklanmaktadır:

(a) “Doğrulukla hak yoluna çağırırlar.”

Bu grup bütün insanlığa, hak ile yani doğruluk üzere kılavuzluk ederler. Onların kılavuzluğu,doğru yola hak ile çağırmak şeklinde ortaya çıkmaktadır. Onlar, insanlığa “hakk”ı kazandırmak, yaymak, yaşamlarına sokmak, hakkı yaşatmak ve doğru yolu onunla örmek için gayret gösterirler. Bu grup, öncelikle hakta ittifak etmiş olup(A‘râf 179’da anlatılan gafil kişilerin aksine), hakkı anlamış, gerçeği kavramış, basiretle görmüş ve can kulağı ile onu İlâhî mesajdan almıştır.

(b) “Hak ile adalet yaparlar.”

Onlar, insanlığa hak ile adalet yapmayı öğretir; insanlara hak ile adaleti uygularlar. Adalet konusunda daima hakkı göz önünde bulundururlar. İnsanların problemlerini çözerken, hakkı ölçü olarak alırlar. Hukukî konularda, siyasette, ekonomide ve her konuda hakkı ölçü alıp adalet üzere gerçekleştirirler.

Bu özelliklere, Bakara/143de[5] de yer verilmektedir. Bu millete Allah “vasat ümmet”, “mutedil millet” ve “orta yolu tutan millet” sıfatlarını vermektedir. Bu milletin özelliği, insanlığa şahit olmaktır. Şahit,“hem örnek olmak hem de problemleri adaletle çözmek” anlamına gelmektedir. Bakara/ 143’deki “vasat ümmet” kavramı, “hak ile doğru yolu gösteren ve hak ile adalet yapan” şeklinde A‘râf/181’de açıklandığını görmekteyiz. Bunu gerçekleştirmek için de A’raf/ 179’de geçen cehennemliklerin aksine, İlâhî mesaja akılla yaklaşıp anlamak, basiretle hakikati görmek ve İlâhî mesajı can kulağı ile dinlemek gerekiyor.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Yüce Allah, Hz. Muhammed’in ümmetine büyük bir sorumluluk yüklemektedir. İnsanlığı hak ile doğru yola çağırmak, hak ile adaleti onlara uygulamak ağır bir sorumluluktur. Öncelikle

– Hakkın oluşturduğu doğru yolun eğitimi verilecek,

-Onun bilgisi insanlara kazandırılacak ve

-Onlar hakkın oluşturduğu doğru yolun bilincini kazanacaklardır.

*Onlar da bu yolu hukukta, siyasette, ekonomide, ticarette ve aile yaşamında uygulayacaklardır. Hak ile adaletin nasıl olacağını öğretecekler, bunu vicdanlara yerleştirecekler, sonra da hayata, özellikle hukuk ve sosyal yaşama yansıtacaklardır. Hz. Muhammed’in ümmeti bu sorumluluğun altındadır.

Hz. Muhammed, aldığı İlâhî mesaj gereği böyle bir ümmet, grup, millet yetiştirdi ve bunu insanlığa hediye etti. Nesilden nesile bu insanların yetiştirilmesi ve aktarılması kesintiye uğratılmamalıdır. Aksi takdirde insanlık, hakkı, doğru yolu ve adaleti kaybedecektir. “Hak ile doğru yola çağıran, hak ile adalet yapan” grup, bütün insanlığın sosyal yaşamının bağışıklık sistemini oluşturmaktadır. Her vücudun biyolojik olarak bağışıklık sistemi olduğu gibi, insanlığın da sosyal bağışıklık sistemi vardır. Bu sistemi ayakta tutan bu grup olacaktır.[6]

3.Doğru Yola Hak İle Ulaştıracak Ve Hakİle Adaleti Gerçekleştirecek Olanların Bilmesi Gerekenler

Allah’ın Ayetlerini Yalanlamanın Nedeni Düşüncesizliktir

“Ve onlar arkadaşlarında hiçbir deliliğin /cinlenmişliğin bulunmadığını düşünmediler mi? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.”(A’raf/ 184)

A’raf/ 182’deki yalanlamanın nedeninin A’raf/184’de “düşüncesizlik” olduğuna dikkat çekilmektedir. Onun için ayette “düşünmüyorlar mı?” sorusuna yer verilmiştir. Ayette geçen “tefekkür” denen derinlemesine ve sonuca varan düşünce, selim aklın zihinsel eylemidir.

