Kongre, Amasya Genelgesi ile yapılan çağrı üzerine, ulusun seçilmiş temsilcilerinin Sivas’ta bir araya gelmesiyle, 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde gerçekleşmiştir. Kongrede Doğu illeri adına delege olarak Erzurum Kongresi’nde seçilmiş olan Temsil Kurulu (Heyet-i Temsiliye) üyeleri bulunuyordu. Batı ve Orta Anadolu’dan gelen delegelerin de katılımıyla Sivas Kongresi ulusal bir boyut kazanmıştır. Tüm baskı ve engellemelere rağmen, sınırlı sayıda bir katılımla, Kongre 4 Eylül 1919’da açılır.
Emperyalistler ve İstanbul Hükümeti Kongre’yi engellemeye çalışıyor
Bir yandan İstanbul Hükümeti diğer yandan emperyalistler baskı ve tehditlerle Ulusal mücadele üzerinde endişe yaratmaya çalışıyordu. Sivas Valisi Reşit Paşa, Erzurum’da olan Mustafa Kemal Paşa’ya 20 Ağustos 1919 tarihinde Fransız Binbaşı Bruno’nun “Sivas’ta bir kongre toplanırsa Sivas’ı işgal edeceği”ni bildirmiş ve çok gerekli değilse vazgeçilmesini istemişti. Mustafa Kemal Paşa ise endişeye yer olmadığını ve Fransızların blöf yaptığını belirterek Valiyi rahatlatmaya çalışmıştır. Ulusal mücadele yanlıları arasındaki sorunlardan bir diğeri de Erzurum’da seçilen Temsil Heyeti’nden bazı üyelerin Sivas’a gitmemesiydi. Mustafa Kemal Paşa Erzurum’dan hareket etmeden önce, Siirt Mebusu Sadullah Bey ortada yoktu, Servet ve İzzet Beyler Trabzon’a dönmüşlerdi. Temsil Heyeti’nden yalnızca Mustafa Kemal, Rauf, Raif Efendi, Şeyh Fevzi, Bekir Sami Sivas’a gidiyorlardı. Daha başlangıçtaki bu çözülme düşmana karşı birlik görüntüsünü zayıflatarak ulusal mücadele yanlılarında çekingenliklere neden oluyordu.
“Manda yok, ya istiklal ya ölüm!”
Mustafa Kemal Paşa bunun yanında “Amerikan Mandası” taraftarlarına karşı koymak zorunda kalacaktı. İstanbul’dan Halide Edip ve Kara Vasıf’tan gelen mektup ile Ali Fuat Paşa tarafından Erzurum’a yollanan 3 mektupta da Amerikan mandası isteniyordu. Mustafa Kemal Paşa yanındakilere şöyle der:
“Biz başarılı olacağız. Buna şüphem yok. Acaba zafere kavuştuğumuz ve memleketi kurtardığımız zaman Osmanlı ricali (ileri gelen yöneticileri) utanç duyabilecekler mi? Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hâkimiyet hakkına, dışarıda temsil hakkımıza, kültürel bağımsızlığımıza, vatanımızın bütünlüğüne dokunulmayacakmış. Buna, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeyecek bir mandayı niçin kabul etsinler ki? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi aşık olacaklar! Bu ne hayal ve ne gaflettir! Hayır paşalar hayır, hayır, beyefendiler hayır, hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok, ya istiklal ya ölüm var.”
Kongre 4 Eylül 1919’da toplanır. Bu arada Mustafa Kemal’in Kongre başkanı seçilmemesine yönelik girişimler vardır. Mustafa Kemal Paşa, Kongre binasına girerlerken Rauf Bey’in “başkan olmamasına” yönelik sözlerine, “Bekir Sami Bey’in evinde aldığınız kararı bana tebliğ ediyorsunuz öyle mi?” karşılığını verir. Bekir Sami Bey’in kaldığı evde Rauf, Kara Vasıf, İsmail Hami Beyler ve bazı kimseler toplanarak Mustafa Kemal Paşa’nın kongrede başkan olmaması için karar almışlardı. Mustafa Kemal Paşa başkan seçilmezse, manda fikrini kolay kabul ettirebilirlerdi.
