ABD’nin jeopolitik ikilemi: Kenar Kuşak mı? Düğüm noktaları mı?

İngiliz Kâşif Sir Walter Raleigh 17. Yüzyıl başında şöyle yazmıştı: ‘’Denizlere hâkim olan, ticarete hâkim olur; dünya ticaretine hakim olan, dünyanın zenginliklerine ve dolayısıyla dünyanın kendisine hakim olur”. Küresel güç mücadelesi yüzyıllar boyunca bu paradigma üzerine kuruldu.

OKYANUSLARDA ANGLOSAKSON HAKİMİYETİ

İngiltere, 19. Yüzyıl başında hegemonyasını (Pax Brittanica) bu görüş üzerine tesis etti. 20. Yüzyıl ortasında ABD küresel güç konumunu (Pax Americana) İngiltere’den aynı görüşle devraldı.  Her iki Anglosakson devlet de okyanus devleti idi. Mücadelenin özü küresel ekonominin damarları olan deniz ulaştırma rotalarını ve bu rotaların geçtiği düğüm noktası olarak adlandırılan boğazlar ve kanalları kontrol etmek üzerine odaklanıyordu. Bu paradigmanın jeopolitik yansıması denize/okyanusa çıkacak kıtasal güçleri kıtaya geri itmek, engellemek ve kontrol etmekti. İkinci Dünya Savaşında denizi ve okyanusu kontrol edenler (ABD, İngiltere), denize çıkmak isteyen ada devleti Japonya ile kıta devleti Almanya’yı yenerek yeni dünya düzenini Pax Americana üzerinden tesis ettiler. Savaş sonrası Amerikan deniz gücü 6000 savaş gemisi ve arkasındaki emsalsiz sanayi kudreti ile dünyanın en büyük donanmasını küresel hegemonyanın merkezine oturttu. Sadece donanma gücü değil, ileri deniz ve hava üsleri de hegemonyanın en etkili uygulama unsurlarına dönüştü. Amerikan deniz gücü şemsiyesi altındaki Anglosakson ekonomi ve ticaret, küresel ekonomiyi ve siyaseti her alanda yönlendirdi ve yönetti. Amerikan sermayesi ve bu güce bel bağlayan devletlerdeki sermaye ve ticaret, Washington Consensus’u altında koruma altına alındı. Gerektiğinde siyasi ve hatta askeri müdahaleler ile kenar kuşak başta olmak üzere tüm ülkeler hizaya sokuldu. Sovyetler Birliği tek rakip olarak belirlendi ve 12 Mart 1947 sonrası ilan edilen Truman Doktrinine göre Asya’nın Kalpgahındaki komünist SSCB’nin okyanuslara serbestçe erişecek tüm rotalarını engelleyebilecek şekilde çevrelenmesi esas alındı. Batıdan ve güneyden NATO, doğudan CENTO, Japonya, Güney Kore, Endonezya, Malezya, Filipinler, Tayland, Avustralya, Yeni Zelanda, Singapur tarafından çevrelenen Sovyetlerin serbestçe ve her daim okyanusa çıkabilecek bütün rotaları kontrol altında tutuluyordu. Amerikan jeopolitiği George Kennan’ın ünlü çevreleme doktrini ile kenar kuşak olarak adlandırılan bölgeyi kontrol altına alırken Komünizmin karşıt ideoloji olarak okyanuslara hükmedecek güce erişimini engelliyordu. Soğuk savaşın en önemli jeopolitik kabulü, Sovyetlerin kuzeyden okyanuslara ulaşımının buzlar tarafından engellenmesiydi. Diğer bir deyişle Arktik Okyanusu sağladığı buz duvar sayesinde Amerikan deniz jeopolitiğinde önemli bir müttefikti. Sovyetlerin Atlantik Okyanusuna çıkışı Barents Denizinde kısıtlı bir alana bağımlıydı. (Bugün bu kabullenme eriyen buzullar nedeniyle sona ermiştir.)

ABD’NİN PASİFİK YENİLGİLERİ

Amerikan hegemonyası 1949 yılında komünist Çin’in devletleşmesini Tayvan’a kaçan milliyetçi Çin lideri Çan Kay Şek’e verdiği desteğe rağmen önleyemedi. Pasifik kıyısında ilk yarayı almışlardı. 1953 yılında komünist Kuzey Kore’nin ve en nihayetinde 1973 yılında Vietnam’ın Pasifik Okyanusu kıyılarında yerini almasıyla komünizmin okyanuslara erişimini engelleme hedefinde başarısız oldular. Ancak bu jeopolitik yenilgiler denizde bir geri çekilmeyi beraberinde getirmedi. Diğer yandan deniz ticaretini ve ulaştırma rotalarını kontrol edecek hamlelerde geri adım atmadılar. Neticede rakip ideolojiler deniz kıyısında yer alsalar da donanma gücü oluşturmadıkları; bu gücü intikal ettirmedikleri ve Amerikan deniz gücüne kritik deniz alanlarında engel çıkarmadıkları sürece tehdit olarak değil risk olarak değerlendirildiler.

