RUM ORTODOKS KİLİSESİ’NİN KIBRIS’TAKİ KARAR ALMA SÜREÇLERİNDEKİ ETKİSİ (2)

Osmanlı Yönetimi Döneminde Kilise

Osmanlılar, 1570 yılı sonbaharında, Kıbrıs’a fetih hareketi başlatma kararı aldılar. Venedikliler, Osmanlılar’ın Kıbrıs’ı ele geçirecekleri endişesi taşıdıklarından, olası saldırıyı karşılamak için şehirlerin çevresini savunma maksadıyla güçlendirmeye başladılar. Özellikle Lefkoşa’nın savunulması için yapılan oniki burçlu surlarda, kentteki eski konaklar, Luzinyan krallarına ait saraylar ve manastırlarla birlikte Ortodoks kiliselerinin çoğu yıkılarak bunlardan sağlanan taşlar kullanıldı . Alınan bu önlemler, Osmanlılar’ın Ada’yı fethetmelerini engelleyemedi.

Venedik egemenliği döneminde can ve mallarından, ırzlarından güven duymayan büyük çoğunluğu Ortodoks’lardan oluşan Kıbrıs Rumları, 1571’den itibaren başlayan Türk döneminde Türk yasalarının güvenliğinde özgür ve insanca bir yaşama kavuştular. Bu yasaların en önemlisi olan, Ada’nın fethinden sonra II. Selim tarafından çıkarılan Kıbrıs Kanunnamesi’yle (23 Zilhicce 979- 7 Mayıs 1572) Kıbrıs’taki insanların rahat etmeleri sağlandı. Bu Kanunname’ye uyularak Venedik yönetimi döneminde toplanan vergilerin önemli bölümü ortadan kaldırıldı. Hıristiyan halkın vergilerini dragoman (saray tercümanı) toplamaktaydı. Dragoman, vergi toplama görevinin yanısıra, devletle Hıristiyan uyruk arasındaki ilişkiyi sağlamaktaydı. Ayrıca, gerektiğinde İstanbul’a giderek Sultan’la görüşebilmekteydi. Bununla birlikte, Dragomanlar çoğu zaman görevlerini kötüye kullanmakta idiler. Başpikopos ve piskoposlarla işbirliği yaparak belirlenenden daha fazla vergi topladıkları ve aralarında paylaştıkları olmaktaydı. Zaman zaman Hıristiyan halkın devletten hoşnutsuz tavır almalarının en önemli nedenlerinden biri de dragomanların devletin saptadığı vergiden daha çok vergi toplamaları ve halkın da bu vergi tutarının devletten geldiğini sanmalarıdır .

Osmanlı Devleti, yönetimi altındaki çeşitli dinsel topluluk ve halklara, “millet” politikası çerçevesinde özerklik tanıyarak, bu toplulukların dini otoritelerine temsil yetkisi vermekteydi. Bu çerçeve içinde Osmanlı yönetimi, Kıbrıs’ın Ortodoks Hıristiyan halkına, üçyüz yıldır Latin Katolik baskısı altına konmuş bulunan Ortodoks Kilisesi’ne sahip çıkma hakkını tanıdı . Bu dönemde, Ortodoks Başpiskoposluğu, Katolik baskısından kurtarılıp, bütün hakları iade edildi ve böylece Luzinyanlar’la Venedikliler dönemlerinde yerli halkın elinden alınan dinsel özgürlükler geri verildi . Katolik Başpiskoposluğu, Osmanlı Devleti tarafından tamamen kaldırıldı ve Ortodokslara geniş olanaklar verildi. Türkler Kıbrıs’ı fethettiği zaman, Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu sürgündeydi. Başpiskopos sürgünden Lefkoşa’ya getirildi ve Ortodoks Kilisesi’nin başına geçirildi. Ayrıca, Kıbrıs Ortodoks Başpiskoposu’na ilk defa Bizans İmparatoru Zeno (İ.S. 474-491) tarafından verilen, ama Luzinyanlar döneminde kaldırılan kırmızı mürekkeple imza atmak ve asa taşımak hakkı, 1660 yılından itibaren yeniden tanındı ve Başpiskopos, Rumların sözcüsü olarak kabul edildi. Hıristiyan halktan para ve vergi toplama yetkisi de Başpiskoposluğa verildi . Böylece, Rum Ortodoks Kilisesi, toplumsal gücünün yanında ekonomik bir güç haline de gelmiş oldu.

