EVREN, İÇİNDEKİ VARLIKLARLA İNSANA EMANETTİR

Atalarımızın bağımsızlık savaşıyla özgür vatan haline getirdikleri Misakı Milli sınırları içindeki ülkemiz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına emanettir. Bu vatan coğrafyasındaki her tür varlık insanımıza emanettir. Ülkenin denizleri, ormanları, ırmakları, madenleri, yeraltı-yerüstü zenginlikleri tümü emanettir. Bu emanete sadakat hem iman hem vatan borcudur. Bir anda onlarca yerde çıkarılan yangınlar ihanet görüntüleridir. Bunlar öncelikle Allah’ın emanetine sadakatsizlik, yani ihanettir. İhanete asla izin verilmemelidir.

Hayvanın hayvanı kurtardığı bir yangından ibretle her insanın, içindeki tüm varlıklarla doğaya sahip çıkması onun asaletinin tacıdır.

1. Allah Evreni, Kur’an’ı ve İnsanlığı İnsana Emanet Etti

“Şüphesiz Biz, emaneti (bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği) göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya /gizlemeye, tanımaz hale getirme, gözden düşürmeye yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden, tanınmaz hale getirilmesinden korktular. Ve onu insan taşıdı /gizledi, tanınmaz hale getirdi, gözden düşürdü (ona ihanet etti). Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.”(Ahzab/ 72)

Bu ayette tüm insanlığa, haber cümlesi ile çok önemli bir uyarı yapılmaktadır: Allah; yeri, gökleri ve dağları bir düzen, bir nizam ve intizam içinde yaratmış; onlar da bu düzenlerini bozamamışlardır. Evrendeki düzeni, çok cahil, zalim, çok nankör, çok hain olduğundan insanlaşamayan, uygar olmayan beşer bozmuştur.
Yaratılış amaçları ve genetik programları çerçevesinde evrendeki tüm varlıkları ve doğayı geliştirmek, onlara akıl ve bilim odağından bakıp onları mükemmelleştirmek, tüm insanlığın her zaman yararlanması için o varlıkları her tür tahribattan da korumak Allah’ın verdiği insani görevdir. Çünkü Yüce Allah, aklını işleten ve bilim üzere davranan kişilerin ancak evrene egemen olacağını Kur’an’da belirtmiştir. İçindeki tüm varlıklarıyla evrene egemen olmak görevi insana bizzat Allah tarafından farz kılınmıştır (bkz. Bakara/ 30).

2. Kur’an’da Emanet Ve Adalet

“Şüphesiz Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve
İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman ADALET ile hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Kuşkusuz Allah her şeyi çok işiten, çok iyi görendir.” (Nisa/ 58)

Kur’anın temel ilkelerinden ikisi olan emanet ve adalet bireysel ve toplumsal yaşam açısından önemi nedeniyle birlikte bu ayette Rabbimiz tarafından Müslümanlara emredilmektedir. Emanete riayet, adaleti gerçekleştirmek tüm zaman ve mekânlarda kadın/erkek herkese, tüm davranışlarında gözetilmesi gereken zorunlu bir görev ve farz olarak verilmiştir.
EMANET, hıyanet (hainliğin) karşıtıdır. Sözlükte “korkusuz ve asude olmak, emin olmak, güvenli olmak” anlamlarına gelir. Kavramsal olarak, “insanın güvenilir olması, kendisine herhangi bir şeyin korkusuzca teslim edilip tekrar geri alınabilmesi” demektir.
– Saklanmak ve korunmak üzere birinin yanına geçici olarak bırakılan şeye de emanet denir.
– Allah’ın Dini, insanlara verilmiş bir emanettir.
– Evren /vatan içindeki tüm varlıklarla emanettir.
– Kur’an ve insanlar insana Allah’ın, Elçisinin emanetidir.
– Allah’ın insana verdiği beden ve ömür de emanet sayılır.
– Her işin başında bulunan kişiye, yaptığı, yönettiği iş emanettir.
– Anne-babaya çocukları emanettir.
– Yöneticilere yönettikleri insanlar, sorumlu bulundukları mevki /makamlar emanettir.
* Bunların hepsi kendilerinde bulundurdukları emaneti koruyup kollamakla yükümlüdürler sorumludurlar.
* Her işin başına ehlini, erbabını /uzmanını getirmek gerekir. Beceriksize, liyakatsize kamu hizmetinde yer olamaz.
* Yöneticilerin, her işin başına en uygun kişiyi bulup getirmeleri, dostluk, akrabalık, soyluluk, ırk/etnik ayırımı yapmamaları gerekir.
İşleri ehline vermek, ayetin buyruğu olduğu gibi, insanın uhdesine bırakılan herhangi bir şeyi sahibine vermek de ayetin kapsamındadır.
Emanet, herkese karşı gözetilir, herkesten alınan emanet iade edilir. Kur’an, inananları Mü’minun/ 8’de “Emanetlerine riayet eden ve ahitlerine vefalı olan kişiler” olarak tanımlamaktadır. Müslüman/inanan hıyanet etmez, hakkı gizlemez. Çünkü hakkı gizlemek, emanete hıyanet etmek ikiyüzlülük/münafıklık işaretidir.[1]
Seçimlerde belli süre için milletten alınan yetki /vekâlet de emanettir. Süresi dolunca emanetin sahibine iadesi gerekir.

