AMERİKAN BASININDA İZMİR YANGINI VE SONRASI (1922) 7/8 

(7./8 BÖLÜM)

Anadolu Halkının Durumu

Yunan ve Ermeni mültecilerin zor durumda oldukları, görüldüğü gibi Amerikan basınında yoğun bir şekilde yer alıyordu. Ancak bu arada Amerikan basınında gündeme gelmeyen bir başka kesim vardı. Kendi ülkesinde adeta mülteciden daha kötü bir duruma düşen Anadolu insanı yoksul ve muhtaç bir halde kalmış, ailelerine tecavüz edilmiş, eziyete ve cinayete kurban gitmişti. Kış hızla yaklaşırken, yiyecek yemekleri, giyecek giysileri ve sığınacak yerleri yoktu. Bunları, Anadolu’ya donanmanın onayı ile New York Herald Tribune tarafından görevlendirilen ABD Deniz Kuvvetleri’nden Yarbay Perry’nin raporundan dinleyelim:

“Sınırdan uzaktaki insanları yemeğe, giyeceğe ve sığınacak bir yere muhtaç bir halde buldum. Yalvarma ya da yakarma yoktu, bulundukları durumları kabul etmiş, sadece yeni bir başlangıç için bir şans istiyorlardı. Yağmur mevsimi geliyordu ve onların sığınacak bir yerleri, yiyecekleri yoktu; sadece üzerlerinde giydikleri giysileri vardı. Sınırdan uzaktaki Türkler, İzmir’i terk eden ve yardım almamış orta halli Yunanlılardan ve Ermeni mültecilerden çok daha kötü bir durumdaydılar. Onlara yardımda bulunduk, neden diğerlerinden bunu esirgeyelim ki… ”

Yangının Sorumluluğunun Türklerde Olmadığı Görüşü

The NYT’ın 16 Eylül 1922’de Amiral Bristol’e Amerikan yönetiminin gönderdiği raporu haberleştirdiği yazı, Amerika’nın İzmir Yangını ile ilgili resmi görüşünü yansıtıyordu. Habere göre “Türk yetkililerin İzmir Yangını’nda sorumlu olabileceğine ilişkin raporlara rağmen bazı resmi yetkililer buna ihtimal ve değer vermiyor. Bölgede yaşayan herhangi bir etnik kesimin bu yangını başlatmış olabileceğini kabul ederek Türk otoritelerinin İzmir’i yakmasının bir insanın kendi evini yakmasına benzeyeceğini belirtiyorlar.

İzmir, tartışıldığı üzere Asya bölgesindeki önemli limanlardan birisidir ve de onun Yunanlılarca işgali tüm Türkler tarafından ulusal bir felaket olarak kabul edildi. Bu şehrin restorasyonu ve Türkiye’nin restorasyonu, Türk Ulusal Partisi için başta gelen en önemli amaçlardan/görevlerden birisi. Tüm bu gerçekler göz önüne alındığında Türkiye’nin şehri ele geçirir geçirmez yaktığı fikrine katılmak zor görünüyor” .

“Yunan Ordusunu da Suçluyor- İngiliz Tüccar, Yunan Ordusunun Aşırılıklarının Türkleri Kışkırttığını Öne Sürüyor” başlığı altında The NYT’da 18 Eylül 1922’de yayınlanan haberde , Daily Teleraph gazetesinin Malta muhabirinin Yunan Maine gemisiyle Malta’ya gelen 400 İzmirli mülteciyle yaptığı röportaj ile ilgili bilgilere yer veriliyordu. Buğday ve tohum tüccarı ve İzmir’de birkaç çiftlik sahibi bir işadamı olan Donald Whittal, röportajda şunları söylüyordu; “30 Ağustos ve sonrasında Kemal Paşa önderliğindeki Türklerin İzmir’in atmış mil uzaklığında olduğu dedikodusu yayılmaya başladı. Fakat tüccarlar ve işadamları olarak biz konuya çok önem vermedik. 4 Eylül gibi İngiliz Büyükelçiliği, İngiliz vatandaşlarının limandaki 4 hastane gemisinden birisine gitmesi gerektiği açıklamasında bulundu. Fakat aynı zamanda bunu yapıp mallarını ve evlerini bırakanların kendilerine risk aldıklarını, sorumluluk kabul edilmeyeceğini de açıkladı. Yüz kadar İngiliz vatandaşı Kıbrıs’a giden Minary’e bindi. Bir kısmı da Antioch’a gitti ve oradan da Maine’e geçti. İzmir’in 100 mil ilerisinde yaşayan müdürüm Bay Parker bizlere, geri çekilen Yunan ordusunun çok ağır suçlar işlediğini, kadın ve çocukları öldürdüğünü ve geri çekilirken genellikle evleri yok ettiklerini söyledi. Aslında İzmir’deki İngilizler arasındaki genel kanı, 100 binden fazla sivilin Yunan askerleri tarafından katledilmiş olduğu idi… Bay Parker Türklerin Yunanlıların barbarlıklarına sinirleneceklerinden korkmuştu ki, ilerleyen olaylar da bunu kanıtladı, korkusunun haklı olduğunu gösterdi. Benim evim İzmir’in yaklaşık 5 mil kadar dışındaydı. Biz diğer İngiliz arkadaşlarımızla bir devriye ekibi kurduk, silahlarımızla nöbetleşe malımızı ve canımızı düzensiz Yunanlıların barbarlıklarından korumak için devriye görevi yaptık. Bizim bunları yapmaya başlamamızdan kısa süre sonra Türk ordusunun öncüleri gözüktü, çok iyi silahlı ve disiplinlilerdi. Daha sonra arabaları hazırlayıp 5 mil ötedeki sahile gitmek için koşuşturmaya başladık. Aslında ben ve ailem, diğer arkadaşlar ile birlikte, oradan bize ateş açılırken ateş altında kaçtık. Bu olay 9 Eylül Cumartesi günü oldu. Daha sonra ilerleyen Perşembe gününe kadar limanda kaldık, Maine gemisi limandan o gün kalktı.”