Ortodoks başpiskoposuyla piskoposlara sağlanan haklar öylesine geniş ve önemliydi ki, bu sınıf zamanla Ada’nın egemeni olan Türklerden daha çok söz sahibi oldular. Ortodoks Kilisesi’nin ve bu kiliseye bağlı olan Hıristiyanların kendilerine tanınan bu özgürlükleri zaman zaman açıkça, zaman zaman zaman da gizli olarak, sonuçta daima kötüye kullandıkları görülmektedir. Kendilerine tanınan hak ve özgürlükler, onlarda Ada’ya egemen olma düşüncesini yarattı. Birçok isyanın varoluş nedenlerinden birinin de bu olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bundan sonraki süreçte, Ortodokslar kendilerine tanınan ayrıcalıklardan yararlanarak Osmanlı yönetiminden kurtulma yollarını arayacaklar, aynı amacı Enosis düşüncesiyle İngiliz yönetimi döneminde, Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde ve sonrasında, nihayet günümüzde de sürdüreceklerdir.

Nitekim bu konuda ilk girişimlerden biri olarak kabul edilen olay, Ortodoksların aralarında Amathus Piskoposu Esaias ve büyük rütbeli kimselerin imzaladığı bir mektupla fetihten kısa bir zaman sonra, 1608’de SavoyDükası Charles Emanuel’leToskanaGrandükası I. Ferninant’tan Kıbrıs’ı kurtarmaları için yardım istemeleridir. I. Ferdinant’ın gönderdiği donanma, Ada’da yağma hareketine giriştiği için olumlu bir sonuç alamadı. Osmanlı’nın zamanında aldığı tedbirler sayesinde Ortodokslar’ın bu gayretleri boşa gitti .

1754 yılında Padişahın yayınladığı bir fermanla, başpiskopos, Ada’nın ikinci politik ve nüfuzlu kişisi olma hakkını kazanmıştı. Bu tarihten itibaren başpiskoposa“Ulusal Lider” anlamına gelen “Etnarh” denmeye başlanmıştı . Başpiskopos, Rumların milli temsilcisi sayıldı ve geleneksel Osmanlı millet sistemine göre “millet başı” anlamına gelen “Kocabaş” unvanıyla anılmaya başlandı .Piskoposlar reayanın temsilcileri olarak kabul edildiklerinden beri başpiskoposun gücü oldukça artmıştı. Bu unvan onlara kolayca İstanbul’a ulaşmaları ve aracısız olarak Veziriazam ve diğer yetkililerle görüşebilme imkânı kazandırdı. Bu aynı zamanda kendilerine verilen berat gereğince papazların kendi kiliseleri üzerinde adli yetkiye sahip olabilmeleri de demekti .

Avrupalı Devletlerin, İmparatorluktaki gayrimüslim reayanın devlete karşı isyan etmelerini temin için Türk topraklarında başlattıkları faaliyetlerden dolayı, onyedinci yüzyıldan itibaren eski gücünü yitirmeye başlayan Osmanlı Devleti’nin başı,ağrımaya başlamıştı. Bu dönemde, gerek Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu genel sorunlar, gerek giderek artan dış baskı ve müdahaleler, Ortodoks Kilisesi, Başpiskopos, üç metropoliti (Girne, Baf ve Tuzla piskoposları) ve Dragoman’ın nüfuzlarının yükselmesinin en önemli faktörleri oldu . Böylece, hem bundan sonraki dönemlerde kilisenin Türk idaresine karşı muhalefetinden kurtulmak , hem de Kıbrıs Rum halkının, Osmanlı idaresine karşı dışarıdan yapılacak müdahale girişimlerine soğuk bakmalarının sağlanması amaçlandı .

1785 yılında, Kıbrıs’ta yönetim değişikliği oldu. 1702’den beri Sadrazama bağlı muhassıl tarafından yönetilirken, 1785’de Kıbrıs’taki Ortodoks Başpiskoposu’nun İstanbul’a müracaatı üzerine, Kıbrıs doğrudan doğruya Divan-ı Hümayun’a bağlı bir muhassıllık haline getirildi . Bundan sonra başlayan döneme “Müsellimlik” dönemi de denir . Bu dönemde Bab-ı Ali’nin atadığı Dragoma’nın adeta temsilcisi durumuna düşen müsellim, başpiskoposun tavsiyesini almadan hiçbir davranışta bulunamamaktaydı.

Bu arada kilise örgütüne vergi bağışıklığı tanındı. Kilise yönetimi ve Dragoman, o kadar etkili hale geldiler ki, 1785 yılında kendileri ile uzlaşma yoluna gitmeyen ve ayrı politikalar, idari ve ekonomik uygulamalar yapmak isteyen Muhassıl El-hac Abdülbaki Ağa‘yı İstanbul’a yaptıkları girişimler sonucu görevden aldırdılar ve Yafa’ya gümrük memuru olarak sürülmesini sağladılar . Bu nüfuz artışı ile ilgili olarak, İngiliz tarihçi ve arkeolog Franz GeorgMaier şunları söylüyor; “Neredeyse yarım yüzyıl, başpiskopos ve dragoman, yarı otonom bir eyaletin de facto yöneticileriydi. Bu yarı otonom eyalette (Kıbrıs) Türk yöneticiler, 1768-1810 yıllarında hüküm süren Başpiskopos Chrysantos ve Dragoman HaciGeorgakisKornesios’dan sonra ikinci sırayı almaktaydı” .