“Tefekkür”ün diğer bir çıkarımı da Hz. Muhammed’in deli olmadığının anlaşılmasıdır. Allah neden elçileri aynı toplumdan seçip gönderiyor?

Kendi çocukluğunu, gençliğini aralarında geçirmiş olması elçiyi bilinir hale getiriyor ve onların arkadaşı oluyor. Tüm yaşamını bildikleri birinin olması, onu bilinir hale getiriyor. Hayatını bildikleri birinin elçilik iddiasında bulunması, ona deli demelerini önlemektedir. Onun için A’raf/ 184. ayetinde sâhıbihim /arkadaşları sözcüğüne yer verilmiştir. Allah Elçisinin aynı toplumdan seçilmesi, ona deli demelerini önlemeliydi. Elçiye deli diyecek kadar ağır tepki gösterenlerin, ayetleri yalanlamaları kendiliğinden gerçekleşmiştir. Çünkü delinin sözleri gerçek değil, tam aksine deli saçmaları olacaktır.Bütün bu, ayetleri yalanlama ve Allah’ın Elçisine deli demenin nedeni, aklıselimin basiretle oluşturacağı düşüncenin yokluğudur. Hz. Nuh ve Hz. Musa dâhil önceki Allah Elçilerinin ve Son Allah Elçisi Saygıdeğer Muhammed’in de deli olmadığı /olamayacağı Kur’an’da birçok ayette açıklanmaktadır.[7]

Peki Son Allah Elçisi Muhammed’in (a.s) görevi nedir?

“O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.”

4.Üç Konu Üzerinde Düşünmek Gerekiyor

“Ve onlar göklerin ve yerin mülkiyeti ve yönetimine, Allah’ın oluşturmuş olduğu herhangi bir şeye ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimaline hiç bakmadılar mı düşünmediler mi? Artık bundan sonra başka hangi söze inanacaklar?” (A’raf/ 185)

A’raf/ 185’de geçen “e-ve-lem yanzurû /bakmıyorlar mı?” ifadesini, “düşünmüyorlar mı?” şeklinde dilimize çevirmek de mümkündür. Bu ayette üç şey üzerinde düşünülmesi istenmektedir:

a-) “Göklerin ve yerin mülkiyeti ve yönetimi(melekût)…”

“Hükümranlık” diye dilimize çevirdiğimiz sözcüğü Allah, melekût olarak belirlemiştir. Göklerin ve yerin idaresinin nasıl yürütüldüğünü görmek ve orada işleyen kanunların anlaşılabilmesi için İlâhî hükümranlığa bakılması gerektiği vurgulanmaktadır.

En‘âm/ 75’de Hz. İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunun, hükümranlığının ve kanunlarının gösterildiği açıklanmaktadır. Yüce Allah Hz. İbrahim’e neden göklerin ve yerin melekûtunu gösterip, Hz. Muhammet dönemindeki insanlardan göklerin ve yerin melekûtu üzerinde düşünmesini istemektedir?

Bu sorunun cevabı, En‘âm/75’de şöyle vermektedir:

“Kesin iman edenlerden olması için!”

Demek ki göklerin ve yerin melekûtu, hükümranlığı ve kanunları üzerinde düşünmek, insanları kesin imana götürecek olan bir yoldur ve bu yol, düşünceden imana geçişi gerçekleştirmektedir. Tabiat kitabı üzerinde düşünmek, insanı kesin imana sahip kılacaktır.

Bu düşünce, Müminûn/88’e göre, her şeyin hükümranlığının kimin gücünde olduğunu bulacak, anlayacak ve anladığı gerçeği öğretecektir. Bu düşünce, Yâsîn/83’e göre, Allah’ın şanının yüce olduğunu ve herkesin O’na döneceği inancını aşılayacaktır. Göklerin ve yerin kanunları ile hükümranlığı üzerinde düşünmek, bir tür okulu andırmaktadır.

b-) “Allah’ın yarattığı her şey…”

Bu ifadeyle Yüce Allah, her şey üzerinde düşünülmesini istemektedir. Allah’ın yarattığı her şeyden kasıtla, mikroptan, hücreden, en küçük can¬lıdan en büyüğüne varıncaya kadar bütün canlılar üzerinde düşünmek, onları araştırmak, onlardaki esrarengiz var oluşun yapısını anlayıp Allah’ın kudretini kavramak ve O’nun eşsiz olduğunu düşünüp tevhit inancına varmak hedeflenmektedir. Yaratıklar dünyasının hangi özelliğinden nelere varacağız ve hangi davranışları sergileyeceğiz? Bu sorunun cevabını Zâriyât/47-51. ayetleriyle vermek mümkündür.

