Tarihin en büyük İmparatorluğu Roma İmparatorluğunun batısını sonlandıran Germenler, tarihte nadiren birleşti. Papa III. Leo tarafından 25 Aralık 800’de Roma’da taç giydirilen Charlemagne Orta Avrupa’da Kutsal Roma Germen İmparatoru olarak sahneye çıktığında Roma’nın devam olmak ve Roma Katolik Hristiyanlığını yaymayı hedefliyordu. Ancak gerçek anlamda bir imparatorluk değildi. Hem Alman (Germen) hem Romalı tanımlaması ile tek bir devlet veya devletler konfederasyonunu temsil etmiyordu. Vatandaşlarının bir imparatorluk kimliği yoktu. Sınırları net olarak belirlenmemişti. Merkezi bir bürokrasisi, düzenli ve sürekli orduları ve idari yapısı yoktu.
2000 YILLIK AYRIŞMA
843’te torunları aralarındaki savaş sonunda Verdun Anlaşması ile İmparatorluk Almanlar arasındaki ayrışmayı bugüne kadar taşıyacak şekilde etki alanlarına böldü. Alman Louis lakaplı Kral, bugünkü Almanya’nın içinde kalan ve Tuna ile Ren nehri arasında Roma İmparatorluğunu doğudan gelen barbar Germenlerden korunmak için inşa ettiği Limes Germanicus (Alman Hududu) batısında kalıyordu. Köln, Stuttgart, Viyana, Bonn, Mainz ve Frankfurt gibi gelecekteki Almanya’nın ve Avusturya’nın büyük şehirleri Roma İmparatorluğunun kültürel ve dinesel gölgesinde büyüyecekti. Bu bölge Katolik idi. Reformasyonun ortaya çıkmasına 650 yıl vardı. Fransızlar ve İngilizler birleşmiş ulus devletlere dönüşürken Almanya bunu becerememişti. Neredeyse 2000 yıl boyunca Merkezi Avrupa Almanca konuşan halklardan oluştuysa da bugün Almanya dediğimiz bölge, yüzlerce küçük devletçikler, dukalıklar, serbest şehirlerden oluşuyordu. Dini ve hanedan kapsamlı bölünmeler, Habsburg gibi güçlü bir ailenin uzun süreli tekeline rağmen Almanları ulus devlet altında birleştiremedi. Alman prensleri sürekli birbirleri ile savaştı.
ALMANLARIN DİNSEL BÖLÜNMESİ
1517 sonrası Alman Papaz Martin Luther’in Protestanlığı ve Lutheryan akımını başlatması dini bölünmeyi başlattı. Vatikan’a isyan Limes Germanicus’un kuzeyinden ve doğusundan gelmişti. Almanlar Roman Katolik, Lutheryan ve Kalvinist olarak bölündüler. Bölünmüşlük, din temelli 30 yıl savaşlarında (1618-1648) görülmemiş boyutlarda Alman şehirlerini yıkıma uğrattı. Nüfusun yarısı savaşlarda ölmüştü. Din savaşlarına son veren Westphalia Anlaşması sonrası Almanca konuşan Avrupa 100’lerce bağımsız devletçiğe bölündü. Bunlar içinde 200 yıl boyunca en büyükleri Prusya ve Avusturya oldu.
PRUSYA’NIN YÜKSELİŞİ
Prusya, asıl enerjisini ve gücünü 18’inci yüzyılın ünlü devlet adamlarından, İmparator II’nci (Büyük) Frederick zamanında, 1740 yılından sonra toplamaya başladı. 1759 yılında İngilizlerle ittifaka giderek, Avusturya Macaristan İmparatorluğu’ndan büyük toprak parçaları kazandı ve en önemlisi Polonya’nın büyük bölümüne sahip oldu. 1790 ortalarından sonra ittifak kurdukları Rusya ile dönemin Avrupa’ya en büyük tehdidi olan Napolyon Fransa’sını Leipzig Savaşında (1813) yenip Alman topraklarından çıkardılar. Napolyon’un en büyük iyiliği pek çok küçük devletçiliği ortadan kaldırmış olmasıydı. 1815 Viyana Kongresinde Alman topraklarında bulunan devlet sayısı 40’a düşmüştü. 1848 Avrupa devrimleri Almanya’da birleşme baskılarını artırdı. Bu birleşmenin en büyük krallık olan Prusya Krallığı altında olması istendiyse de Kral bunu varlığına tehdit gördü ve birleşme başarılamadı.