3. Allah, Adalet İle Hüküm Vermenizi Emreder

Adaleti ilke edinmeyen idari, siyasi, sosyal, ekonomik sistemler ayakta kalamaz, onlara yaşam hakkı olamaz. Bu anlamda adalet mülkün temelidir. Adalet de emanet gibi bütün insanlara karşı gözetilmesi gerekli bir davranıştır. Bu konuda iyi, kötü; inanan, inanmayan ayrımı yapılmaz. Dini düşünce farkı gözetmeden, insanlar arasında akraba, ırk, soy, mevki ayırımı yapmadan eşit biçimde tüm zaman ve mekânlarda ülke çapında herkese adaleti gerçekleştirmek gerekir.
– Emanetlerin ehline verilmesi ve
– İnsanlar arasında adaletle hükmedilmesi, milletlerin egemenlik şartlarının başında gelir.
Bir ülkede emanetler ehline /liyakatlisine /uzmanına verilmediği ve insanlar arasında adaletle hükmedilmediği takdirde, o ülkenin yeryüzündeki egemenliğini sürdürebilmesi olanaksızdır. Bu bakımdan tarihi bir örnek olarak Nisa/ 51-57. ayetlerine bir bütün olarak bakılmalıdır. Bu ayetler, Yahudilerin yeryüzü egemenliğinden nasipleri olduğu vehmini reddederek, onların sadece Allah’ın fazlından ve kereminden Müslümanlara verdiği nimetlere haset ettiklerini açıklayan ayetlerin hemen arkasından gelmiştir. Böyle olması, Yahudilerin Yüce Allah tarafından lanetlenmelerine ve egemenliklerinin ellerinden alınmasına neden olan en önemli unsurun, onların, emanetleri ehline vermemeleri ve insanlar arasında adalet ile hükmetmemeleri[2] olduğunu gösterir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Yahudilere kitap, hikmet ve hükümranlık verilmiş olmasına rağmen, onlar emanetleri ehline vermedikleri ve insanlar arasında adalet ile hükmetmedikleri için Allah’ın lanetine uğramışlar ve sahip oldukları bu büyük nimetleri yitirerek yeryüzünün en zelil ve kahırlı yaratıkları haline gelmişlerdir.[3]
Yüce Allah, Nisa/ 58’de emanetleri sahiplerine vermeyi buyurduktan sonra, ebet-müddet egemenliğin diğer şartı olmak üzere, insanlar arasında adaletle hükmetmeyi aynı buyruğun kapsamında anımsatmıştır. “Adalet, mülkün temelidir” sözünün esası da budur. Mülk, egemenlik, bağımsızlık demektir. Buna göre adalet olmaksızın mülkü veya egemenliği, bağımsızlığı sürdürmek asla mümkün değildir.
Emanet kelimesi, aslında insanın emin (güvenilir ve itimat edilen kimse olması), yani kendisine maddi veya manevi her hangi bir şeyin gönül rahatlığıyla korkusuz bir şekilde teslim edilebilir ve istendiği zaman noksansız geri alınabilir bir şekilde bulunması anlamında mastardır. Sözcük, mastar olduğu gibi insanın emin olma durumuna, “gerek Allah gerekse insanlar tarafından her hangi bir şekilde bırakılmış olan şeye” de edilgen ortaç manasına gelen mastarın ismi olmuştur. Nisa/ 58’de geçen emanet bu anlamdadır. Bunların sahiplerine verilmesiyle insanlığın, Allah’ın bir emaneti olan şeref ve namus emanetinin korunması buyrulmuştur.
Ahzab/ 72. ayeti gereğince insan, Yüce Allah’ın emanetini taşıyan bir emini, olmayı üstüne alan tek varlıktır. Bu sayede diğer varlıklar üzerinde hüküm ve tasarruf etmeye güç yetirebilir. Bu sayededir ki insanlar da birbirinden emin olarak, birbirlerine karşılıklı olarak ve sıra ile birçok hakları ve emaneti bırakırlar. İşte insanlar, gerek Allah’a gerekse insanlara karşı emanetle ilgili bu şereflerini ne kadar güzel korurlar ve emaneti ne derece yerli yerine koyabilirlerse o oranda değer ve iyiliklerini artırmış bulunurlar. Bu şekilde de Allah’ın koruması altına girmiş olurlar ve halk arasında açıktan ve gizli olarak etkili bir egemenlik şerefini elde etmiş bulunurlar.
Sırf emanet, aslında hiçbir şeyle giderilebilecek değildir. Emanetlerin bir garantisi varsa, o da hainlik veya ihanet kuşkusuyla emanetin yüce onurunun kırılması veya kaybedilmesi ve emniyet ile vekilliğin garantisinin düşmanlığa dönüşmesidir. Bunun için eminliği kötüye kullananlar Allah’a ve kullarına karşı başkalarının hakkını gasp edenler ve eşkıyalar gibi itibardan düşerler. Dış görünüşe göre olmasa bile, içten kalplerde düşmanlıkla mahkûm olurlar. Güvenilir olmakla egemenliğin bu önemli ilişkisine dayanan bu ayette, emaneti sahibine vermekle adaletle hükmetmek ayrı ayrı olarak emredilmiş ve güvenilir olma buyruğu, hükmetme emrinden önce belirtilmiştir. Bundan dolayı insanın Rabbine, kendine ve halka /topluma karşı olmak üzere üç tür güvenirlilik işlemi vardır:
Birincisi, Rabbine ve Kur’an’a karşı emanete uymaktır. Bu da Allah’ın yasalarının ve hükümlerinin uygulanması, yani görev konusuyla ilgilidir. Bütün organların görevlerini içerir. İnsanın tüm organlarının birer emanet olan görevleri vardır.
İkincisi, kendine ve insanlara karşı din ve dünya emanetinde, kendine en yararlı ve en uygun olanı seçmesi, öfke, şehvet veya cahillikle sonunda zararlı olan şeyleri yapmamasıdır.
Üçüncüsü, evrene, içindeki varlıklara ve halka karşı hakların emanetini gözetmek, alış verişte aldatmamak, zarar veren olmamaktır. İdarecilerin halka adaleti, bilginlerin halkı batıl taassuba yönlendirmeyip, dünya ve ahrette yararlı olan işlere ve doğru inançlara yöneltmesi; halkın da onlara karşı hainlik yapmaktan sakınması gerekir.

