“31 Mart olayı”, eski takvimle 31 Mart 1325, bugünkü takvimle 13 Nisan 1909’dur.
II. Meşrutiyet’le gelen değişime, gelenekçi ve bağnaz kesimin ağır bir tepkisiydi.
Meclis’i basanlar ve on gün boyunca bütün İstanbul’u felç edenler…
Osmanlı tarihinde görülen “Patrona Halil”ve “Kabakçı Mustafa”ayaklanmaları gibi gelişen bu hareketin günümüzdeki yansıması da “Fetullahçı Terör Örgütü”nün darbe girişimidir.
Peki ya, 13 Nisan 2021…
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm veren yargı,tarihe not düşmüş oldu.
İşte bu erk, yaratılmakta olan algı mühendisliğinin etkisinde kalmayarak, Anayasal bir hak olan düşüncenin bir nebze de olsa önünü açacak bir karara imza attığını, 7’den 70’e herkese gösterdi.
Süreç devam etse de, Montrö duyurusuna ilişkin soruşturma kapsamında gözaltına alınan 14emekli asker serbest bırakıldı.
“Kovuşturmaya yer yok” kararı çıkmamış olsa da, çoğulcu demokrasi anlayışına hakim ülkelerde olduğu gibi“düşünce prangalarından nispeten kurtuldu”.
Mahkemenin ifade özgürlüğüne yönelik vermiş olduğu bu kararın, sağlıklı bir devlet ve toplum yapısının oluşmasına katkı sağlayabileceği gibi umudum o dur ki; bugünlerde en fazla ihtiyacımız olan “toplumsal barışa” da öncülük etmesidir.
“4 Nisan Deniz Şehitleri Anma Günü”nden bugünekadar gözaltında gündüz gece sürecinde yaşananlar, emekli askerler nezdindetarih acı ve tatlı yüzünü bir kez daha gösteriyordu.
Sözde kumpas davaları ile Harp Okulu yıllarında tanıklık ettiğimiz ceza talimlerini anımsatırcasına.
Belki hukukun gereği ya da kovuşturmanın selamati gibi görünse de kaçma şüphesi bulunmayan emekli askerlerin yaşadıkları, şimdilerde uygulamadan tamamen kaldırılmış olan ceza talimini bile akıllara düşürür gibiydi…
Yıllar boyunca sabah saat 06.00’ da kalk borusuyla başlayan ve gece saat 22.30’a yat taburuna kadar devam eden hem akademik, hem askeri, hem de sportif anlamda alınan bir eğitimin ikincil parçasıdır.
Bir nevi sabrın, gayretin, hoşgörünün ve dayanıklılığın sembolüdür.
Ceza taliminin ne anlama geldiğini ve ne olduğunu anlamak isteyen siz okuyuculara şidetle tavsiyem o dur ki; Richard Gere ile Debra Winger’in başrolerini oynadığı 1982 yapımıromantizmin, dostluğun ve olgunlaşmanın zamanları aşan hikayesi “Subay ve Centilmen” filmini seyretmeleridir.
Nitekim yaş ortalaması 65 olan askerlerin göstermiş olduğu tavır ve hareket bir deniz subayının sadece almış olduğu bir eğitimin sonucu olmayıp,kişisel hak ve özgürlükleri öngören ve olması gereken“hukukun üstünlüğü”ne olan inançlarıdeğil midir?
Zaten bu davranışa, çok yakın bir geçmişte sözde kumpas davaları sürecinde de tanıklık etmemişmiydik?
Osmanlı’nın çöküşü ile başlayan ve cumhuriyet döneminde de, toplumda yaşanan travmatik olayların ironik biçimde zaman zaman tekrarlanarak bilinçli ve kısmen bilinçsiz olarak ön planda tutulması ülkemiz üzerindeki emperyal güçlerin rejiliğini yapan bir sarmal haline getirilmiştir.
Her yönden kuşatma altına sokulmaya çalışılan bir ülke durumundan kurtulmanın yegane yolu,genel durumun doğru analiz edilmesiyle, birlik ve beraberlik çerçevesinde oluşturulacak dinamik ve güçlü bir iç yapıdan geçmektedir.
Vuslat uzun sürmedi.
Denizler bildiğiniz gibi derin, zengin ve çetin.
Deniz zor; denize tutkun olmak, hele de denizci olmak daha da zor.
Deniz bir kez girdi mi hayatınıza bir daha kolay kolay çıkmaz. Ondan vazgeçemez, uzak duramazsınız.
Yaşanan bu olay ileriye yönelik düşünceyi yoğuracak, geleceğe ufuk açacak ve yol gösterecektir.
Hal böyleyken söylenecek son söz şu olsa gerek…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün“yurta sulh, cihanda sulh” özdeyişi rehberliğinde…
“Viya böyle”…
İSMET HERGÜNŞEN