ALMANYA’NIN BİRLEŞMESİ
1870 yılında yaşanan Fransa – Prusya savaşından sonra 18 Ocak 1871 tarihinde Almanlar, Prusya Kralı I. Wilhelm zamanında birleşmeyi ve bir imparatorluğa dönüşmeyi başardı. Avusturya bu birleşmenin dışında tutulmuştu. Fransız İmparatoru III. Napolyon’u Sedan’da esir almışlardı. Birleşmeyi sağlayan ne bir darbe ne de devrimdi. Aslında bu başarıydı. Neticede orduları 1870 yılında Paris’i 4 ay kuşatacak kadar Fransızları küçük düşürmüştü. Muhafazakâr toprak sahibi (Junker) bir aileden gelen Prusyalı aristokrat Otto von Bismarck milliyetçiliğin gücünü kullanarak birleşmeyi başarmıştı. 28 Eylül 1862 yılında Prusya Başbakanı (Şansölye) olan Bismarck, ilk konuşmasında büyük sorunların ancak demir ve kanla çözüleceğini vurgulamıştı. Başkent Berlin olmuştu. Yeni İmparatorluğun lokomotifi Prusya idi. Buradaki Junker çiftlikleri sayesinde Avrupa’nın en verimli ve kazançlı tarımını yapıyorlar ve bir yandan ülkeyi demiryolları ile örüyorlardı. 1811- 1848 arasında önceden serflik sistemini kaldırmış olmaları da nitelikli emek arzını geliştirmişti.
KARACI PRUSYA
Bölgesinde Hansa sistemi ile oluşan limanların varlığına rağmen, Prusya karacıydı, karakteri kara idi. 1888 yılına kadar geçen 200 yılda Prusya her anlamda karacı bir devlet idi. Kıyılara sahip olduğu halde donanmaya sahip değildi. İmparatorluk Amirallik Dairesi 1872 yılında kuruldu. Bu daireye 1888 yılına kadar, Alman kara ordusu generallerinin komuta etmiş olması, donanmanın o dönem Almanya’sında nasıl görüldüğünün bir göstergesidir. Bismarck döneminde Almanya, donanmasını o kadar ihmal ediyordu ki, bir tabur asker yaratabilmek için, son savaş gemilerini bile satmışlardı. Denizden o kadar uzaktılar ki, 1870 savaşından galip çıktıklarında, tazminat olarak Fransız savaş gemileri önerildiğinde, bu gemileri donatacak personel bulunmayacağı gerekçesiyle teklifi reddettiler. Bismarck denizlerin İngilizlere, karaların Almanlara ait olduğuna inanıyor ve İngiliz Donanması’nın denizlerde barış ve dengenin güvencesi olduğunu söylüyordu. Bismarck, Kraliyet Donanması’nı görev süresi içinde Alman çıkarlarına asla bir tehdit olarak görmedi. 1888 ile 1914 arasında görev yapan üç Genelkurmay Başkanı, Waldersee, Schlieffen ve Moltke de diğer kuvvetler uğruna donanmanın gelişmesine karşı çıktılar. Ancak gelişen Alman sanayisi ve ticareti, onlar istemese de İngiltere’yi onlara düşman yapıyordu. Bir kıta devleti olarak tarih sahnesinde yerlerini almışlardı. Meclise (Reichtag) sahiptiler. Protestan dini hakimdi. Parlamenter Monarşik yapıdaki imparatorluk, aristokratlar, toprak sahipleri (junkers), finans ve iş elitleri, bürokrasi, Protestan ruhban sınıfı ve yüksek prestije sahip ordu sayesinde kurulmuştu. Muhalefet, Roman Katolik Kilisesine bağlı Merkez Parti, Sosyalist Parti ile Prusya hakimiyetine karşı çıkan liberallerden oluşuyordu. İmparatorluğun Hohenzollern Hanedanı egemenliğinde yönetildiğini, batı ve güneyin zengin eyaletlerinin Lutheryan Prusya’yı ve ordusu ile Junker aristokratları beslediğini iddia ediyorlardı. Bismarck daha sonraları parlamentoyu feshedecekti.