Kongre, Mustafa Kemal Paşa’nın açış konuşmasıyla başlar. İsmail Fazıl Paşa, başkanlığın, bir gün veya bir hafta süreyle ve alfabe sırasına göre herkes tarafından sırayla yapılmasını önerir. Kendisinin adının baş harfleri de alfabenin başında yer alıyordu. Önerisi reddedilir. Oysa Kongre başkanlığı yöneticilik değil, liderlik makamıydı ve ulusal kararların alınması için delegeler doğru yönlendirilmeliydi. Mustafa Kemal Paşa büyük çoğunlukla başkanlığa seçilir.
Kongrenin ilk üç günü, üyelerin ittihatçı olmadıklarını açıkça belirtmek için ant içmek gerektiğini tartışmak ve İsmail Fazıl Paşa’nın hazırladığı yemin taslağını düzeltmek, padişah’a yollanacak bağlılık yazısını hazırlamak ve gelen telgraflara yanıt vermekle geçer. Ancak dördüncü gün gündeme geçilir.
Mandayı savunanların günümüz ABD ve AB’cilerle benzerlikleri
8 Eylül günü, İsmail Hami (Danişment) tarafından hazırlanmış ve 25 delegenin imzasını taşıyan “Amerikan Mandası”nı isteyen önerge gündeme alındı. Bu kişiler, Amerika’nın en büyük demokrat ülke olduğunu, ABD sayesinde Türkiye’nin de kurtulabileceğini ve uygarlaşacağını ve kendi kendini yönetmeyi öğrenebileceğini ileri sürüyorlardı. Rauf Bey ve Refet Bey de bu önergeyi destekliyorlardı. İstanbul’dan gelen Kara Vasıf da manda yanlısıydı ve Sivas’a “Brawn” adında Amerikalı bir gazeteci getirmişlerdi. Mandacıların görüşleri özetle şöyleydi:
“20. yüzyılda 50 milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak 10-15 milyon lira geliri olan bir kavim için bir dış koruma olmaksızın yaşamak olanağı olamaz. Bağımsız yaşamaya mali durumumuz elverişli değildir. Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçak ile havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyoruz. Bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi paylaşırlar. Eğer İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir savaş açılsa, düşmanımız Yunanistan’dan gemi ile asker getireceği halde, acaba biz Erzurum’dan hangi trenle taşımacılığımızı yapabiliriz? Bir de diyelim ki, biz dış ve iç tam bir bağımsızlık isteriz. Fakat, acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz? Yapamayacak mıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı?”
Bu tür görüşler günümüzde ABD’nin her şeye muktedir olduğunu söyleyenlerin, kendi başımıza kalkınamayacağımızı, insan haklarında, demokraside ilerlemek için AB/ABD’ye muhtaç olduğumuzu, kendi başımıza yapmaya kalktığımızda izin vermeyeceklerini söyleyenlerin fikirlerine ne kadar benziyor, değil mi?
Aradaki fark o yıllarda ‘manda’yı savunanların çoğunun kendi dinamiklerimizle kalkınmamızın yetersizliğine samimiyetle inanmasıydı ve çoğu fikrinin yanlış olduğunu savaştan önce veya sonra görerek Cumhuriyet’e gönülden bağlı olarak hizmet vermişlerdi. Bugün ise AB, ABD savunucularının çoğu “bağımsızlık” diyenlere “dinozor”, “geri kafalı”, “çağdışı” , “Türkiye’yi dünyadan soyutluyorlar” diye saldırıyor. 1989 bahar eylemlerini ve sonrasında Ankara’ya yürüyen, Tekel direnişinde, bu yaz Bursa’da, Eskişehir’de, Ankara’da ayağa kalkan işçi sınıfını, Haziran’da ayaklanan milyonları görmüyorlar, hala ABD’den, AB’den demokrasi bekliyorlar. Bu halkı küçümsemek, halktan ümidi kesmek değil de nedir?
Oysa Atatürk “hangi istiklâl vardır ki, ecnebilerin nasihatları ile, ecnebilerin planlarıyla yükselebilmiş olsun? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir” dememiş miydi?
Sonunda Amerikan Kongresi’ne bir mektup yazılarak “manda” istenmesini öneren Rauf Bey’in bulduğu çözüm kabul edilir ve ABD Kongresi’ne bir mektup yazılır. Oysa ABD Monreo Doktrini’ne dönerek Avrupa sorunlarından uzaklaşmıştır. ABD bu konuyla ilgilenmez ve manda konusu da kapanır.