GERİLEYEN AMERİKAN DONANMASI

Soğuk savaşı bu şekilde savaşsız kazandılar ve denizlerin kayıtsız şartsız tek hâkimi olarak 21. Yüzyıla girdiler. 1990 sonrası donanmalarını küçültmeye başladılar. Soğuk savaş sonunda 600 gemisi olan ABD bugünkü 280 gemi seviyesine kadar geriledi. Ancak asıl sorun tersanelerin pek çoğunun kapanmış olmasıydı. Donanma gücü oluşturacak sanayi yetişmiş elemanlarla birlikte hızla geri çekilmişti. Bu zafer sarhoşluğu içinde 11 Eylül 2001 sonrası savunmadan (defense) güvenlik (security) paradigmasına geçtiler. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye müdahalelerinde terörle savaş mantrası altında 2 triyonu Afganistan’da olmak üzere 6,4 trilyon dolara yakın harcama yaptılar. Bu harcamalar ne dünya barışına ne de Amerikan halkına katma değer sağladı. Bu durum yaklaşık 20 yıl devam etti ve bu süre içinde başta Çin ve Rus deniz güçleri olmak üzere ABD ile rakip durumda olan Asya deniz güçlerinin Pasifik ve Arktik Okyanusunda büyümesine seyirci kaldılar. Bugün Amerikan gücünün temeli olan deniz gücü gerek kenar kuşak jeopolitiği gerekse okyanus düğüm noktalarının kontrolünde yetersiz kalmaktadır. Yetersizlik diğer faktörlerden de etkileniyor. Bunların başında deniz yetki alanlarının kıyı devletlerine tanıdığı haklar geliyor.

GENİŞ DENİZ YETKİ ALANLARININ ORTAYA ÇIKMASI

1950’lerde bini aşkın gemiyle tüm dünya okyanuslarında jandarmalık yapan ve sağladığı deniz düzeni ile küresel ticaretin denizler üzerindeki akışını kontrol eden ABD, 1980’lere kadar devletlerin karasuları dışında seyir serbestisi (FoN) hakkı altında kayıtsız şartsız sindirme gücünü kullanıyordu. Karasuları sınırında tatbikatlar yapıyor, sismik ve araştırma gemilerini sınırsızca kullanıyor, istihbarat topluyordu. Ancak ABD ve yanındaki Anglosakson deniz güçleri 1982 yılında BM Deniz Hukuku Sözleşmesinin (UNCLOS III) imzaya açılması ile ciddi bir sorunla karşılaştı. 1994 yılında yürürlüğe giren sözleşme ile kıta sahanlığı yanında kıyı devletlerin 200 mile kadar hak iddia edecekleri ve kısıtlı da olsa egemenlik yetkilerini kullanacağı Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) ortaya çıktı. MEB ilanı ile okyanus ve denizlerin kabaca %40’ının bir gecede vatanlaşması (territorialization) gerçeği ile karşılaştılar. Bazı devletler MEB içinde askeri faaliyetlere kısıtlama getirirken, bazıları komşuları ile bu yeni alanların sınırlandırılması sorunlarını ABD ile müttefiklik ilişkisinin önüne koydular. Bu durum kenar kuşak jeopolitiğinde çatlama ve kırılmalara neden oldu.

SİLAHLANAN KIYI DEVLETLERİ

Diğer bir faktör kıyı devletlerinin silahlanmasıydı. Yetki alanlarının korunması ve kollanması söz konusu olduğundan kıyı devletleri donanma güçlerini geliştirmeye ve silah piyasasında uzun menzilli güdümlü mermiler, torpidolar, karakol gemileri, mayın ve denizaltılar gibi deniz kontrolünden daha çok, güçlü bir donanmaya denizlerin serbestçe kullanımını engelleyecek (sea denial) silah ve platformların geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına yöneldiler. Örneğin bugün kıyıdan ateşlendiğinde 1000 mil uzaktaki suüstü gemisini hassas şekilde vurabilen Çin’e ait (DF 21) füzeleri Amerikan çıkarlarının söz konusu olduğu Batı Pasifik kıyılarına savaş halinde kimseyi yaklaştırmıyor.