KISA SÜREDE OLUŞAN SÜPER GÜÇ
1875 yılı sonrası başlayan ikinci sanayi devrimi karacı ve kıta devleti refleksi ile hareket eden Almanya’yı her alanda ileriye taşıdı. Rhur Bölgesindeki verimli kömür yatakları ve demir madenleri sayesinde yeni devletlerini demir ve kömür üzerinden geliştirdiler. 1880 yılında demir ve çelik üretiminde dünya çapında efsane oldular. 1826 yılında Alman Krupp şirketinin 17 işçisi varken, bu sayı 1910 yılında 70 bin olmuştu. Bu durum, büyük sermaye birikimine neden oldu ve başta ABD’den olmak üzere üretim araçları ithal etmeye başladılar. Sanayileşmede ABD’yi taklit ettiler. Demir ve çelik sektörlerindeki liderlikleri, daha sonra kimya sektöründe devam etti. 1846 yılında kurdukları Merkez Bankası, ekonomik disiplin sağladı. 1848 yılında California ve 1851 yılında Avustralya’da bulunan altın, dünya para arzını artırınca, bu birikimin önemli bir kısmı Almanya’ya aktı. Bu birikim, fabrikaları mantar gibi çoğalttı. Finans kaynaklarının çoğalması, sermaye birikimini, o da sanayi hamlesini geliştirmiş, daha fazla kaynağa, özellikle Fransız demir havzasına erişim gayretleri, jeopolitik ihtirasa dönüşmüştü.
DENİZE ÇIKMA İHTİYACI
Artık kıtadan okyanusa çıkma zamanı gelmişti. Dünya tarihinin akışını her iki dünya savaşında değiştirecek, Almanya’yı küresel güç mücadele arenasına çıkaracak süreç başlamıştı. Enerji ve sanayi ile buluşan, birliğini sağlamış, çalışkan insanların yeni devleti denize çıkmalıydı. Almanya 1878 Berlin Konferansı sonrası Afrika’da sömürgeler elde etmişti. Bu yetmezdi. 1884 sonrası Avrupa dışında sömürge arayışına girdi. Dışarıya yöneliş denize ve okyanuslara çıkışı elzem kıldı. 1888 yılı yazında tahta geçen Kayzer II. Wilhelm, Kurucu Kayzer I. Wilhelm ve Bismarck’ın tam aksine Almanya’yı denizci yaptı. Genç Kayzer, Almanya’nın “Weltpolitik” hedeflerini elde etmede büyük bir donanmaya olan ihtiyacını çok iyi biliyordu. Bu kapsamda Amerikalı stratejist Mahan’dan da çok etkilenmişti.
DENİZCİLEŞME SÜRECİ
1888 sonrası Alman denizciliği tarihsel enerjisini 1143 yılında “Hansa Ligi” adı verilen ekonomik konfederasyonda yer alan Dortmund, Lübeck, Bremen, Hamburg, Kiel gibi liman şehirlerinden kaynaklanan geleneğin korunmuş olmasından alıyordu. 1864 yılında İkinci Schleswig Holstein savaşında da deniz üsleri ve tersane geliştirmek üzere, Wilhelmshaven, Kiel ve Danzig’i ele geçirmeleri Prusya’nın Baltık ve Kuzey Denizi’ne çıkışını kolaylaştırmıştı. Bu bölgelerin 1888 sonrası Protestan ahlakı ile denizciliği buluşturması Almanya’yı kısa sürede denizci yaptı. Almanlar başlangıçtan itibaren gemilerinde subay kadrolarında kullanmak üzere çok büyük çoğunlukla Prusyalı ve Hansa şehirlerinden gelen (Lübeck, Hamburg ve Bremen) asil aile çocuklarını yetiştirdiler. Bu nedenle Alman Donanması, Protestan Amiral ve subaylar tarafından kuruldu ve yönetildi. 