Haberde, Londra’daki Maple and Co.’nun İzmir temsilcisi A.B. Stephenson’un röportajında; “Ben Türkleri ilk kez 9 Eylül’de gördüm. Yunan ordusu genelde organize değildi, düzensiz besleniyor, düzensiz şekilde dolanıyorlardı, disiplin altında değillerdi. Pek çoğu silahlarını bile bırakıp ordudan kaçıyordu. Ana karargâhları ise neredeyse terk edilmişti. Birlik karargâhlarına herhangi bir durum raporu bile iletilmemişti. Sonuç, tam bir kaostu. Bir Cumartesi günü karargâha gelen telgrafta, 500 kişilik bir Yunan ordusunun komutanının emir beklediği bilgisi geldi. O sırada Yunan karargâhı Mustafa Kemal komutasındaydı. Kısa süre sonra esir alınacak birliğe cevap verdi. Başka bir Yunan birliği de şehrin güney sahil kesimine doğru hareket etmiş, geri dönüş için gemi beklemekte idi. Türkler onları da esir aldılar. Limana gelen ilk Türk grubunu Cumartesi günü gördüm. Genelde hepsi aşırı çalışkandı ve geldikleri anda kamu hizmetlerini sağladılar. Bütün mültecilerin pasaportlarına Türk vizesi vuruldu, hepsi düzenli bir şekilde gönderildi ve gönderileceği açıklaması yapıldı, alarma geçmeye, endişe etmeye gerek olmadığı anlaşıldı… Fakat Cumartesi gecesi bir grup Türk, bazı düşük seviyeli mültecilerle Kervan Köprüsünde karşı karşıya geldi ve pek çok can kaybı yaşandı. Katliam, anladığım kadarı ile Ermeni mahallesinde meydana geldi. Pazar günü ve gecesi süresince mahalleden sürekli silah sesleri, cinayet ve hırsızlık raporları gelmeye devam etti.”

Aynı haberde, Londra kaynaklı İzmir’de iş yapan bir şirket sahibinin Londra’ya gönderdiği ve Daily Mail gazetesinde yayınlanan mektubu konu ediliyordu. İzmir’de olaylar olmadan, yangın çıkmadan 9 gün önce, 4 Eylül’de yazılan mektupta şirket sahibi “çevrede Yunan ordusunun geri çekilmeden önce İzmir’i yakıp yıkacağı ile ilgili çok fazla dedikodu dolanmaktadır. Hatta bununla ilgili ayrıntılı hazırlıklar yapıldığına da kimilerince tanıklık edilmiştir” ifadelerini kullanıyordu.

19 Eylül 1922 tarihli The NYT’da “Paris, Yangını Türklerin Çıkardığı İddiasına Kuşkuyla Bakıyor” başlığı taşıyan haberde, Fransız yetkililerin Türklerin İzmir’de yangın çıkarması ile ilgili raporlara şüphe ile yaklaştıklarını belirterek şöyle devam ediyordu; “Türklerin İzmir’i yaktıkları ile ilgili yabancı gazetelerde haberler görmekteyiz. Görülmektedir ki çok iyi derecede bilgilendirilmiş resmi çevrelerde bu iddiaları kanıtlayacak bir delil bulunmamaktadır, hatta tam tersi, böyle bir şeyin olabilmesi dahi ihtimaller dahilinde değildir. Savaşın galibi Türklerin kendi şehirlerini yakmakla ellerine ne geçeceği şüphelidir ki İzmir, en çok değer verdikleri, en kıymetli şehirlerinden birisidir. İzmir’deki yangın ile ilgili olarak Türkleri suçlayan bütün haberlerin Londra’ya Atina üzerinden ulaştığı da açıktır.”

Aynı konuyla ilgili olarak 27 Eylül’de “Fransızlar Türkleri Akladı – Dışişleri, İzmir’deki Yangına Türklerin Neden Olduğunu Reddetti” başlığıyla bir başka haber yayınlayan The NYT, haberin ayrıntılarını şu şekilde açıklıyordu; “Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın bugün İstanbul’dan doğrulanmış haberlere dayanarak yayımladığı resmi açıklamaya göre İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri General Pelle ve Yakındoğu Fransız Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Dumesnil, İzmir’deki yangının sorumluluğunun Türklere ait olduğunu doğrulayan hiçbir şeyin bulunmadığı konusunda Bakanlığı ikna ettiler.