Bırakalım ulus devletleri Lübnan Hizbullah’ı gibi bir yapının elindeki kıyıdan ateşlenen Çin yapımı CSS-802 güdümlü mermileri ile dünyanın en gelişmiş savaş gemileri arasında bulunan İsrail’in Saar 5 sınıfı Hanit korvetini 14 Temmuz 2006 tarihinde; ya da Rus Karadeniz Donanmasının sancak gemisi Slava sınıfı Moskova Kruvazörünün 14 Nisan 2022 tarihinde Ukrayna’ya ait kıyıdan ateşlenen R 360 Neptune füzeleri ile vurulması yakın dönem kayıtları arasında. Diğer yandan geniş MEB ve kıta sahanlığına sahip kıyı devletleri ile transit geçiş rejimi altında karasuları bir anda uluslararası boğaz statüsünde kalan devletlerin de kıyıdan veya süratli botlardan ateşlenen uzun menzilli füzelerin yanısıra mayın ve denizaltı gücüne yöneldiklerini söyleyebiliriz. Transit geçiş rejimi -güçlü donanmalara büyük avantaj sağlayan- uluslararası boğazlarda ve geçitlerde karasuları dahilinde uçak uçurabilme ya da denizaltı ile dalmış halde geçiş yapabilme olanakları sağlıyor. Korumacı devletler bu hakkı kendi güvenlikleri aleyhine kullanacak büyük güçlere asimetrik tehdit yaratacak silahlanmaya gittiler.

ARTIK DENİZLERDE ŞARTLAR ÇOK DEĞİŞTİ

1950’lerin dünyasında bu saydıklarım yoktu. O nedenle bugün zaten sayıca çok gerilemiş olan Amerikan deniz gücü düğüm noktalarında ve stratejik limanların yaklaşma sularında ciddi tehdit ve riskler ile muhatap olacak. Bu nedenledir ki Amerikan savaş gemilerinin artık serbest bir şekilde Batı Pasifik, Kuzey Denizi ve Arktik Okyanusunda kriz ve savaş durumunda varlık göstermeleri kolayca alınacak bir karar olamayacak. Ya da savaşın ilk saatlerinde bu gemilerin batması kamuoylarında büyük tepki yaratacak ve bu durum iç siyasi dengeleri etkileyecektir.

DENİZ ULAŞTIRMASI VE ASYA YÜZYILI

Dünyamız bir deniz gezegeni ve insan yaşamının hemen her alanı okyanus ve denizlerle iç içe. 1973 yılında dünya nüfusu 3,5 milyardı. Bugün 8 milyar. 1973 yılında okyanuslar üzerinden 3 milyar ton yük hareketi gerçekleşmişti. Bugün 13 milyar ton oldu. 2030 yılında 25 milyar ton olması bekleniyor. 1973 yılında ekonominin ve deniz ticaretinin ağırlık merkezi ABD ve Atlantik kıyıları idi.  Bugün Çin ve Asya kıyıları küresel ekonominin, üretimin, sanayinin ve deniz ticaretinin merkezine dönüştü. Asya yüzyılı her parametrede Atlantik yüzyılının önüne geçti.

AMERİKAN ÜSLERİ VE DÜĞÜM NOKTALARI

Atlantik yüzyılı biterken değişmeyen tek şey, deniz ulaştırma rotalarının ve geçtiği kritik düğüm noktalarının kısıtlı da olsa Amerikan kontrolünde kalmaya devam ediyor olmasıdır. Bunun temel nedeni donanma gücünden ziyade Amerikan üslerinin varlığıdır. Bu üsler düğüm noktalarına yakıdır. ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı açık ara avantajlı ve güçlü olduğu alan, üsler ve müttefikler zinciridir. ABD, NATO, AUKUS, GCC, ANZUS, OAS gibi örgütler ve 100’den fazla ülke ile ikili gizli anlaşmalar üzerinden askeri iş birliği içindedir. Bu ülkelerde ABD’nin, savaş dönemi için malzeme yedekleri, akaryakıt ve cephane stokları ile depoları vardır. 74 devlette 900’e yakın üs, ileri harekât üssü, lojistik destek birimi, depo, ikili kullanım olanaklarına, 16 devlette 25 deniz üssüne sahiptir. ABD üsler zinciri genelde deniz ulaştırma düğüm noktalarına, kenar kuşak üzerinde Rusya ve Çin’i çevrelemeye ve petrol/doğal gaz zengini ülkeleri kontrol altında tutmaya yönelik coğrafi alanlardadır. Ancak bu stoklar ve depolama olanaklarının yetersizliğine de vurgu yapmak gerekir. Ukrayna krizinde değil önceden Avrupa sahnesinde depolanan cephane, ABD’deki depoların bile boşaldığını gördük. Üslerin bir zayıf yanı da gelecekte petrol ve türevlerine erişimde karşılaşacakları kısıtlanmalardır.  Çoğu Basra Körfezi çıkışlı petrole bağımlı olan bu ülkeler Hürmüz Boğazı kapandığında yakıt kıtlığı ile karşılaşacak ve ABD’ye dolayısı ile uzun deniz geçişli desteğe bağımlı kalacaklardır.