1888 yılında, hiç muharebe gemileri (battleship) yoktu ve sadece 534 subay ile 15,000 denizciye sahiptiler. Aynı yıl İngiltere’nin 17, Fransa’nın sekiz muharebe gemisi vardı. Alman Donanması, 1890-1914 arasında olağanüstü büyüdü. 1890 yılında üç muharebe gemisi olan Alman Donanması, Birinci Dünya Savaşına girerken bu sayıyı 19 dreadnota çıkarmıştı. Ayrıca 20 drednot öncesi muharebe gemisi ve yedi muharebe kruvazörü vardı. 1885-1914 arasında Alman ticaret filosu da 8 kat büyümüştü. Dünya denizcilik tarihinde böyle bir rekor henüz yaşanmamıştı. 1892 yılında projesine başlayan Berlin-Bağdat demiryolu, Osmanlı İmparatorluğu ile yakınlaşmalarının en önemli aracı olurken, aynı zamanda kömürden petrole geçişin başladığı bu dönemde, zengin petrol kaynaklarının bulunduğu Kerkük ve Musul Bölgesine inmenin bir aracıydı. Osmanlı ile yakınlaşma tamamen jeopolitik nedenlerle başlatılmıştı. Almanya, kömür ve çelikle ancak karada büyüyordu. II. Wilhelm 1895 yılında Kiel- Kanalı’nın inşa ettirerek, Kuzey ve Baltık Denizlerinin birleşmesini sağlayan jeopolitik bir manevra gerçekleştirdi. 1888 yılından itibaren, 26 yıl içinde dünyanın en büyük donanmasına meydan okuyabilecek bir donanmayı vücuda getirdiler. Dünya tarihinde, kısmen Japonya hariç, Almanlar kadar kısa sürede denizgücü oluşturabilen ve denizcileşen başka bir örnek, tarihte yoktur. Artık önlerindeki tek duvar İngiltere’ydi.
OKYANUSA ÇIKMAK
Alman denizcileşmesinin sahadaki lideri Haziran 1897’de Donanma Bakanı olan ve 17 yıl görevde kalan Amiral Von Tirpitz oldu. Şöyle diyordu: “Almanya öylesine güçlü bir savaş filosuna sahip olmalıdır ki, en büyük donanmaya sahip bir düşman için bile onunla savaşa girmek, dünyadaki kendi durumunu tehlikeye atmak olsun…Almanya’nın şu anda denizde en tehlikeli düşmanı İngiltere’dir.” Bu süreçte Tirpitz’in en büyük bir diğer destekçisi de Dışişleri Bakanı Von Bülow idi. 1897 yılında Birinci Donanma Yasası parlamentoda görüşülürken, “Güneşin Batmadığı İngiliz İmparatorluğu” sözüne şöyle cevap vermişti: “Şimdi biz de güneşte bir yer talep ediyoruz.” 1905 yılına gelindiğinde Alman Donanması küresel jeopolitiği etkileyecek ve okyanuslara çıkacak boyuta erişmişti.
İngiltere panik halindeydi. 1905 yılında Fransa ile “Entente Cordial”i imzaladılar ve iki donanma rol paylaşımına gitti. İngilizler Akdeniz’i Fransızlara bırakarak Atlantik Okyanusu’na çekilmişti. Asıl amaç, Alman Açık Deniz Donanması’nı anavatan sularına hapsetmekti. 1908’de denizcileşen Almanya’nın tüm dengeleri alt üst ettiğini gören İngiltere, Rusya ile anlaşarak Almanya’yı iki cepheli bir savaşa zorlayacaktı.!908 Reval görüşmesinde Rusya’yı ilk kez yanlarına çektiler ve karşılığında Türk Boğazlarını önerdiler.