4. Emanet Ehline Verilmez, Adaletle Hükmedilmezse Çöküş Haktır ve Mutlaka Gerçekleşir

Bu şekilde ayette geçen “emanetler” ister Allah’a ait haklarda ve ister insan hakları, başka bir ifadeyle ister genel haklar ve ister özel haklardan insanların emanet zimmetleriyle ilgili fiili veya sözlü; inançla ilgili veya maddi, manevi; mali ve mali olmayan hakların tümünü kapsadığı için “Allah size buyuruyor” hitabının hükmü de bütün yükümlüleri kapsar. Özel haklarla ilgili ve emniyetle bırakılan emanet ve diğer şeyler, emanetlerden olduğu gibi, kamu işlerine ve haklarına ait olan yönler, makamlar, velayet (valilik), hüküm sürmek, öğüt ve fetva vermek de emanetlerdendir. Bir de bu ayette “ehli” sözcüğü sahip ve ehliyetli manalarını kapsadığı için bu emir, verilmiş olan emanetlerin sahibine geri vermek ve ulaştırmaktan başka, emanet edilecek şeylerin de ehline ve hak etmiş olanlara emanet ve havale edilmesi anlamını taşır. Bu mana kamu hakkından olan emanetlerde önem arz eder ve ancak o itibarla buyrulmuş bir görev olur. Öyle olmakla birlikte bu da Allah’a ait haklardan olan emanetleri sahibine vermek ve ona ulaştırmak demektir ki bu yönüyle emanet, gerek Allah gerekse insanlar tarafından bırakılan, teslim edilen şeydir.[4]
Emanet kelimesi Bakara/125’te “e-m-n” kalıbında geçmekte ve “güven ve emniyet yeri” anlamına gelmektedir. “Emîn” kalıbı pek çok ayette peygamberler hakkında kullanılmaktadır:
“Bakın, ben size (gönderilmiş) güvenilir bir elçiyim.” Âl-i İmrân/ 154’de geçen “emeneten” kalıbı “emniyet duygusu”; Meâriç/ 28’de “me’mun” kalıbında ise “emin olunan” anlamına gelmektedir. “İnanmak” manasına gelen “iman” sözcüğü de bu kelimenin bir başka kalıbıdır. Demek ki inanmak ile güven arasında derin ve sıkı bir bağ olduğundan ikisi de aynı kökten çıkmışlardır. Zaten iman eden kişi güvenilen insandır.
Yüce Allah’ın insana teslim ettiği ve emanet olarak verdiği şeylerden biri, akıl ve onun getirdiği sorumluluktur. Aslında bu anlamın içinde tüm psiko-ideolojik olumlu güç ve yetenekler de vardır. Ancak insana teslim edilen bedeni ve psiko-ideolojik yapı özelliklerinin başındaki emanet hiç kuşkusuz akıldır. Bu yüzden akıl, iyi ile kötüyü ayırt etmesi, birden çok eylem arasında seçim yapması yönünden en büyük emanettir. Bu manadan hareketle beyin ve belleklerin de bu kavramın kapsamındaki güç olduğunu söyleyebiliriz.
Ahzab/ 72’deki emanet sözcüğü tekil olarak geçmektedir:
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”
Bu ayette geçen emanet, Allah’ın teklif ettiği ve insanın yüklendiği şeyleri ifade etmektedir. Bunlardan da aklını kullanmasını öğretecek, Allah ve evren hakkında yaratana göre tüm bilgileri içeren Kur’an’dır.