Bu arada Trabzon’dan gelen bir telgrafla, Sivas Kongresi’nin genel kongre olmasına ve bir Temsil Heyeti seçmesine karşı olduklarını bildirdiler. Erzurum’dan da buna benzer haberler geliyordu. Hatta Kazım Karabekir Paşa da Trabzon delegelerinin görüşlerini paylaşmaktadır. Diğer yandan Elazığ Valisi Ali Galip’in İngilizlerin de yardımı sağlayıp Kongreyi basacağı duyuldu. Fakat haberi önceden alan kuvvetlerimizin karşısına çıkma cesaretini gösteremedi. Kongre 11 Eylül’de çalışmalarını başarıyla tamamlar.
Kongre kararları
1. Milli sınırları (Misak-ı Milli) içerisinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanamaz.
2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet topyekün kendisini savunacak ve direnecektir.
3. İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
Bu madde ile İstanbul Hükümetinin millet menfaatlerine aykırı herhangi bir karar veya davranışına milletin kayıtsız kalmayacağı, gerektiğinde milli iradeye dayanan bir hükümetin derhal kurulacağı açıkça belirtiliyordu.
4. Kuvay-ı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hâkim kılmak temel esastır.
Her ne kadar padişaha bağlılık bildirisi hazırlanmış olsa da artık Millet, egemenliği kendi eline almıştı ve kendi hâkimiyetinden başka hiçbir güç tanımıyordu. Bu esas Cumhuriyet yönetimin kurulacağını ortaya koymaktadır; bu nedenle Atatürk de Sivas Kongresi için “Cumhuriyet’in temelini burada attık” demiştir.
5. Manda ve himaye kabul edilemez.
6. Milli iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan’ın (Millet Meclisi) derhal toplanması mecburidir.
7. Ulusal cemiyetler, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında genel bir teşkilat olarak birleştirilmiştir.
8. Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından Temsil Heyeti seçilmiştir. Mustafa Kemal de başkanlığına getirilmiştir.
Atatürk başarı garantisiyle hareket etmiyor
Kongre sonunda “ya başaramazsanız?” diye soran Amerikalı gazeteciye Mustafa Kemal Paşa şu yanıtı verir:
“Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını sağlamak için, düşünce sınırlarını aşan girişimler ve fedakârlıklarda bulunduktan sonra başarılı olur. ’başarılı olmazsa’ demek, o ulusun ölmüş olacağına karar vermek demektir.”
İstanbul Hükümeti, bu kongreyi “meşru olmayan bir isyan” olarak değerlendirmişti. Damat Ferit “Anadolu hareketleri, Birinci Dünya Savaşı’nda terfi etmiş bir kaç subayın işidir. Bu hareketler, alevi sönmüş bir saman ateşinden başka bir şey değildir” diyordu. Mustafa Kemal’in buna yanıtı Damat Ferit Hükümeti görevden çekilene kadar İstanbul ile her türlü telgraf ve posta haberleşme ve ulaştırmasını kesmek olmuştu. Sonrasında da Damat Ferit Hükümeti düşecektir.
Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti ile her türlü ilişkinin kesilmesi ile ortaya çıkan otorite boşluğunu, Anadolu’da valilik, kaymakamlık gibi sivil ve askeri yönetimleri Heyet-i Temsiliye’ye bağlayarak değerlendirir.
Böylece Kongre ile ulusal dava için mücadele eden cemiyetler birleştirildiği gibi sivil ve askeri makamlar da ulusal mücadele cephesine katılmış olur.
Milletimizi birleştirelim
Bugün milletçe birlik olamamaktaki en büyük sıkıntı toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi. Bugün de milletimizi birleştirmek için Atatürk gibi insanları hemen karşı tarafta görmeden anlamaya çalışmalıyız. Kolaycılıkla “çıkarcı, vatan haini, emperyalizm işbirlikçisi, mevki düşkünü, şeriatçı, yobaz, vb” yaftalamadan önce insanları kabul edilmesi olanaklı, kendi çıkarlarına uygun olmayan davranışlara yönelten sebepleri bulmaya çalışmalıyız. Dahası “onları hataya sürüklemede benim de hatalı tutumum rol oynuyor mu?” diye sormalıyız.
Bunları yaptığımız, birbirimizi dinlediğimiz ölçüde toplumsal kutuplaşma azalacak ve emperyalizme karşı milli birliği Sivas Kongresi’ndeki gibi sağlayacağız.
Mustafa Solak