İLK JEOPOLİTİK SAVRULMA: BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Birinci Dünya Savaşında Alman Donanması stratejik hedeflerine erişemedi. 1916 da yaşanan Jutland Deniz Savaşında İngilizleri yenmelerine rağmen takip etmediler ve açık denize çıkmadılar. 1917 yılına yani ABD’nin İngilizleri kurtarmaya gelişine kadar 375 gemilik denizaltı filoları ile İngiltere’yi neredeyse yok olma aşamasına getirdiler. (Toplamda 6 milyon ton civarında gemi batırdılar.) Ancak ABD’nin Rusya’nın ittifaktan çekilmesi sonrasında savaşa katılmasıyla tekrar denizden karaya itildiler. Ancak asıl jeopolitik savrulmayı kendi içlerinde yaşadılar. Ekim 1918’de Alman Açık Deniz Filosuna, Danimarka Boğazlarından ani bir çıkışla, İngiliz ablukasına karşı harekât emredildi. Ancak Alman Donanması bu emre uymak yerine, isyan çıkardı ve kısa sürecek komünist bir devrim hareketini başlattı. Dolayısıyla harekât iptal edildi. Alman Donanması’nın bu isyanı, Almanya’nın 11 Kasım 1918 günü yürürlüğe giren ateşkesi kabulü ve savaşın sona ermesini hızlandırdı. Kayzer Hollanda’ya kaçtı. Savaşı sonuçlandıran Versay Antlaşması’na göre, Alman Donanması’nın İngiltere’ye teslim edilmesi isteniyordu. Gemi Komutanları bu antlaşmayı protesto ederek, 21 Haziran 1919 günü İskoçya açıklarında Scapa Flow’da, enterne edilmiş Alman Donanması’nın çoğu çok yeni, 74 gemisini kendi elleri ile batırdı.
YENİDEN DENİZE ÇIKIŞ REFLEKSİ VE HİTLER
Versay Antlaşması, Almanya’ya yalnızca altı adet dreadnot öncesi muharebe gemisi ile birkaç hafif kruvazöre sahip olma olanağı tanıyordu. Denizlerden uzaklaştırılmış ve karaya itilmişlerdi. Uçak ve denizaltı inşası yasaklanmıştı. Nasyonal Sosyalizm, Haushoffer’in Hayat Alanı (Lebensraum) jeopolitik teorisi ile birleşince 20. Yüzyıl başındaki askeri yetenek artışı ve genişlemenin bir benzerine geçtiler. Donanma Hitler’in iktidara gelmesiyle büyümeye başladı. 1938 yılında yürürlüğe giren Z Planı ile 1947 yılına kadar 13 muharebe gemisi, dört uçak gemisi, 100 kruvazör ve muhrip ile 250 denizaltıya sahip olmayı hedeflediler. Ancak karada savaşı erken başlatan Hitler Z Planının sonuçlanmasını beklemedi. Karadaki yıldırım harbinin büyüsüne kapılan Hitler, Deniz Kuvvetlerini ihmal etti. Amiralleri dinlemedi. Dolayısı ile su üstü filosu etkili olamadı. Ancak Denizaltı filosu İngiltere adasını Atlantik Savaşında abluka altına almayı başardı. Açlık ve yakıtsızlık sınırına girdiklerinde ABD yine yardıma koştu. Ödünç verdikleri savaş gemileri ve konvoy sistemi ile Alman U Botlarına karşı başarı sağladılar. Başlangıçta 55 denizaltısı olan Almanlar, savaş içinde 1153 denizaltı inşa ettiler ve savaş boyunca 20 milyon ton toplam tonaj karşılığı 3000 civarında gemi batırdılar. Ancak Anglo-Amerikan üstünlüğü sonunda, 754 Alman denizaltısı batırıldı ve 32 bin denizci kaybedilmişti. Savaşın en yoğun yaşandığı dönemde cepheye hareket eden denizaltıların, bir daha limana dönemeyeceği biliniyordu. Tarih, bilerek ölüme gitme oranının bu kadar yüksek olduğu, başka bir deniz mücadelesi kaydetmedi. Buna rağmen, denizaltıcı olmak üzere istekli bulunan 82.000 denizcinin dilekçesi, dosyada sıra bekliyordu.
