Günümüzde halen tartışılan konulardan biridir, SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’nin beklenmedik bir şekilde çöküşü.
Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Gorby (Mihail Sergeyeviç Gorbaçov) süreci hızlandıran ve “Soğuk Savaş” dönemini sonlandıran kişi olmuştur.
Ülkedeki siyasal ve ekonomideki gerilemeler ile savunma harcamaları ve hantallaşmanın arttığı bir dönemde iş başına gelmiştir.
İlk başlarda ülkesine ve dünya siyaset sahnesine yeni çizgiler getirmeye çalışmışsa da, sonraları Batı Dünyası’na adeta teslim olmuş bir görüntü vermiştir.
Gorby; kimileri tarafından SSCB’nin dağılmasına neden olan, kimileri tarafından da cesur bir reformcuydu.
Temel felsefesi; sosyalizmi Batı’nın özgürlükçü bireyci eğilimleri ile birleştirmekti.
İlan ettiği reform programlarıyla gevşeyen ekonomiyi diriltme ve siyasi açmazları çözme iddiasındaydı.
Bu politika ile tıkanıklık giderilecek, ekonomiye canlılık kazandırılacak, güvenilir ve etkin bir mekanizma kurulacaktı.
Ekonomide durgunluk veya gerileme gösteren ülkelerde, gücün kullanılmasında zaman zaman kaymalar görülmektedir.
SSCB’de aynı tuzağa düşmüş oldu.
Otoriter sistemde atılan adımlar, farklı unsur ve uluslarda heyecanla karşılanmış, birliğin ve sosyalist iktidarın sonunu getiren olayları hızlandıran bir etki yaratmıştır.
Sorunların artış eğilimi göstermesi ve süratle büyüyüp çözüme kavuşturulamaması, kontrolün kaybedilmesine neden olmuştur.
Üstelik olumsuzluklar sadece Rusya coğrafyasıyla sınırlı kalmamış, birliğin tüm üyelerini de etkilemiştir.
Yenilenen demokratik anlayış ve arayış, bağımsızlık yanlılarına zemin hazırlamıştır.
Pusuya yatmış Batı Dünyası da, boş durmuyordu.
Kendi güvenliklerini garanti altına almak için birliğin çözülmesine çanak tutmuşlardır.
Artık, Sovyet müdahalesini öngören Brejnev Doktrini’nin yerini 1Frank Sinatra doktrini “I did it my way/ben bildiğim gibi yaptım” almıştı.
En hassas bölge, Doğu Avrupa idi.
Polonya ve Macaristan’da komünist partiler ortadan kalkmış ve çok partili demokratik sistemlere yönelinmişti.
Bağımsızlık hareketleri Letonya, Litvanya ve Estonya’nın Moskova ile bağlarını koparmasına imkan vermişti.
Utanç duvarı olarak adlandırılan Berlin Duvarı yıkılmış ve Doğu Almanya vatandaşlarının Batı’ya geçişine izin verilmişti.
Ayaklanma hareketleri de şiddete maruz bırakılmıştır.
Azerbaycanlıların kalbinde acısı halen tazeliğini koruyan ve temelinde Dağlık Karabağ sorunu olan “Kanlı Ocak” katliamı da, o günlerde yaşanan en ağır olaylardan biridir.
İki Almanya’nın birleşmesi, özellikle Rus milliyetçilerinde de büyük bir travma yaratmış, “Demir Perde” tarihe karışmıştı.
SSCB’nin dağılacağı anlaşılınca, Ermenistan dahil bütün ülkeleri tanıyan ilk ülke, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmuştur.
“Perestroyka (yeniden yapılanma) ve Glasnost (açıklık)”un geniş çerçevesinde yeni barış ufuklarının açılması da, söz konusu olmadı değil.
Askeri ve siyasal ilişkiler çerçevesinde oluşturulan Barış için Ortaklık (BİO) zemininde, eski Doğu Bloku Ülkeleri’nin Kuzey Atlantik İttifakı (NATO)’na açılması hedeflenmiştir.
Yeni dünya düzeni kuruluyor ve güç dengesi NATO lehine bozulmuş oluyordu.
Rusya’nın günümüzdeki coğrafi durumu, doğal ve savunmasına elverişli sınırlara sahip olmasını mümkün kılmamaktadır.
Bugünlerde olanca şiddetiyle devam eden Rusya Ukrayna Savaşı’nı, o günlerde yaşanan gelişmelerin sonucu olarak okumamız gerekir.
Kuşkusuz; her yönetimin kendine özgü yararı ve zararları vardır.
Nobel barış Ödülü sahibi Gorby de kısa vadeyi değil, uzun yıllar sonrasını düşünen biri olarak öncü olmaya çalışmıştır.
Ancak, ne bir istikrar sağlayabilmiş ne bir güven ortamı yaratabilmiş ne de bir karar adamı olabilmiştir.
Ve şimdilerde ebedi istirahatgahı; kendisini deviren Boris Yeltsin ile birlikte Kremlin Duvarı Mezarlığı değil, Nazım Hikmet’in de yattığı Moskova’daki Novodeviçi Mezarlığı’nda eşi Raisa’nın yanı olmuştur.
Son söz; “Devlet adamı bir kutup yıldızı gibidir. Onu özel kılan parlaklığı değil konumudur.”
İsmet Hergünşen