Amiral Dumesnil, aynı zamanda Türklerin evlere ve caddelere gazyağı döktüğü suçlamalarını da araştırdı ve onların sahte, yalan olduğunu tespit etti. Amiral ve General, İzmir’deki Yunan ve Ermeni mahallelerinde çok fazla heyecan olduğunu, Türk subaylarının ve erkeklerin çoğunun evlerden atılan patlayıcılar ve el bombaları ile yaralandıklarını tespit ettiler. İki komutan, yangınların şehrin yabancı mahallelerinde birbirinden ayrı noktalarda başladığını tespit ettiler, yangınla mücadele eden Fransız denizcilerden yangının ani şekilde geliştiğini öğrendiler. Türk makamları yangını söndürmeye çalıştılar. Ancak rüzgâr, alevlere yelpaze görevi gördü.” Haberde, Fransız hükümetinin açıklamasında ‘Eğer yangınla ilgili Türk sorumluluğunu gösteren hiçbir şey bulunamadıysa, o takdirde Yunan ordusu suçludur ve bu suç, yaptıkları kötülüklerin kanıtlarına zarar vermek için geri çekilme esnasında işlenmiştir’ dediği belirtildi. “Açıklamaya göre, Türklerin geri çekilmesi esnasında Eskişehir’e herhangi bir zarar verilmedi. Ama Yunanlılar ilerlerken yakıldı. Yakma emri verilmiş olan Bursa’yı, bu emri iptal etmesi için Yunan General Somilas’ı ikna eden Fransız Konsolosu ve iki İtalyan subay tarafından kurtarılmıştır. Dışişleri’ne göre birçok yakın köy, Yunan askerleri tarafından yakılmış ve yağma edilmiştir” şeklinde son buluyordu.

Yakındoğu Yardım Kuruluşu’nun özel temsilcisi Amerikalı endüstri mühendisi Mark Prentiss’in The NYT’da yayınlanan ve daha önceki bölümde belirtilen açıklamalarını biliyoruz. Aynı kişinin 11 Ocak 1923’te İstanbul Amerikan Büyükelçiliği’nde ABD Yüksek Vekili Amiral Bristol’e el yazısıyla yazarak yolladığı rapor, yangını Türklerin çıkardığı iddiasının yersizliğini, Ermenilerin bu konuda sorumlu olduklarını ortaya koyan bir belge niteliğindedir:

“Neredeyse Amerika’daki herkes İzmir dehşetinin son trajik dokunuşu olan yangının sorumlusunun Türkler olduğu konusunda hem fikirdi. Bu mahkûmiyetin ittifak ve kararlılığı başta beni biraz şaşırtsa da bu yıkım sahnesinden gelen milliyetçi ya da politik birlikten olan herkesi de şaşırtacağına inanıyorum. Tahriklerin bu tür suçlarda büyük önemi olsa da işaretler Türkleri göstermemekteydi. Şehrin alınması, Doğu Harbi’nde şimdiye kadar kazanılmış en büyük zaferdi. Türkler şüphesiz yiyeceklerin, satılabilir bütün eşyaların, evlerin sahipleriydi. Burası ordunun ve halkın acil ihtiyaçlarını karşılayacak bir yerdi. Neden yok etmek istesinler ki? Diğer yandan bilinen bir diğer sorun ise, Ermenilerin ve Yunanlıların bu ganimetleri nefret ettikleri düşmanlarının ellerine bırakmak istememeleriydi. İzmir’de genelde bilinen ise, yangından birkaç gün önce genç Ermenilerden oluşan organize bir grubun, eğer İzmir Türklerin eline geçerse şehri yakacaklarına dair yemin ettikleri idi.

İzmir İtfaiye Dairesi Başkanı Paul Grescovıch tarafından toplanan ve benim de dikkatli bir şekilde kontrol ettiğim kanıtlarla farklı kaynaklardan gelen bilgiler, Ermenileri yangının yaratıcıları olarak işaret ediyordu.

İzmir sahilindeki son terör olaylarının nedenleri, izleyebildiğim kadarıyla, Eylül’ün ilk günlerinde, İstanbul ABD Yüksek Komisyon üyesi Tuğamiral Mark. L. Bristol’ün İzmir Acil Kurtarma Ekibi’yle, eğer şehir Türklerin eline geçerse şehirde neler olabileceğinin konuşulduğu toplantıda görüşüldü.

Benim de üyesi olduğum komite, Yüzbaşı Wolleson komutası altındaki USS Lawrance ile İzmir’e doğru yol alıyordu. 8 Eylül Cuma akşamı şehre vardığımızda, son Yunan birliği de şehri terk ediyordu. 9’unun sabahında kıyıya gittik ve hemen Amerikalı temsilcilerden oluşan Nöbet Komitesi’yle beraber Yakındoğu Nöbet temsilcilerini ve İstanbul Amerikan Kızılhaç’ını organize ettik. Amiral Bristol, personelinin başkanı olan Yüzbaşı Hepburn’ü kendi kişisel temsilcisi olarak bu komitenin başkanı olarak atadı. Komitenin karşı karşıya geldiği en önemli konu, yangının nedeniydi. Bütün polis ve itfaiye departmanının neredeyse büyük bir bölümünün Yunanlılardan oluştuğunun ve Türk ordusunun yaklaşmasının verdiği korkuyla görev yerlerini bırakıp şehirden kaçtıklarının öğrenilmesi, daha büyük bir kaygıya neden oldu.