İKİNCİ JEOPOLİTİK SAVRULMA VE DENİZDEN KOPUŞ
İkinci Dünya Savaşı Almanya’nın, ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesiyle son buldu. Böylece Almanya, Sovyet ve Avrupa-Atlantik etki alanlarına göre Doğu ve Batı Almanya olarak ikiye bölündü. Savaştan yıkık ve ruhen çökmüş haldeki Almanya’da ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa sürekli askeri varlık bulunduracak düzenlemelere gitti. Sadece Soğuk Savaş bahanesi ile değil, bu savaş makinesi ulusun, bir daha denize çıkmasını önlemek, saldırı yeteneğine sahip ordular geliştirmesini engellemek için Batı ve Doğu Almanya içlerinde onlarca ABD, NATO ve Varşova Paktı üsleri kuruldu. 200 bin civarında Amerikan ve İngiliz askeri; on binlerce Sovyet askeri Batı ve Doğu Almanya’ya aileleri ile yerleşti. Batı Almanya’nın en stratejik limanları, Avrupa cephesinin gelecekteki bir savaşta NATO kabul limanları oldu. Böylece Batı Almanya savunmasını tamamen ABD stratejistlerinin; Doğu da Sovyet stratejistlerinin aklına emanet etmek zorunda kaldı. Amerikalılar Batı Almanya’nın savunmasını üstlendiğinden, 1990’lara kadar savunmaya büyük kaynak aktarmadılar. Böylece kalkınmaya ve savaşın yaralarını sarmaya kaynak ayırabildiler. 1955 yılında NATO üyeliği ile tamamen NATO plan ve hedeflerine göre oluşturulan bir ordu ve donanmaya sahip olmaları dikte edildi. Almanya’nın bir daha küresel veya kıtasal çapta deniz gücü geliştirmesi uzun bir süre askıya alınmıştı. Anglo Sakson ekol, bir daha Alman denizgücünün Atlantik ya da Kuzey Denizi’nde kendisine rakip olmasına izin veremezdi. 1958 yılında AET kurucu devletleri arasında yer aldılar.
ABD İZNİNE BAĞLI DENİZ GÜCÜ
Anglosakson etkisi, Almanları tarihlerinden uzaklaştırdı. Bundan donanma da payını aldı. Ancak savunma sanayisinin köklü kurumları tecrübe ve birikimlerini korudular. Bugün, Almanya’nın Avrupa Birliği’ndeki lider konumu, gücünü sadece iki Almanya’nın 1990 sonrası birleşmesi ya da ekonomik büyüklüğünden almıyor. Her ne kadar yakın askeri tarihlerini unutmuş ve hatta reddetmiş olsalar da savunma sanayi konusunda reddettikleri askeri mirasın etkileri çok belirgin şekilde devam ediyor. Amerikan baskısı tersanelerinin ve savunma sanayilerinin gelişimini ve dünyada seçilmiş savaş gemisi tiplerinin tasarım ve inşasında lider olmalarını önleyemedi. Alman Donanması’nın Baltık ve Kuzey Denizi dışında varlık göstermesi, ancak 1990’lı yıllardan itibaren iki Almanya’nın birleşmesi ve ABD iradesi altında NATO’nun bizzat görevler vermesi ile mümkün oldu. 2000’li yıllardan itibaren Alman Deniz Görev Grupları değişik zamanlarda Batı Afrika, Akdeniz, Hint Okyanusu gibi alanlara, varlık gösterme görevlerine gönderildiler. 2008 sonrası Somali ve Aden Körfezi’ndeki deniz haydutluğu ile mücadelede, AB ve NATO görev gruplarında aktif görev aldılar. Almanların denizgücü alanında kısa sürede lider olabilmeleri soğuk savaş sonrası dönemde yeteneğin değil, sadece siyasi ve ABD etkisi nedeniyle jeopolitik tercihin bir fonksiyonu olmaya devam etti.
ABD, ALMAN-FRANSIZ-RUS YAKINLAŞMASINDAN RAHATSIZ
Soğuk Savaş bitikten ve iki Almanya birleştikten sonra ezeli rakibi Fransa ile Avrupa Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasında birlikte hareket ettiler. Öyle ki ortak kolordu bile kurdular. Bu durum ABD ve İngiltere için kabul edilebilir bir perspektif değildi. Eğer bu birliktelik Rusya ve Çin ile yakınlaşmaya ve iş birliğine giderse Atlantik sistemin kenar kuşağı ağır yara alabilirdi. ABD için en büyük endişelerden birisi de Almanya gibi AB’nin ekonomik devinin Rus gazı ile kesintisiz enerjiye sahip olmasıydı. Almanya’nın 2012’de Rus gazını Baltık Denizi altından taşıyan Nord Stream-I doğal gaz boru hattı üzerinden enerji güvenliğine sahip olması ABD ve Anglosakson dünyayı rahatsız etti. İkinci hat Nord Stream II’nin 2021’de tamamlanması ve hizmete girmesi arifesinde Ukrayna krizinin ABD ve İngiltere tarafından kışkırtılması ve Rusya’nın adeta askeri harekata teşvik edilmesi küresel jeopolitikte soğuk savaş sonrası en büyük kırılmalardan birisini yarattı.
