GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ!..

Eğer bir Bahriye Subayı iseniz dış dünyaya yapmış olduğunuz liman ziyaretlerinde artık olağan hale gelmiş etkinliklerden biri de, askeri gemilerin hafta sonları halkın ziyaretine açılmasına tanıklık etmenizdir. Bu İtalya’da böyledir. Fransa, İspanya, Portekiz aslında ABD ve Rusya’da da…

Amaçlanansa; toplumda ve özellikle de genç nesilde denizcilik bilincinin daha ötelere taşınması ve donanmaya nitelikli personel kazandırılmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin denizlerdeki hükümranlık haklarını, deniz hak ve menfaatlerini koruma misyonunu üstlenen Deniz Kuvvetlerimiz de, ulusal bayramlar çerçevesinde halkımızın ziyaretine açılarak Türk denizciliğinin tanıtılması, sevdirilmesi ve yaygınlaştırılması çabası içerisine girmektedir.

1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı etkinlikleri çerçevesinde yapılan liman ziyaretleri de bunlardan biridir.

Nasıl olmasın ki?

Günümüz bakış açısıyla değerlendirildiğinde, kabotaj hakkı basit bir yasa ilanı gibi düşünülse de, o günün koşulları dikkate alındığında bu hakkın nasıl büyük zorlukların üstesinden gelinerek elde edildiği açık ve net bir şekilde görülecektir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsüyle, 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe konan “Kabotaj Kanunu” 1936 yılında imzalanan “Montrö Boğazlar Sözleşmesi”nin temel yapı taşlarından birini oluşturduğu gibi günümüzde “Mavi Vatan” söyleminin esin kaynağı olmuştur.

Bu sene ki ziyareti benim için anlamlı kılansa; komutanlığını yapmış olduğum geminin komutanı tarafından davet edilmemdi.

Her türlü saldırıya maruz kalan bahriye camiasının ahde vefa kültürü geleneğini halen sürdürmeye gayret ediyor olmasından dolayı hem kendim hem de camia adına sonsuz bir mutluluk duydum.

Sorumluluk ve gururun zirvesidir, Gemi Komutanlığı. Deniz Harp Okulu’na başladığınız andan itibaren güverte kökenli bir subay iseniz kariyer planlamanızı ona göre yaparsınız. Keza makine kökenli subaylar için Gemi Başçarkçılığı da aynı değerdedir.

Zaten gemi pervanesinin döndüğü yer Gemi komutanı ve Başçarkçısı’nın kıçı değil midir?

Deniz zor; denize tutkun olmak, hele de denizci olmak daha da zor. Ama bu öyle bir sevda, öyle bir tutku ki; vazgeçmek, uzak durabilmek mümkün değildir. İşte bu ruhla bende koştum davet edildiğim gözümün nuru gemime.

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin imzalamış olduğu Mondros Müterakesi neticesinde işgal gemilerinin geldikleri gibi gittikleri Dolmabahçe önleri demir yerinde, bu kez de Türk Harp Gemisi Fatih Fırkateyni.

Vasıta motoruyla seyrederken, heyecanla karışık garip bir duygu seline kapıldım.

Türk Bahriyesi’nin; düşüncesinde sadece vatan, millet ve bayrak sevgisi olan ilim temelinde eğitilmiş personeliyle donatılan, direk başındaki kutsal kitabımızın koruyuculuğunda, üstün savaş gücüne sahip bu platforma seneler sonrasında ayak basacak olmanın haklı gururunu yaşarken bir taraftan da anılarım tazeleniyordu.

Tesadüf bu ya… Gemi Komutanlığı’nı aldıktan sonra ilk seyrimi 1 Temmuz kutlamalarına katılmak üzere yapmıştım.

Akşam gün batımından itibaren helikopter platformundan havai fişeklerin atılmasıyla birlikte, İstanbul Boğazı’na renk katılmasının ötesinde halkın büyük çoşkusuna da erişilmişti.

Çalınan silistre eşliğinde Türk Bayrağını selamlayarak, gemi komutanı ve nöbetçi heyeti tarafından karşılandığım lumbarağzında şimdi vuslat zamanıydı.

Geminin modernizasyonu ile icra edilen görevler bağlamında verilen bilgiler geleceğe umutla bakmama bir vesile oldu.

Her Cuma günü yapılan Komutan Denetlemelerine göndermede bulunacak şekilde hoş görüsüne sığındığım Komutan ile birlikte gemiyi baştan kıça dolaşma şansı da bulmuştum.

Kurumsal hafıza aynen muhafaza edilse de, yapılan ufak tefek değişilikler de göze çarpmıyor değildi? Dile kolay üzerinden geçmiş koca 20 sene.

Personelde sadece sima değişmişti. Subayı, Astsubayı, Uzman Erbaşı ve Er’i hepsi aynıydı dünden bugüne. Üstün cesaret, birlik ve beraberlik içerisinde vakur bir şekilde.

Protokolda %99 başarının başarısızlık olarak algılandığı bahriyemizde, en ince ayrıntısına kadar düşünülen ağırlamanın geçmişten pek de değişen bir yanı yoktu.

Zaman su gibi akmıştı.

Keyifli bir günün sonunda veda ederken, düşüncemde Yahya Kemal Beyatlı’nın Sessiz Gemi şiirinin “Artık demir almak günü gelmişse zamandan/Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan” dizeleri…

Yüzüme yansımış olduğunu hissettiğim gurur ve hüzünle sevdiğimden ayrılırken, kıyafetleri içinde çakı gibi duran başta gemi Komutanı ve nöbetçi heyeti gözden kaybolana kadar el sallamaya devam ettim.

Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değermiş. Bana bugün cihana değer anılarımı yad etme fırsatı tanıyan başta Komutan olmak üzere tüm TCG Fatih personeli sağolun, varolun.

Emin ellerde olduğuna inandığım TCG Fatih; Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşadığın müddetçe pruvan neta, rüzgarın kolayına ve denizlerin sakin olsun.

İSMET HERGÜNŞEN