Durum hakkında genel bir araştırma yapmayı kendime görev edindim. Yangınla mücadele gücünün sadece 60 kişiden ve iki küçük merkez binadan oluştuğunu gördüm. İki tane iyi durumda yangın motoru ve denizden rıhtım boyunca su pompalayacak yarım düzine el pompası buldum. Şehirde sadece birkaç tane 3 katlı bina vardı ve çoğunluk iki katlıydı. Suyun gücü, şehirdeki bütün binaları hemen yerle bir edecek güçteydi.

Müteakip Salı sabahı ben, Yakındoğu Nöbeti’nden Bay Jaquıth, Kızılhaç Başkanı Davis’le beraber şehrin dışına bir geziye çıktık. Bu esnada Türkler büyük bir uğraş içindeydiler. Üç adet birbirinden farklı yangının terk edilmiş binaları kül ettiğini gördük. Binalardan bir tanesi küçük bir dükkândı ve yanmış kapı aralığında iki yanmış kadın cesedi vardı. Açıkça görünüyordu ki Türk askerleri tarafından ganimet, cinayet ve kundakçılık yapılmıştı.

Ülkede yaygın bir şekilde konuşulan haber; 500 mültecinin, çaresiz haldeki birçok işgalciyi katleden Türk askerleri tarafından Ermeni hastanesinde toplatılıp yakıldığı şeklindeydi. Asıl gerçek ise o Salı öğleden önce, üyesi olduğumuz Yakın Doğu Kurtarma Ekibi görevlileri olarak ben, Dr. Post ve iki hemşireyle beraber hastaneye gidişimizle ortaya çıktı. Orada olduğumuz esnada, Türk ordusunun emirleri gereği bir yüzbaşı komutasındaki 15 ile 20 kişiden oluşan Türk askeri birliği hastaneyi teslim almaya geldiler. Mülteciler geldikleri yerlere göre kollara ayrılarak kamyonlara bindirildiler. Saat 6’ya kadar erkek, kadın ve çocuk mülteciler hastaneden ve sığınaklardan çıkarılıp götürüldüler.

Birlik Komutanı yüzbaşıya, Türk komutanı tarafından verilen yazılı metinde, hastanenin yönetimine el konulması ve hastaneyi acil hastalar için hazırlanması istenmişti. Yüzbaşı bize o akşam Türk hastaları hastaneye taşımaya başlayacaklarını söylemişti. Ayrıca taşınmayı reddeden mülteciler olursa onları vurma emri aldığını söyledi. Mülteciler silahlarını bırakırken beklenmedik uysallıkta olmasalardı, askerler kesinlikle bunu yapabilirdi. Ayrıca Yüzbaşı, Dr.Post, iki hemşire ve benim silahsızlanma ve itaat konusunda Amerikalıların mevcudiyeti için kendilerine uymamızı istedi. Hemen mültecilerin yanına gittim ve tercümanın yardımı ile bomba, bıçak tabancalarını bırakmaları konusunda ısrar ederlerse vurulabileceklerini söyledim. Yüzbaşıya inanmaları konusunda ikna etmemden biraz sonra, Türk yüzbaşının ilk emri kendi istekleriyle teslim olmayanların sonuçlarına katlanacağıydı.

Bu fotoğraf, şehrin Yunan bölgesindeki Hıristiyan yerleşimcilerin deniz ve alevler arasında kapana kısılışlarını tespit etmiştir. Güya Hıristiyanlar Türk taburları tarafından katledilmemiş miydi? Ve şehrin solunda kapana kısılan Türk sakinleri yok muydu?

Sonraki sabah, 13 Eylül Çarşamba günü, olaylar kritik bir düzeye ulaştı. İzmir İtfaiye Dairesi Başkanı Paul Grescovich, bana yakın bir zamanda Ermeni mülteciler tarafından bırakılmış farklı kurumlara ait petrole bulanmış elbise bohçaları, çaput ve yatak takımları bulduğunu söyledi. Grescovich, beni inanılabilir bir şahit olduğuna inandırdı. Sonraki üç gün boyunca bir araya geldik ve uzun konuşmalar gerçekleştirdik. Çok şükür ki, Pazar sabahı tercümana ihtiyaç duymadım. Çünkü Grescovich akıcı bir İngilizce konuşuyordu. Grescovich Avusturya’da doğmuş, iyi eğitim almış bir mühendisti. Türkiye’de birkaç büyük mühendislik firmasında çalışmıştı. 12 yıl önce İzmir itfaiye dairesi başkanı olmuş, Yunanlıların yoğun olarak yaşadığı bu coğrafyada etkili bir yönetim sürdürmüştü.