DÜĞÜM NOKTALARI VE JEOPOLİTİK ÖNEMLERİ

Deniz taşımacılığı genellikle daha önceden belirlenmiş ve uluslararası geçerlik kazanmış deniz ulaştırma rotaları üzerinden sağlanmaktadır. Bu rotaların üzerinde coğrafi düğüm noktaları mevcuttur. Kritik olarak kabul edilen ve herhangi bir nedenle kapanması hâlinde dünya ekonomisine ve enerji arz güvenliğine büyük zarar verecek potansiyelde yedi düğüm noktası mevcuttur. Bu yedi nokta, dünya ticaretinin en önemli düğüm noktaları olan Hürmüz Boğazı, Malakka Boğazı, Süveyş Kanalı, Bab El–Mandeb Boğazı, İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Panama Kanalı ve Cebelitarık Boğazı’dır. Söz konusu yedi düğüm noktasına ilaveten Asya’da Sunda, Lombok, Luzon, Singapur ve Makassar Boğazlarını; Avrupa’da Kiel Kanalı ile Büyük Belt, Dover ve Sicilya Boğazlarını; Afrika’da Mozambik Kanalını, Amerika kıtalarında ise Cabot ve Florida Boğazları ve Yucatan kanalı ile Mona ve Windward geçitlerini de küresel deniz ulaştırma rotalarının düğüm noktaları arasında gösterebiliriz. Özellikle başta belirttiğim 7 düğüm noktası dünya ticareti için hayati önemdedir. Son 10 yılda bu düğüm noktalarına Arktik Kuzey Deniz Rotasının (NSR) açılması ile Bering Boğazı da eklenebilir. Geçen yıl tamamen Rusya’nın kontrolünde olan NSR rotasından ve Bering Boğazından 100 milyon ton yük geçti. Bu miktar Türkiye’nin 1997’de tüm limanlarında elleçlediği yüke eşitti. Düğüm noktalarının kontrolü en az kenar kuşaktaki ülkelerin ABD ittifak ve dostluk sistemi içinde tutulması kadar önemlidir. Diğer bir bakış açısıyla hegemonya, her iki jeopolitik alanın kontrolünden geçer. Dolayısı ile bazıları Rusya ve Çin’i çevrelemeye odaklı kenar kuşaktan çok uzakta olsalar da ABD, bu düğüm noktalarının ve etrafındaki devletler üzerindeki kontrol ve baskı yeteneklerini kaybetmek istemez. 7 nokta üzerinde ABD için en karmaşık ve riskli olan 4 boğaz ve 1 kanala yakından bakalım.

HÜRMÜZ BOĞAZI

Kenar kuşak üzerindeki bu boğaz, dünyanın jeopolitik kaderini en çok etkileyen alandır. İran, BAE ve Umman tarafından çevrelenen en dar yerinde 21 mil genişliğindeki Hürmüz’den günde 21 milyon varil petrol geçmektedir.