Nisa/ 58’deki emanet kavramından hemen sonra gelen “ehl” sözcüğüne daha farklı anlamlar vermek de mümkündür. Örneğin, toplumun siyasi erki bir emanettir. Bütün kamu görevleri bir emanettir. Dolayısıyla bu ayetin siyasal ve idari bakımdan yine bir ilki insanlığa sunduğu söylenebilir. Çünkü kamu görevlerinin ehline verilmesi buyruğuyla toplumların aşiret toplumu olmaktan kurtarılarak millet aşamasında uygarlaşmalarını sağlayan önemli bir gelişim ve değişim gerçekleştirilmiştir. Çünkü önceki aşiret toplumlarında görevler asalet unvanına göre dağıtılırdı. Mekke’de kamu görevi yapacak olanlar, Kureyş kabilesinden olmak zorundaydı. Kamu görevi yapmak için bir toplumda asalet unvanına önem verilmesi, o toplumun ilkel ve aşiret topluluğu özelliği taşıdığını gösterir.
Yüce Allah, emanetin ehline verilmesini buyurmakla, asalet unvanı ölçüsünü kaldırmış ve yerine ehil olma /liyakat, uzmanlık ölçüsünü koymuştur. Bu emriyle Allah, bilgi, beceri ve liyakati öne çıkartmış ve buna uyulmasını hükme bağlamıştır.
Yüce Allah, peygamberlik görevini ehil olana vermek için seçim yaptığını Âl-i İmrân/ 33’te açıklamaktadır. Demek ki emaneti ehline vermek hem Allah’ın yasası/sünneti hem de insanlara ibadet işlevi olan buyruğudur. Modern, uygar, çağdaş ve bilgi toplumu olabilmek için hangi çağda yaşandığı önemli değildir. Önemli olan görevlerin hangi ölçüye göre dağıtıldığıdır. Kamu görevlerinde akrabacılık, particilik, tarikatçılık veya mezhepçilik gibi ölçüler veya anlayışlar rol oynuyorsa, o toplum ilkellikten kurtulamamış demektir. Artık çağımızda ileri toplum olmanın özellikleri arasında, bir emanet olan siyasi, idari ve ekonomideki görevlerin, bilgi, beceri, liyakat ve ihtisas sahiplerine verilmesi gerektiği bilinmelidir. Bilgi, beceri ve kabiliyetin dışında bu görevler için ölçü koymak, toplumu geri götürmek ve ileri gitmesini engellemek anlamına gelir. “Emaneti ehline vermek” bilene, becerene ve yetenekli olana işi yaptırmak anlamına geldiğinden hareketle diyebiliriz ki bir görev için ehil olanı arayan, bulan ve bu konuda başka ölçü kullanmayanlar, Allah’ın buyruğunu yerine getirdiği için O’na ibadet etmiş olmaktadırlar.[5] Emanetlerin ehline verilmesi gereğinden sonra Allah, adaleti sağlamayı buyuruyor:
“İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.”
Emanet “başkasının hakkını ödemek ve vermek” olduğu halde,
Adaletle hükmetmek, “birinin diğeri üzerinde olan hakkını sahibine vermekten” ibarettir.
Yüce Allah önce emaneti, sonra da adaletle hükmetmeyi emretmiştir.
İnsan haklarını yerine getirme konusunda öncelik kişinin kendine aittir.
Başkasının hakkı ödendikten sonra, başkalarının hakkı konusunda hükmetme konusuna sahip olunabilir. Kişinin kendinden başlayarak topluma uzanması ve kendine uyguladıktan sonra başkasına emretmesi esas alınmaktadır.