Bana, Eylül’ün ilk haftalarında eksiklerle dolu itfaiye teşkilatı ile günde ortalama beş tane yangına müdahale ettiklerini söyledi. Genelde bu yangınların dikkatsizlik sonucu çıktığını, fakat bazı yangınların şüphesiz ki kundakçılar tarafından kasten çıkarıldığını anlattı. Normal olarak yılda ortalama on günde bir yangın çıkarken, yangın sayısının son zamanlarda günde beşe çıkmasının önemli olduğunu belirtti.

Türk askeri yetkililer kontrolü ellerine alır almaz, Grescovich ilave personel ve yangın müdahale donanımı isteğinde bulundu. Türk askeri valisi ona yardım etmek yerine, halen itfaiye teşkilatında görev yapan Rumların bulunduğunu öğrenince, onların hemen tutuklanmasını istedi. Bu da itfaiye teşkilatında sadece 37 kişinin kalmasına neden oldu. Pazar, pazartesi ve salı günleri birçok farklı noktadan yangın ihbarı gelmiş ve itfaiye teşkilatı yangınlara müdahale etmekte etkisiz kalmıştı. Yangınlar Türk askerleri tarafından söndürülmüştü.

Grescovich’le Standart Yağ Şirketi’nin fabrikasındaki yangın tehlikesi hakkında konuştuk. Fabrikanın yağ tanklarının şehrin birkaç kilometre dışında olmasına rağmen, yangın ve patlamaların büyük bir zarar verebileceğini, izolasyonun belediyenin yetkisinin ötesinde olduğunu söyledi.

Salı akşamı ve Çarşamba sabahı Türk askerleri, Ermeni mahallesinde ve Cassaba (Turgutlu) İstasyonu’ndaki ambarların etrafında yangınlar başladığında, benzin dökerken yakaladıkları birçok Ermeni’yi öldürdüler. Çarşamba sabahı, Grescovich kasten yangın çıkaranlara ait kanıtlar bulduğunu söyledi. O gün erken saatlerde iki Ermeni rahibin eşliğinde, Ermeni okulu ve Dominik Kilisesi’nden çıkan birkaç bin erkek, kadın ve çocuğun sığınaklardan kıyıya doğru gittiklerini gördüğünü ifade etti. Onların ardından sığınaklara ve kiliseye giden Grescovich, bu yerlerin benzine bulandığını ve patlamaya hazır hale getirilmiş olduğunu, meşale için benzine batırılmış hazır bezler bulduğunu söyledi. Başkan, emin olduğu konusunda hiç bir şüphesinin kalmadığını belirtti. Türk muhafızlarının salı gecesi ve çarşamba sabahı yangın çıkarırken yakalanan kadın kılığına girmiş, ya da Türk askerleri kılığına girmiş birçok Ermeni erkeğini öldürdüklerini, kendi itfaiyecileri ile beraber söylediler.

Çarşamba sabahı saat 11.20’de Aidine (Aydın) demiryolu yolcu istasyonunun ve nakliye terminalinin ambarlarının çevresinde neredeyse yarım düzine yangın ihbarı yapıldı. Bu yangınların binaların içinde patlak vermesi ve daha çok yıkmak için düşmanlara, korumak için ise Türklere avantaj sağlayan binalarda çıkması dikkate değerdir.

Saat 12.00’de Ermeni hastanesinin etrafında beş adet yangın ihbar edildi ve bu yangınlar Türkler tarafından söndürüldü. Aynı zaman zarfında Ermeni derneklerinde iki adet yangın ihbar edildi. Ve birkaç dakika sonra Turgutlu demiryolu istasyonunun etrafında kendiliğinden başlayan yangınlar ihbar edildi. Öğleden hemen sonra, Grescovich şehrin kötü sona yaklaştığını düşündü ve askeri yetkililere gidip yardım istedi ve yine hiçbir cevap alamadı. Emrinde hizmet edecek 100 asker verildiğinde ise saat altıyı bulmamıştı. Akşam saat sekizde yangının yayılmasını kontrol altına almak için askerler tarafından binalar bombalanmaya başlanmıştı.

Öğleden önce, bölgenin Türk askeri valisi Kazım Paşa’nın ofisindeydik. Kazım Paşa’nın ofisinin penceresinden, şehrin farklı bölgelerindeki yangınların dumanlarını görebiliyordum. Onun dikkatini dumanlara çekmek isterken, beni onların sonuç olmadığına inandırdı. Büyük yangın olasılıklarının kendisini endişelendirdiğini, askerlerini bunu önlemek için görevlendirdiğini söyledi. Saat beşte tekrar buluşmak üzere randevulaşıp ofisten ayrıldıktan sonra, yangın büyük bir hızla yayılmaya başladı. İnsanlar büyük bir panik içinde evlerinden kıyıya doğru kaçışırlarken, ofisteki toplantıya gitmemin imkansız olduğunu fark ettim. Öğlen saatlerinde rüzgar, yılın bu mevsiminde olağan dışı bir şekilde güneydoğudan hızla esmeye başladı. Ve akşamleyin büyük bir yangın fırtınası oluşmuştu. İzmir’de uzun yıllardır yaşayan insanlar, yazın bu aylarında böyle şiddetli bir rüzgarı daha önce hiç görmediklerini söylediler. Yoğun duman ve kıvılcımlar, gece yarısından sonra ABD Muhribi Litchfield’nin güvertesine kadar ulaşmış ve her yeri kaplamıştı.