Bu geçişin kısıtlanmasının örnekleri geçmişte yaşandı. İran–Irak savaşında değişik bayraklı 240 tankere İran ve Irak savaş uçakları, gemileri ve sahildeki füze bataryaları tarafından saldırı geliştirildi. Değişik bayraklı 240 tankerin 55’i batırıldı veya ağır hasar aldı. Savaş boyunca körfezdeki deniz trafiği yüzde 25 azaldı. Ham petrol fiyatlarının ve sigorta ücretlerinin artışına neden oldu. Bugün ABD’nin başta Japonya olmak üzere Pasifik’teki en önemli müttefikleriyle, en ciddi rakibi Çin’e Körfez ham petrolü buradan geçmektedir. Bu boğazın kapanması küresel enerji güvenliğini ortadan kaldırır. Unutulmamalıdır ki küresel çapta petrolün %65’i denizler üzerinde hareket etmektedir. Bu boğazda Amerikan deniz gücü İran, Çin ve Rus deniz güçlerinin yaratacağı tehdit ve risklerle karşı karşıyadır. Sığ ve dar bir alan olan Basra Körfezi Amerikan denizaltıları için uygun harekât ortamı sağlamayacaktır. Yüksek değerli suüstü unsurları da İran’ın asimetrik saldırılarına son derece hassas olacaktır. Bu boğazın kapanması durumunda bugün ihtiyacının % 64’ünü bu bölgeden karşılayan Çin, kuşak ve yol girişimi paralelinde geliştirdiği boru hatları başta olmak üzere değişik kaynaklardan yararlanabilecektir. Ancak Amerikan müttefiklerinin Körfez petrolü ile bağı kesildiği taktirde tek kaynakları ABD Pasifik kıyılarından taşınacak ham petrol olacaktır. Bu da denizaltı tehdidine açıktır.  Bu boğaz şu an için ABD’nin en önemli ve en ciddi güvenlik endişesidir. Zira İran’ın yanısıra Suudi Arabistan ve Katar da bugüne kadar süren ABD’nin kayıtsız şartsız hakimiyetine artık direnç göstermektedir. (Suudi Arabistan BRICS’e katılmak niyetinde ve Çin ile dolar üzerinden değil Yuan üzerinden petrol satışına onay verdi.) 1979 devrimi ile kenar kuşakta İran’ı tamamen kaybeden ABD’nin körfezde Suudi Arabistan, Katar’la ilişkilerinin zayıflaması ve diğer GCC ülkelerinin Çin ile ilişkilerini geliştirmesi; Yemen’de devam eden iç savaşın dolaylı sonuçlarının ABD aleyhinde etkiler yaratması Hürmüz Boğazını son derece kritik hale getirmektedir. ABD üzerinde diğer bir baskı unsurunun da İsrail’in ABD’yi İran’a müdahaleye zorlama baskılarının artmasıdır. İsrail’in güvenlik jeopolitiği ile ABD’nin kenar kuşak ve Enerji jeopolitiği çakışmaktadır. İsrail için etrafındaki güvenlik kuşağında İran önemli bir hedeftir. Ancak İran ile savaş çıktığında Hürmüz’ün kapanmasının sonuçları ABD için yıkıcı olacağından ABD İsrail’in bu baskılarına direnmektedir.

MALAKKA BOĞAZI

Hint Okyanusundan Pasifik Okyanusuna ve Güney Çin Denizine geçiş sağlayan, Tayland, Malezya, Endonezya ve Singapur kıyılarıyla çevrelenen bu boğaz, gelecekteki Amerikan Çin çatışmasında Çin’in yumuşak karnıdır. Zira Çin dış ticaretinin ve ham petrol ithalatının büyük bir bölümü burayı kullanmaktadır. Malakka Boğazı hegemonyanın nihai el değiştirme hesaplaşmasında Hürmüz Boğazı gibi en önemli rolü oynayacak düğüm noktaları arasındadır. Çin’in (BRI) Kuşak ve Yol Girişimini başlatmasının temel nedenlerinden birisi savaş durumunda bu boğaza olan bağımlılığını azaltmaktır. Boğazın en dar yerinde genişliği 1.7 deniz milidir. Senede yaklaşık 90 bin gemi geçiş yapar. Hürmüz ve Bab-El Mandeb çıkışlı tanker trafiği başta Japonya, Çin ve Singapur olmak üzere Asya Pasifik havzasına yönelik olarak bu boğaz üzerinden hareket halindedir. Malakka boğazından günde 12 milyon varil ham petrol ve yan ürünleri geçmektedir. ABD için gerek kenar kuşak gerekse düğüm noktaları açısından çok kritik bir coğrafyadır. Singapur eski İngiliz kolonisi olması ve Anglosakson kültürün hakimiyeti nedeni ile geleneksel olarak ABD kampında yer almış bir devlettir. ABD ile üslenme anlaşması mevcuttur. Ülkede 300 civarında Amerikalı personel mevcuttur. Tayland ve Endonezya’nın ABD ile ilişkileri inişli ve çıkışlıdır. Tayland ABD ilişkileri son zamanlarda ABD’nin Çin’e karşı bu kritik coğrafyayı yanına çekme isteği ile gelişmektedir. Ancak Çin’in BRI (Kuşak ve Yol) girişiminde de Tayland önemli projelere ev sahipliği yapmaktadır. Daha da öte gelecekte Kra Kıstağından Çin’e erişecek bir kanalın (Kra Kanalı) projesi masada durmaktadır. ABD, Kamboçya’nın Ream’da Çin’e üs kolaylığı sağlamasının üzerine Tayland’a büyük önem vermektedir. ABD’nin Tayland’da iki hava üssü ve bir deniz üssünün kullanımına yönelik ikili anlaşması mevcuttur. Ülkede 200 civarında Amerikalı personel vardır. Ancak Tayland’ın gelecek bir krizde Çin’i karşısına alması beklenmemelidir. Endonezya’nın durumu daha farklıdır. Endonezya geleneksel olarak tarafsız ve bloksuz ülke konumundadır. Çok taraflılığı savunmaktadır. Çin ile ekonomik ilişkileri son derece gelişmiştir. (BRI) Kuşak ve Yol girişiminde önemli bir aktördür. Çin devlet Başkanı Xi Jinping girişimin deniz bacağını Ekim 2013’te Endonezya’da ilan etmişti. Başkan Widodo ile Xi Jinping çok yakın ilişki içindedirler. 2022 Kasım ayı içinde Çin ve Endonezya uzun bir aralıktan sonra ortak deniz tatbikatlarını başlatma kararı aldılar. Diğer yandan Endonezya, ABD için Hint Pasifik Bölgesinde kazanılması istenen ülkelerin başında gelmektedir. 1966 yılında ABD, millici ve bağımsız Sukarno rejiminin devrilerek batı yanlısı Suharto rejimine geçişte doğrudan destek olmuştu. Bugün de Endonezya’nın Çin ile gelişen ilişkilerini dizginlemek için özellikle son iki yılda çok büyük gayret sarf etmektedir. Son 70 yılda aynı Türkiye gibi Amerikan müesses nizamı ve kültürüne muhatap olan Endonezya’da Amerikan askeri üssü veya kolaylığı yoktur ancak yumuşak gücü her alanda hakimdir. Her şeye rağmen Malakka Boğazı gibi jeopolitik çekim merkezine sahip Endonezya’nın gelecekteki bir çatışma döneminde Çin karşıtı politika uygulaması beklenmemelidir.