* Öncelikle göğün, sonra yerin, daha sonra da oradaki varlıkların yaratıldığı yasasını yakalamak gerekiyor. “Göğü gücümüzle biz kurduk; şüphesiz biz onu genişletmekteyiz” (Zâriyât/47). Gök de bir yaratıktır. Orada Allah’ın kudretini göreceğiz ve göğün genişleme özelliğini yakalayacağız. Günümüzde “evrenin genişlemesi” anlayışının müjdesini veren bu ayet, düşünceye kılavuzluk etmektedir.

* “Yeryüzünü biz döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz” (Zâriyât/ 48). Yüce Allah yeryüzünde canlıları yaratmadan önce, onların yaşayabileceği bir fizikî çevre hazırlamış ve buna “döşemek” anlamını vermiştir. Canlı organizmaların en küçüğünden en büyüğüne kadar, yaşamlarını sürdürecek ve bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir ortamın hazırlanması gerçekten büyük bir kudretin varlığına delil oluşturmaktadır. Hayatın olmazsa olmazını oluşturan su, hava ve gıdaların oluşturduğu bu müthiş sofranın üzerinde düşünülmesi, gerçekten çok önemli; önemli olduğu kadar da insanın erdemini yücelticidir.

* “Her şeyden çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız” (Zâriyât/49). Varlıklar dünyasının “çift”, yani karşıtı olan varlıklar sistemi üzerine kurulduğu konusu üzerinde düşünülmesi istenmektedir. Allah’ın yarattıklarını gözlerken ve onlar üzerinde düşünürken, onların çift oluşu sistemini yakalamak gerekiyor.

Şimdi bu ayetlerde Yüce Allah’ın insanın önüne büyük bir ödev koyduğunu görüyoruz. Bu ödev, yaratıklar hakkındaki kanunları yaka¬lama ödevidir. Ödevin yapılacağı basamaklar da verilmektedir. Semavî/göksel ve arzî /yersel araştırmalarla, ayrıca organizmalarda çiftli sistemin araştırılmasıyla İlâhî kudreti anlama ve düşünme konu üzerinde yoğunlaştırılarak tevhit inancı yakalanmaktadır.

Bu inancın davranışa yansıması ne olacaktır?

Bu sorunun cevabını Zâriyât/50. ayeti vermektedir:

“O halde Allah’a koşunuz. Çünkü ben, size O’nun katından açık bir uyarıcıyım.” Kâinatta olan bütün olgulardan hareketle, Allah’ın varlığını ve birliğini anlayınca, şirkten ve bütün kötülüklerden sıyrılıp Allah’a koşmak ve O’na sığınmak, yapılacak en iyi eylemdir. Zâriyât/51. ayeti de Allah’a şirk koşulmamasını hükme bağlamaktadır.

Demek ki Allah’ın yarattığı her şeyi gözlemek, onların üzerinde düşünmek, İlâhî kudretin, organizmaların ihtiyaçlarını karşılayan fizikî çevrenin ve canlılar âlemindeki “çiftli” sistemin anlaşılmasını ve Allah’a koşulmasını, O’na sığınılmasını temin edecektir. Bu ödevde, yani düşünceden Allah’a gidişte, yaratıklar dünyasının ayrıcalığı vurgulanmaktadır.

Yorumunu yapmakta olduğumuz A‘râf/185. ayetine dönersek, o ayetin bu bölümünü, oradaki muhteva içinde ele alıp şu sonuca varmak mümkündür: “Doğru yola hak ile ulaştıracak ve hak ile adalet yapacak olan insan grubu” nun (A‘râf 7/181) yukarıdaki bilgilere sahip olmaları gerekmektedir. Diğer taraftan Allah’ın ayetlerini yalanlayanların bu manevî hastalıktan kurtulmaları da bu ödevi yapmalarına bağlıdır.

Göklerin melekûtu ve Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünmek, Allah’ın ayetlerini yalanlamayı önleyecek en iyi tedbirlerden biridir. Bu düşünce, inkâr psikolojisi denen hastalıktan kurtarıcı bir beyin eylemi olmaktadır.