Bu olaydan ancak üç gün sonra Grescovich’i tekrar görebildim. Beş gündür hiç uyumadığını söyledi. O gün ve takip eden diğer günlerde şehrin yanan büyük bir bölümünü dolaştık. Grescovich’in söylediği önemli olayları not ettim. Daha sonra Lloyd’un adamları zararın büyüklüğünü tespit etmeye geldiklerinde bu konuda herhangi bir şekilde konuşmayı reddetti.

Yangından birkaç hafta sonra, birçok Türk komutanla konuşma fırsatı buldum. Hemen hepsi şehri yok etmeye çalışan düşmanlar tarafından suçlamaya tabi tutuldukları konusunda hem fikirlerdi. Bazı yerlerde konuşulan söylemlere katılmıyor, bu yangında suçları olmadığını düşünüyorlardı. ‘Bu şehri neden yakalım ki?’ diye soruyorlardı. ‘İzmir bütün zenginliği ve hazineleriyle bizimdi. Kaçan Yunan ordusunun bıraktıkları, büyük miktardaki askeri malzeme ve yiyecekler ile yangının yıktığı istasyonlar ve ambarlar acil ihtiyacı olan sivillere ve ordumuza verilecekti. Ayrıca bilindiği gibi kaçan Rumlar ve Ermeniler zengin insanlardı. Dükkanlarındaki ve evlerindeki her şeye el konuldu. Bizler bunların gerçek ve tek sahipleriyiz. Bunları almak için her şeyi yakıp yıkabilecek kadar aptal olduğumuzu mu düşünüyorsunuz?’

Ülkedeki haber ajansının, ‘Türklerin, Amerikan konsolosluğunun etrafına benzin dökerken görüldüğü’ söylemi dikkatimi çekti. Çoğu zaman ben de konsolosluk binasının civarında bulunuyordum, ancak hiç benzin görmedim.

Güvenilir tarihçilerin dikkate değer buldukları bir başka gerçek de, İzmirli çok az insanın yangın esnasında ve devam eden günlerde, Türklerin yangından sorumlu olduklarına inanmalarıydı. Türklerin yangının söndürülmesi için sıradan bir önlem alarak ihmalkarlık yaptıkları açıktı. Hepimiz açıkça gördük ki trajik bir şekilde yangına müdahalede de yetersiz kalmışlardır. Ama ne Türk askerlerinin ne de Türk sivillerin kasten yangın çıkardıklarına, ya da şehrin yok olmasını istediklerine dair hiçbir kanıt bulamamıştım. Kanıtlar farklı bir yeri işaret ediyorlardı.”

Ayrıca Prentiss’in, 18 Eylül’de The New York Times’da yayınlanan haberde yer alan “Yunan ordusunun İzmir’de sivil halkı çok büyük ölçüde silahlandırıp cephane temin ederek onları zulüm yapmaya, keskin nişancılık yapmaya teşvik ve organize ettiğine dair haberleri duyuyorum ve bu haberlerin doğru olduğuna inanmam için elimde bol miktarda kanıt mevcut” ifadelerinin 24 Eylül’deki söz konusu haberde bir kez daha vurgulanmış olması, önemle üzerinde durulması gereken bir açıklama olarak yer alıyordu. Haber, Prentiss’in sorumlulukta her iki tarafın da payı olduğunu vurguladığı cümleleri ile son buluyordu. “Ben tekrar Amerikalıların bu korkunç durumdan her iki tarafın da sorumlu olduklarına inanmalarındaki ısrarımı sürdürüyor ve onlardan herhangi bir ulus veya inanç sahibi için değil de korkunç acı içindeki yardıma muhtaç çocukların yardımına koşmak için gayret içinde olmaları çağrısını yapıyorum.”

Yangının sorumlusunun Türkler değil, Ermeniler olduğunu gösteren bir diğer belge de, 8-16 Eylül 1922 tarihlerinde İzmir’de Amiral Bristol’un özel temsilcisi olan ABD Deniz Kuvvetleri’nden Yüzbaşı A.J.Hepburn’un 25 Eylül 1922’de Amiral Bristol’e verdiği rapordur:

“Bu konuyla ilgili bana doğrudan gelen tek kanıt, zamanında yardımcı konsolosluk yapan Barnes’in, Türk askerlerinin konsolosluk önündeki caddeye gaz yağı döktüklerini gördüğüne ilişkin ifadesi oldu. Onları gördüğü sırada yangın iyice büyümüş ve bariz bir şekilde şehrin büyük bir bölümü kurtarılamaz bir hale gelmişti. Benzer eylemlerin görevde olan güvenlik görevlilerimiz tarafından gözlemlendiği başka raporlarda var, ama zamanında bunların hepsini araştırmaya fırsatım olmadı. Hatta bu olaydan, Türk askerlerinin şehri yanarken görüp, hem Türk yetkililerin emriyle olduğunu varsayıp hem de bu olayı yağma yapmak ve kargaşa çıkarmak için bir fırsat gibi görüp, yangın boyunca yardım etmeyi ele geçirilen bir fırsat olarak gördükleri bile anlaşılabilir.