BAB EL-MENDEB BOĞAZI

Yemen’in güneybatısındadır. Kızıl Deniz ile Hint Okyanusu’nu Aden Körfezi üzerinden birleştirir. Cibuti, Yemen ve Eritre kıyıları ile çevrilidir. Yılda 22 bin gemi geçer. En dar yerinde genişliği 18 mildir. Basra Körfez çıkışlı ABD ve Avrupa limanlarına yönelik günlük 4 milyon varil petrol hareketi mevcuttur. Benzer şekilde Akdeniz’den gelerek Süveyş Kanalı üzerinden Hint ve Pasifik Okyanuslarına yönelik trafiğin yegâne çıkış noktasıdır. Kıyıdaşı her üç ülke de istikrarsız ve gelişmekte olan ülke konumundadır. Eski Fransız sömürgesi Cibuti’de ABD ve Çin’in üs ve kolaylık tesisleri vardır. Cibuti’nin Kuşak ve Yol Girişiminde önemli yeri vardır. Çin, Cibuti’nin kalkınmasında önemli role sahiptir. Eritre, Çin’in Afrika’da stratejik ortaklık kurduğu ülkeler arasındadır. 2022 yılında iki ülke arasında iş birliğini geliştiren birçok anlaşma imzalanmıştır. ABD’nin Eritre üzerinde uyguladığı yaptırımlar ve ambargolar göz önüne alınırsa Çin etkisinin artışı anlaşılabilir. Diğer yandan ABD’nin gelecekteki bir çatışmada, halen tam bir istikrarsızlık ve iç savaş yaşayan Yemen’deki İran etkisi göz önüne alındığında bu boğazdaki hareket serbestisinin İran’a yakın güçler tarafından fiilen kısıtlanabileceği beklenmelidir.