Buradaki ecel, bireysel anlamda değil de toplumsal manada ecel olmalıdır. Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar, bir grup olmaktadırlar. Bütün bu ödevlerin verildiği insanlar da grup halindedirler.

c-)“Ecellerinin yaklaşmış olabileceğine…”

Ayetin bu bölümünde yer alan ecel, bireysel anlamda değil de toplumsal manada ecel olmalıdır. Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar, bir grup olmaktadırlar. Bütün bu ödevlerin verildiği insanlar da grup halindedirler. İnsanlar,

-Gözlem yapıp düşünmeyen,

-Allah’ın Elçilerine deli diyen ve

-Allah’ın ayetlerini yalanlayan toplumun ecelinin yaklaştığını, yani toplumun helâke doğru yol aldığı olasılığını yakalayarak, o konuda gerekli gözlemi yaparak durdurmanın çarelerini aramalıdırlar. Toplumlarının çöküşü üzerinde düşünüp, onun dinamiklerini teşhis ederek çare aranması doğrultusunda tedbirler alınmalıdır.[8]

Böylece Allah, toplumların çöküşünün araştırılmasını, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde çöküşün dinamiklerinin tespit edilmesini istemektedir. “Her ümmetin bir eceli vardır” buyuran Yunus/49. ayeti, bireyin eceli olduğu gibi, toplumların da eceli olduğuna dikkat çekmektedir.

Yüce Allah, ayetlerini yalanlayıp Elçisine mecnun diyenlerin “ecellerinin yaklaştığı ihtimali” üzerinde düşünmelerinin gerekliliğini gündeme getirmektedir.

Artık onların bu inanış ve davranış biçimleri, yaşamlarını anlamsız kılmaktadır: “İnsanların hesabını görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hâlâ dalgınlık içinde yüz çeviriyorlar” (Enbiyâ/ 1) Bu ayet ve A’raf/ 179-185. ayetleri, anlatılan insanların durumunu açıklar mahiyettedir.

Toplumun çöküşünün gerçekleşeceği zaman gelince, bunun ertelenmesi mümkün değildir.

Yüce Allah, gözlem ve düşünme yöntemini kullanarak bazı konularda insanlara ödev vermektedir. Bu ödevlerin gözlemsiz ve düşünmeksizin yapılması mümkün değildir. Gözlem ve düşünme, öncelikle kişiyi insanlaştırır, uygarlaştırır ve Allah’a imana götürür.

SEDAT ŞENERMEN

Kaynakça
[1] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.2, s.482.
[2] Ve hani İbrahim ve İsmail Beyt’ten temelleri yükseltirler: “Rabbimiz! Bizden kabul buyur, şüphesiz Sen en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisisin. Rabbimiz! Bizim ikimizi Senin için sağlamlaştıran (esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan) biri kıl. Soyumuzdan da Senin için sağlamlaştıran (esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan) bir önderli toplum getir. Ve bize kulluk yöntemlerini göster, tövbemizi de kabul et. Şüphesiz Sen suçtan dönüşleri çokça kabul edenin ve çok merhametli olanın ta kendisisin. Rabbimiz! Bir de onlara içlerinden bir elçi gönder ki onlara Senin ayetlerini okusun, onlara kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğretsin, onları arındırsın. Hiç şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan /mutlak galip olanın, en iyi yasa koyanın, bozulmayı iyi engelleyenin; sağlam yapanın ta kendisisin.” (Bakara/ 127-129)
[3] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, c.7, s.427.
[4] “Size Allah’ın ayetleri okunup dururken ve O’nun Elçisi de aranızda iken nasıl olur da küfredersiniz; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedip durursunuz? Kim de Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, dosdoğru kılavuzlanmıştır.” (Ăl-i İmran/ 101)
[5] “Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şahitler olasınız, Elçi de sizin üzerinize şahit olsun diye sizi hayırlı bir önderli toplum yaptık. Üzerinde olduğun bu hedefi/stratejiyi belirlememiz de yalnızca, Elçi’ye uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım; işaretleyip gösterelim /bildirelim diyedir. Tespit ettiğimiz bu hedef /strateji, elbette, Allah’ın kılavuzluk ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah, imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Bakara/ 143)
[6] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.7, s.428.
[7]Bkz. MÜMİNÛN/ 25; ŞU’ARÂ’/ 27; ZÂRİYÂT/ 52; KALEM/ 2; TEKVÎR/ 22; SĂFFÂT/ 36; DUHÂN/ 14.
[8]Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.7, s.437.