Konu hakkındaki diğer tüm kanıtların, özellikle olaylara neden olan soruların ışığında, bence Türk yetkililerini suçlamalardan beraat ettirecek mantıksal bir neden, şehri yakmayı amaçlayan açık bir niyetlerinin olmadığıdır. Duyduğum iki olası nedenden birincisi; öncelikli amaç yağma ve cinayetlerin kanıtlarını yok etmek için Ermeni mahallesini yakmak ve ikincisi; İzmir’in genelde yabancıların yaşadığı ‘’Gavur İzmir’’ diye bilinmesi ve Türklerin ülkedeki tüm gayrimüslimlerden kurtulmak istemeleridir. Son neden oldukça uzak görünse de, bir önceki neden yağmalamanın yapılma biçimiyle açıkça çelişmektedir. Ermeni mahallesinin yakılması olayının bu konuya çok az etkisi olabileceği konusunda birçok kanıt vardı.

Türkler, şehrin Ermeniler tarafından yakıldığı düşüncesindeydiler. Yunan ordusu bu yangın için her şeyi planlamıştı. Ama beklenmedik aceleci kaçışları, Rum sivillerin bu planı yerine getirmek istememeleri, Ermenilerin yardım almalarını engelledi. Bu görüşün kesin tutarlılığı, ya da en azından Türklerin gönülden inancının nedeni, Türk birliklerinin kapılarına Ermeniler tarafından bombaların atılması ve Ermenilerin Yunanlılar gibi davranmaları gösterilebilir. Yangından sonra Türk toplumunda Ermenilere karşı kızgın bir tutum sergilenmeye, Türk vatandaşlarının ve yetkililerin genel moral bozukluğuyla zorla iyi davranmaya çalışıyorlardı.

Eğer Türkler gerçekten bu şehri korumak isteseler de, ki bunu istediklerine inanıyorum,aptal oldukları kadar, kargaşayı zapt edememek konusunda da suçlamayı hak ediyorlardı. Bu şehri sadece düzgün bir yönetimle, Ermeniler gibi düşman unsurlar ile kanunsuz davranışlarda bulunan şarlatanlar ve yaptıklarına açıkça tolerans gösterilen diğerlerinin ayrılmasına çalışabilirlerdi…”

1923 yılında Amerikan dergisi The Nation’da, Amerikalı yazarlar Arthur Moss ve Florence Gilliam tarafından yazılan “The Turkish Myth” adlı bir makale yayınlanmıştır. Bu makale, İzmir yangınının ilk günlerinde Türkleri suçlayan Amerikan kamuoyuna bir cevap niteliği taşıması bakımından üzerinde durulması gereken bir yayındır:

“Son olarak Türk ordusunun son İzmir taarruzunda yapılamadığı gibi, uzun süredir Türkiye hakkında bulunan suçlamaların tam bir tekzibi de artık yapılamamıştır. Bu taarruzdaki tüm olayların kayıtları, politikaları tutarlı bir şekilde Türk karşıtlığı olan İngiliz ve Amerikalı gazetelerde yer almaktadır. Zafer kazanmış olan ordu bölgeye girdiğinde, 1919 öncesinde Yunanlıların 4000 Müslümanı katlettiğini hatırlayan Hıristiyan nüfus, Türklerin buna misillemede bulunacağı beklentisiyle panik içinde korunma talepleri yollamaya başladı. Cenevre’deki Milletler Cemiyeti Konseyi de Ankara’ya Yunan zulmüne karşılık verilmemesi adına nazik bir ricada bulundu. Kullanılan ibarenin enteresanlığına bakınız: Milletler Cemiyeti, Yunan mezalimini kabul ediyor! Tedrici olarak İzmir’deki Hıristiyanlar ve Hıristiyan Avrupa milletleri anladı ki misillemede bulunulmayacak. Ancak tam bir moral çöküntüsü içinde geri çekilen Yunanlılar öyle kötü davrandı ki, etkin İngiliz sansürü bile haber sızıntılarına engel olamadı. Yenilmiş Yunan ordusunun yağma ve yakmaları öyle boyutlara geldi ki İsmet Paşa’nın, birliklerini karşılık vermemeleri için zapt etmesi çok zor oldu. Fakat o bunu yaptı ve adamları, batılı gözlemcileri derinden etkileyecek şekilde bir saygınlık ve düzen içinde davrandı. (Bizim Haiti’deki adamlarımızdan ne kadar da farklı!) İzmir’e ilk giren Türk birlikleri, yağmayı önleyen ve histerik Rum sivilleri arasındaki paniği sakinleştirmek için ellerinden geleni yapan askeri inzibatlardı. Chicago Tribune, London Daily Mail ve Reuter’s muhabirleri, şehrin talihsiz şekilde yanmasının Türklere bağlanamayacağını belirtmişlerdir. Olay mahallinde bulunan ve Türk tarafını desteklemek için hiçbir gerekçesi bulunmayan bu muhabirlerin yazdığı haberlere rağmen, bugün hala Türklerin İzmir’i yaktığını duymaktayız.