TÜRK BOĞAZLARI

Yılda 48 bin gemi, günde 2 milyon civarında ham petrol geçtiği Türk Boğazları ABD/ Anglosakson hegemonyanın kenar kuşak jeopolitiğinde en kritik düğüm noktalarının başındadır. Zira hem Rusya hem Çin’in kuşatılmasında, her iki gücün denizlerden kıtaya itilmesinde büyük rol oynayan bir boğazdır. Rusya’nın dış ticaretinin yarısından çoğu bu boğazları kullanmaktadır. Çin dış ticaretinin Karadeniz havzasına erişimdeki en önemli su yoludur. Diğer yandan Montrö Sözleşmesi sayesinde savaş gemilerinin hareketleri ve tonajları kısıtlamaya tabidir. Dolayısı ile Türkiye NATO üyesi olmasına rağmen, Montrö Sözleşmesi hükümlerini kendi milli çıkarlarına göre uygulamaktadır. Son olarak Ukrayna Rsuya krizinde BM kararları olmadan Rusya’ya yaptırım uygulamamakta ve aktif tarafsızlık altında dengeli bir siyaset yürütmekte, Montrö Sözleşmesinin 19. Maddesi gereğince NATO gemilerinin kuzeye çıkmalarına izin vermemektedir. Bu durum ABD ve NATO’yu dolayısı ile rahatsız etmektedir. Ancak Türkiye aynı durum ile İkinci Dünya Savaşında da karşılaşmış olduğundan bugün de geçmiş tecrübesini kullanmaktadır. Türkiye, 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi sonrası ulusal çıkarlarını NATO çıkarlarının önüne koymuştur. ABD’nin son altı yılda Yunanistan’a büyük yığınak yapmasının sebebi Türk Boğazları ve Türk devleti üzerinde eski kontrolünü kaybetmiş olmasıdır. ABD stratejistleri açıkça deklare etmeseler de Türk Boğazları ve Türkiye kaybedildiğinde Ege gibi binlerce ada ve adacık, kayalıktan oluşan coğrafyada, Yunan ana karasındaki üs ve limanlar kullanılarak engelleyici ve önleyici bir zincir oluşturabileceklerini; Güney Kıbrıs’ta yapılacak yığınakla birlikte Türkiye’nin ve Rusya’nın güneyden ve batıdan tamamen kuşatılabileceğinin hesabını yapmaktadır. Bu nedenle kritik 7 düğüm noktası içinde ABD için gerek Rusya ve Çin’in çevrelenmesi gerekse deniz ticaretlerinin engellenmesi, yönüyle kritik olan Hürmüz, Malakka, Bab El Mendeb ’ten sonra en önemli boğazın Türk Boğazları olduğunu söyleyebiliriz.

SÜVEYŞ KANALI

Kızıl Deniz’i Akdeniz’e bağlayan ve en dar yerinde genişliği 330 metre olan kanaldır.  Tamamen Mısır hakimiyetinde olan kanalda yılda 21 bin gemi, günde 3,5 milyon varil ham petrol hareket halindedir. Bu miktarın 1,2 milyon varili Süveyş-İskenderiye arasındaki SUMED boru hattından geçerken, geri kalanı tankerler ile geçmektedir. Süveyş Kanalı ABD çıkarları için çok önemli bir düğüm noktasıdır. Ancak bu kanalda Amerikan endişe seviyesi çok düşüktür. Zira ev sahibi Mısır Hükümetleri 1979 yılında ABD arabuluculuğu ile Camp David zirvesinde varılan Mısır İsrail yakınlaşması sonrası tamamen ABD ve İsrail eksenine girmişlerdir. 2012-2013 arasında 1 yıl görev yapan Müslüman Kardeşler (İhvan) sempatizanı Devlet Başkanı Muhammed Mursi zamanında bu rotadan sapma olduysa da tarihlerinde ilk defa seçimle gelen başkan askeri darbe ile devrilmiş ve yerine geçen General Sisi ülkeyi tamamen ABD ve İsrail jeopolitiğine eklemlemiştir. Bugün Mısır, ABD, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere ABD/AB şemsiyesi altında tarihinde önceden hiç görmediği bir donanmaya sahip kılınmıştır. Bu karar Kahire’nin değil, Anglosakson stratejistlerin kararıdır. İsrail’e tehdit olmayacağı garantisi altında Mısır’ın tarihsel mirası ve olanaklarının çok ötesinde bir deniz gücü meydana getirilmiştir. Bu donanmanın asli görevi Akdeniz ve Kızıldeniz’de Amerikan jeopolitiğinin takipçisi ve koruyucusu olmaktır. Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz’in jeopolitik güvenliği şüphesiz Rusya ve Çin ile askeri bir çatışma durumunda İsrail ile Mısır’a emanet edilecektir. Tabi bu büyük donanmanın Akdeniz’de kıtadan denize çıkmak isteyen Türk deniz gücüne karşı da kullanılabileceği göz ardı edilememelidir. Mısır son 9 yıldır Yunanistan ile her sene Türkiye aleyhinde Medusa serisi deniz tatbikatlarına devam etmekte, Libya’da fiilen Türkiye karşıtı Hafter’in yanında yer almaktadır. Ancak küresel bir çatışma durumunda Atlantik geçişli Amerikan yardımına muhtaç olmaları ciddi bir zafiyet olacaktır.