5. Atatürk, ADALETİ Bağımsızlığın Temeli Sayıyor

“Herhalde dünyada bir hak vardır. Ve hak, kuvvetin üstündedir.”(1919)[6]
“Bir hükümet, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük her şey adaletle vardır.”(1923)[7]
“Bizim milletimiz ve hükümetimiz, adalet fikri ve adalet anlayışı noktasında hiçbir uygar milletten aşağı değildir. Belki tarih bu noktada yüksek olduğumuza tanıklık eder. Bu nedenle bizim de adalet mevzuatımızın, bütün uygar milletlerin yürürlükteki yasalarından eksik olması doğru değildir. Savaşımlarımızın yöneldiği tam bağımsızlık kavramında adlî bağımsızlığımızın da içinde bulunduğu doğaldır. Bu nedenle her bağımsız devletin bir ayrılmaz hakkı olan adalet dağıtma görevine kimseyi karıştıramayız.”(1922)[8]

SEDAT ŞENERMEN

Kaynakça
[1] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.7, s.535, s.656.
[2] Adalet ile davranma ve emanete riayet için bkz. NAHL/ 90-91; ENFAL/ 27-28; EN’AM/ 152; SAD/ 26; NİSA/ 135; MÜMİNUN/ 8.
[3] Prof.Dr. Talat KOÇYİĞİT, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Ankara, 1990, DİB Yayınları, c.2, s.452.
[4] M.Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1979, Eser Neşriyat, c.2, s.1370-1373.
[5] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.5, s.184, 186.
[6] M.Kemal ATATÜRK, Nutuk, c.III, s.1184.
[7] Mahmut SOYDAN, Gazi ve İnkılâp, Milliyet gazetesi, 6.2.1930.
[8] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.217-218; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi, s.217, 221, 222.