24 ŞUBAT 2022 SONRASI YENİ SAVRULMA
Rusya, 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna’da özel askeri harekata başladı. Merkel Hükümetleri Alman Rus ve Alman Amerikan ilişkilerini Alman çıkarlarını koruyacak bir şekilde denge içinde yürütürken yeni Şansölye Olaf Scholz tamamen ABD politikalarına boyun eğerek Almanya’nın yeni jeopolitik savruluşuna imza attılar. Almanya her iki dünya savaşında denizlere ve okyanuslara çıkarak kıta devletinden deniz devletine ve jeopolitiğine dönmek istedi. Her ikisinde de kıta devleti olarak denizci devletlerle savaştı ancak kaybetti. 21. Yüzyılda bu kez savaşla değil kendi iradesi ile denizci hegemon ABD’nin vassalı ve vekili olmayı kabullendi. Rusya’ya uygulanan tüm yaptırımlarda öncü rol oynuyor. Kendi halkının ve sanayicisinin bu kış büyük zorluklar çekeceğini bildiği halde Scholz, Ukrayna krizinde Washington’un çıkarlarını korumak için gönüllü olmaya devam ediyor. Sırf ABD istediği için savunma bütçesini 100 milyar dolara çıkaran ve Baltık/Kuzey Denizi dışına çıkmaya teşvik edilen Almanya’nın durumu Japonya’ya benziyor. Her iki İkinci Dünya Savaşı mağlubu devlet ABD çıkarları için ABD’nin yazdığı anayasalarında silahlanmayı ve özellikle saldırgan silahlanmayı önleyici hükümlere rağmen silahlanma süreçlerine hız verdiler. Alman Genelkurmay Başkanı Güney Çin Denizine firkateyn göndermeyi planladıklarını söylüyor. Pahalı Amerikan kaya gazını taşıyan LNG gemileri için yeni limanlar yaptılar. Rus gazından çok daha pahalı olan bu gaz Amerikan kasalarını doldururken Alman bütçesini aşağıya çekiyor. Alman firmaları enerji faturaları yüzünden tek tek kapanırken, enflasyon artıyor, bütçe açığı veriyorlar. Ancak Rusya ve Çin karşıtı söylem ve eylemler kesintisiz devam ediyor. Almanya kendi içinde federal bir cumhuriyet olarak paramparça durumda. Atlantik hegemonyasına ve 1945’ten bu yana devam eden Amerikan işgaline rıza gösteren devlet kurum ve kuruluşlarının yanı sıra geçmişte ABD hegemonyasına başkaldıran ve bağımsız politikalar uygulayan liderlerin az da olsa varlığı Almanya’nın bölünmüşlüğünün daha uzun süre devam edeceğinin işaretidir. Son 70 yılda refah toplumuna dönüşmeleri, milli değer ve bağımsızlık dürtüsünden uzaklaşmaları 21. Yüzyılda Amerikan ipoteğinin devam edeceğinin bir göstergesidir. Ancak önümüzdeki kış dönemi yeni gelişmeleri beraberinde getirebilir. Neticede tüketim ve refah alışkanlıklarından uzaklaşan ve fakirleşen kitleler bu fedakarlıkların ABD çıkarları için yapıldığını anladığında siyasi yelpaze alt üst olabilir. Ancak gerçek olan şu ki, 2000 yıl birliğini sağlayamamış Germenler, bugün de aynı sosyo genetik kodlarla hareket etmeye devam edecek görünüyor. ABD bu özelliği kendi lehinde kullanıyor.
Cem Gürdeniz