Garip ve duygusal bir milletiz vesselam. Gerçeği biliriz ama söylemekten de imtina ederiz.
NATO Zirvesi ve Avrupa Futbol Şampiyonası-2021 öncesinde siyaset ve spor dünyasında öyle dillendirmeler yapıldı ki; kamuoyunda “kazanan ve şampiyon Türkiye” algısı yaratıldı.
Zirvenin ana konusu “NATO 2030 strateji konsepti” olmasına rağmen S-400’ler halledilecek, F-35 programına ülkemiz tekrar davet edilecek, soykırım yalanına alet olan ABD ben ettim siz etmeyin diyecek ve daha nice hamaset içeren söylemler…
Şampiyonada, umduğumuz golleri atamadığımız gibi favorilerden biri olarak gösterildiğimiz turnuvayı hüsranla kapattık.
Aslolan ay yıldızlı milli forma olunca; Türk Futbolunu yönetenler, teknik kadro ve futbolcular lafla peynir gemisinin yürümediğini ve rakibe saygı duymayı da artık öğrenmelidirler. Yani mealen had bilmeliyiz.
NATO zirvesinin sonunda da, ülkemizin payına düşen Afganistan Kabil Hamid Karzai Havaalanı’nı koruma olasılığı oldu.
Görünen o dur ki; bizim de pek hevesli olduğumuz bu görevin amacı; “NATO ittifakı ve ABD ile yeniden stratejik işbirliği kurmak ve ittifak içersinde dayanışma rolümüzü ön plana çıkarmak” içinmiş!.. Zaten öyle değil mi?
Pekii, Birleşik Krallık ile Rus İmparatorluğu arasındaki “Büyük Oyun”un ilk çekişmesi olan Afganistan’ın bugünlere gelmesinin ana sorumluları kimler?
İdeolojik nedenlerle girmiş olduğu Afganistan’da tası tarağı toplayan Sovyetler Birliği.
Merkezi hükümetlerin zayıflıklarından yararlanan ve 11 Eylül saldırısı başta olmak üzere dünya çapında ses getiren terör saldırlarını yöneten El-Kaide örgütü ile birlikte ülkenin büyük bölümünü kontrolü altında tutan Taliban.
Taliban ve El-Kaide hedeflerini bombalayarak Ekim 2001 yılından itibaren Afganistan Savaşı’nı başlatan ABD.
Bu gidişatı olumsuz yönde etkileyen bir diğer husus da, beş ülkenin kendi çıkarları doğrultusunda kararların alındığı BM Güvenlik Konseyi.
Mollalara teslim olmuş, farklı etnik ve mezhepsel temelli farklı görüş ve isteklere sahip ulus devlet olma niteliğini kazanamamış, sorumluluk almaktan kaçınan Afgan halkı.
Nihayetinde tahrip edilmiş, harap olmuş, yorgun ve bitkin düşürülmüş bir ülke, Afganistan.
Ve gelinen son nokta da; Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri hükümetlerinden devamlı destek almış olan Taliban ile ABD’nin imzaladığı, Afganistan’daki tüm yabancı askerlerin çekilmesini öngören “Doha Anlaşması”.
Öte yandan; “Kararlı Destek Misyonu” çerçevesinde, bu ülkenin milli birlik, bütünlük ve bağımsızlığını her zaman desteklemiş ve Afgan halkının terörden uzak olarak barış, istikrar ve refah içinde yaşamasını sağlamak için her alanda dayanışma içinde olan bir Türkiye.
Halihazırda; Afganistan’da kurulan “Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti (ISAF)”ne 1.840 kişilik bir birlikle katkıda bulunan Türkiye, Kabil ve civarının güvenliğini sağlamaktan ve yapılandırma projelerini yürütmekten ve Vardak’ta Afgan güçlerinin eğitiminden sorumludur.
Söz konusu anlaşma, merkezi hükümet ile Taliban arasında ciddi fikir ayrılıkları ve güven bunalımını gidermeye yetmezken, ülkenin farklı bölgelerinde aralıksız devam eden şiddet olaylarının Türk askeri için ne denli büyük bir tehlike yaratacağının bugünden yarına habercisidir.
Hegonomik güçler, El-Kaide bağlantılı Taliban ve destekçileri ülkeler ile BM kararlarının bir ülkeyi ne hale getirdiği gerçeği aşikarken, Türkiye’nin yaptıkları da ortadır.
Hal böyleyken; Kabil Havaalanı güvenliğinin, Türkiye’nin Komutasında BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa tarafından oluşturulacak “Barış Gücü”ne verilmesi, sorumluluğun paylaşılması noktasında Türk halkının endişelerini bir nebze olsa da giderebilecektir.
Afgan halkının yapması gerekense, Afganistan’ın Birleşik Krallık’tan bağımsızlığına kavuşmasına önderlik ederek, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinden oldukça etkilenen Emanullah Han’ın izinden gitmesidir.
Şam’dan dönmeyen yanlış hesap, umulur ki Kabil’den döner!..
İSMET HERGÜNŞEN