Geri çekilmeleri esnasında, Reuter’s muhabiri, Yunanlı subaylar tarafından şehir yakılacağı için Uşak’ı terk etmesi için uyarılmıştır. İzmir’den yolladığı haber şu şekildedir: ‘Yunan birliklerinin moral çöküntüsü çok kuvvetliydi ve Yunanlı subayların çoğunun davranışları iğrençti. İzmir’e geri çekilirken pek çok Yunanlı subay çapulculuk ve yağmaya önderlik etmekteydi. Fakat aptal yalanlar ve Türk karşıtı propagandadan oluşan yapının son kırıntılarını silkelemek, ezilmiş Rum ve Ermenilere yardım amacıyla bir büyük yardım kurumu tarafından yollanan bir Amerikalı yetkiliye kaldı. Amerika Kızıl Haç’ından Albay Haskell Yakın Doğu’daki araştırma gezisinden yeni dönmüştü. Yetkilinin söyledikleri şunlardı: “Amerika, yerinde oturup Amerika’nın kendilerine yemek vermesini bekleyen Rumlar ve Ermenileri değil, geri çekilen Yunanlıların kasten hinterlandını yıktığı Türkleri beslemelidir. Amerika kiliselerinde dönüp dolanan Türk mezalimine dair hikayeler bir yalandır. Benim fikrime göre barbar olan Yunanlılardır, Türkler değil.”

Yunanlıların Türk ordusunun önünden kaçarak Anadolu’yu terk ederken ortaya koydukları vahşeti, o dönemde İstanbul’da ABD elçiliğinde elçi yardımcısı olarak görev yapan James Loder Park, İzmir Amerikan Konsolosluğu’na gönderdiği raporda şu şekilde ifade ediyor;

“Türklerin korumak için avantajına olduğu söylenebilen binaların pek çoğu yandı.

Manisa neredeyse ateş tarafından tamamen yok edildi… 10.300 ev, 15 cami 2 hamam, 2.228 dükkan, 19 otel, 26 malikane yandı. Turgutlu, içinde 3000 kişinin gayrimüslim olduğu toplam 40000 kişilik bir kasabaydı. Bu 37.000 Türk’ten sadece 6 000’i yaşıyor olarak kayıtlara geçti. Şehirdeki 20.000 binadan sadece 200 tanesi sağlam kalabildi. Büyük bir tanıklık oranına göre şehir Ermeni ve Rum vatandaşlarının yardımıyla sistemli bir şekilde Yunan askerleri tarafından kundaklandı. Gaz yağı ve benzin daha çabuk yayılması ve yıkımın daha kesin olması için özgürce kullanıldı. İçerlerdeki kasabalar partimiz tarafından ziyaret edildi. Yangında zarar gören binaların yüzdesi; Manisa %90, Turgutlu % 90, Alaşehir % 70, Salihli % 65 idi. Bu zarar verilen kasabaların yangını kazara kasıtsız değildi. Aksine çok iyi planlanmış ve organize edilmişti. Bunun kasıtlıca yapıldığına dair pek çok örnek vardır. Yapılan bu zarar tamamen bir katliam, işkence ve tecavüzdür.” Bu rapor da aslında İzmir’deki yangının faillerinin kimler olduğunu işaret etmesi bakımından üzerinde durulması gereken bir belge olarak değerlendirilmelidir. Raporu tanzim eden Park, gerçekte Türkleri pek sevmeyen bir kişiliktir. Ancak, kendisinin desteklediği Yunanlıların bu vahşeti gerçekleştirmiş olmasını görmek de ağırına gitmesine karşın, bu konuda gözüyle gördüklerinin yeterli kanıtlar olduğuna kanaat getirmişti.

TURGAY BÜLENT GÖKTÜRK

1717 Report of Lieutenant Perry, U.S. Navy, 8 November 1922: USDS Decimal File 867.00/1573.
2 The New York Times, 16 Eylül 1922 (15 Eylül Washington kaynaklı haber)
3 The New York Times, 18 Eylül 1922.
4 The New York Times, 19 Eylül 1922 (18 Eylül Paris, Associated Press)
5 The New York Times, 27 Eylül 1922(26 Eylül Paris, Associated Press haber ajansı kaynaklı haber)
6 The Turkish Times, Sept. 1, 1998; Housed in the Library of Congress – Brıstol Papers Collection Under the Followıng Classıfıcatıon: Brıstol, General Correspondence, Contaıner, (November – December, 1922 & January – February, 1923).
7 “Report Upon Smyrna Disaster,”,by A.J. Hepburn, s.46-47, The National Archıves of the United States: Naval Records Collection, Record Group of (Box 713).
8 Arthur Moss, Florence Gilliam, “The Turkish Myth”, The Nation, 13 June 1923.
9 US elçi yardımcısı James Loder Park’tan İzmir Sekreterliğine. 11 Nisan. US Archives US767.68116/34
10 Justin McCurthy, Ölüm ve Sürgün-Death and Exile”, çeviren Bilge Umar, 1998, İstanbul, s.325.