Maier’e göre, İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği’nde görev yapmış olan William Turner, o günlerin durumunu; “Kıbrıs, sözde Kaptan Paşa’nın atadığı bir beyin idaresi altında olmakla birlikte, aslında Rum Başpiskoposu ve yardımcı piskoposları tarafından yönetilmekteydi” ifadeleriyle açıklıyordu.

Nüfuzu artan başpiskoposlar, bu durumdan yararlanarak halkı hükümete vergi vermemeye ve isyana kışkırtmaya başladılar. Nüfuzlarından ötürü halktan ağır vergiler toplayıp bu toplanan paranın önemli bölümünü kendilerine ayırdılar ve kısa sürede büyük servet edindiler. Yüzyılın son çeyreğinde, elde ettikleri itibar ve ayrıcalıklarla, Devletin de yukarıda belirttiğimiz gerekçelerle yapmış olduğu destekle, Reaya vekillerinin neredeyse iktidarı ele geçirme noktasına geldikleri görülür.

Kendilerine tanınan imtiyazların kıymetini bilmeyen Kıbrıs Rum Kilisesi başpiskopos ve papazları, 1799’da İngilizlerin Mısır’ı işgal etmesinden cesaret alarak, Ada’da Türkler aleyhine çalışmaya başladılar ve halka, İngilizlerin gelip kendilerini “Türk boyunduruğundan” kurtaracağı telkinlerinde bulunarak, onların nefretlerini Türklerin üzerine çevirmeye ve kendi kötü uygulamalarının faturasını Türklere kesme çabasına girdiler. Ancak, tüm bu kötü niyetli girişimlere karşın halk, “bütün felaketlerin ve içinde bulundukları acı durumun sebebinin başpiskopos ve papazlar olduğunu” ifade ederek, onları açık şekilde suçladılar .

TURGAY BÜLENT GÖKTÜRK

 

1. A.g.e., s. 147.
2. Bu Kanunnamenin günümüz dilinde sadeleştirilmiş şekli için bkz.; Hakeri, a.g.e., ss. 250-251.
3. A.g.e., s. 249-250.
4. Geoege H. Hill, A Hıstory of Cyprus IV, 1952, Cambridge: Cambridge UnıversityPress, s. 25.
5. A.g.e., cilt III, s. 1085; Abdulhaluk Çay, Kıbrıs’ta Kanlı Noel-1963, 1989, Ankara, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, ss.11-12.
6. Hakeri, a.g.e., s. 254.
7. A.g.e., s. 256.
8. Sabahattin İsmail, 100 Soruda Kıbrıs Sorunu, Lefkoşa, 1992, s.10.
9. C.D.Cobham, ExcerptaCypria: Materialsfor a Hıstory of Cyprus, Cambridge, 1908, s.316.
10. Nuri Çevikel, Kıbrıs Eyaleti; Yönetim, Kilise, Ayan ve Halk (1750-1800), Gazimağusa, 2000, s.122.
11. A.g.e.,ss. 122-123.
12. Kemal Çiçek, Zimmis (non-Muslims) of Cyprus in theSharia Court: 1110/39 A.H./1668-1726 A.D., 1992, Birmingham, s.59; Çevikel (2006), a.g.e.,s. 322.
13. Hill, IV, a.g.e., s. 59.
14. A.g.e., s. 75; Çiçek, a.g.e.,s. 58.
15. Çevikel (2006), a.g.e.,s. 327.
16. Hill, IV,a.g.e., ss. 98-99; Çevikel (2000), a.g.e., s.123; Çevikel (2006),a.g.e., s. 190.
17. Franz GeorgMaier, CyprusFromtheEarlist Time tothePresentDay(Trans, fromtheGermanby Peter George), 1968, London, s.120: Çevikel (2000), a.g.e.,s. 124.
18. Mehmet Alaattin Yalçınkaya, “İngiliz Kaynaklarına Göre 19. Yy. Başlarında Kıbrıs”, II. Uluslararası Kıbrıs Araştırmaları Kongresi, 24-27 Mayıs 1998, II, DAÜ Basımevi, Gazimağusa/KKTC, 1999, ss. 329-346, Hill, IV, a.g.e.,s.114.