ABD’NİN GERİLEYEN GÜCÜ MÜTTEFİK VE DOSTLARIYLA İDAME EDİLEBİLİR

ABD’nin denize çıkan Çin, Rusya ve Türkiye gibi Asya güçlerini kıtaya itebilecek gücü tek başına yeterli değildir. O nedenle gerek kenar kuşak üzerinde gerekse düğüm noktalarında dost ve müttefiklere ihtiyacı vardır. Ancak onların donanma ve hava güçlerini yanına çekebilse de topyekûn ve kesin bir zafer uzak ihtimaldir. Zira dünyanın her yerinde silahlanma hat safhadadır. Tek başına Kuzey Kore dahi her hafta fırlattığı balistik füzeleri ile bölgedeki en güçlü devletlere ve ABD’ye meydan okuyabilen konumdadır. Diğer yandan Avrupa cephesinde NATO ittifakı içinde olsalar da İtalya, Fransa ve hatta Almanya gibi güçlü ve gelişmiş ülkelerin kamuoyu baskısı ile yarın Amerikan jeopolitiği için hangi fedakarlıkları yapacakları belirsizdir. Örneğin AB, yeterli enerji güvenliğini sağlamadan ani bir kararla Rus gazından vaz geçmiş bir nevi intihar etmiştir. Ağır sonuçları 2023 kışında her alanda yaşanacaktır. Dünya süratle değişmektedir. Dolar hakimiyeti her gün yara almaktadır. Devletler süratle altın yatırımına yönelmektedir. BRICS bir ekonomik blok olarak, Kuşak ve Yol jeopolitik sonuçları olan büyük bir uygarlık projesi olarak, ŞİÖ jeopolitik ortaklık olarak Asya, Afrika, Avrupa ve Güney Amerika kıtalarında çağlayan etkisi yaratmaktadır. Daha da öte, Arktik Kuzey Deniz Yolunun (NSR) Rusya kontrolünde çalışmaya başlaması ve Rusya – Çin tanker hattının açılması dengeleri alt üst etmiştir. (İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği Arktik’teki Amerikan kenar kuşak jeopolitiğinin acil gereksinimi olarak ortaya çıkmış, her iki ülke de büyük hata yaparak tarafsızlık politikasını terk etmişlerdir.) Kısacası sorun ABD’nin her yönüyle çöken neoliberal ekonomik sistemin devamı için müttefiklerini daha ne kadar tutabileceğidir. Sorun kıtadan denize çıkan güçleri engellemeye gücü yetmeyen ABD’nin, kurduğu hegemonyayı dayatma gücünün yetmeyeceğini anlamak için daha ne kadar bekleyeceğidir.

GERİ ÇEKİLME YENİ KRİZLERİ TETİKLEYECEKTİR

Dünya, Amerikan yüzyılı sona ererken, yeni kriz alanları yaratılan bir geri çekilme ile karşı karşıyadır. Geri çekilmenin ilk krizi Ukrayna’da yaratılmıştır. Çin ile hesaplaşmanın nihai zamanı belli değildir. Ancak Çin’e karşı büyük ticari kayıplar veren ABD’nin 1989’daki SSCB gibi gücü savaşmadan teslim etmesi beklenemez. Her gün yeni bir krize ve silahlı çatışmaya uyanacağımızı söyleyebiliriz. Ancak ABD’nin mevcut ekonomisi, gerileyen prestiji, ülke içindeki bölünmüşlüğü, deniz gücünde telafisi çok zor geç kalmışlığı, Ukrayna krizinde bile silah stoklarını koruyamamış olması gibi   faktörleri üst üste koyduğumuzda gelecek savaşta işinin çok zor olduğunu söyleyebiliriz. Bu süreçte kritik deniz düğüm noktalarını kendi kontrolünde tutmak için büyük risk ve tehditlerle karşılaşacaktır. Kenar kuşakta belki AB gibi ABD’ye her yönüyle bağımlı bir örgütü kendine bağlı tutabilecektir ancak NATO’nun tam ve kesin Amerikan kontrolünde oy birliği ile karar almasını sağlaması son derece zor olacaktır. AB için gelecek değerlendirmesi ancak 2023 kışından sonra yapılabilecektir. ABD’nin Çin’den önceki ara hedefi Rusya’nın parçalanması olsa da parçalanmış Rusya’nın yerine kuzeyinde ve batısında eski sömürgeci kimliği ile ABD/AB’nin etki alanlarının oluşmasına Çin’in izin vereceğini düşünmek saflık olacaktır. Çin gerek Sovyetlerin dağılması gerekse Rusya çevresinde NATO genişlemesinden ders çıkarmış bir devlettir. Ukrayna savaşı da Çin stratejistleri için paha biçilmez bir laboratuvar olmuştur.

Cem Gürdeniz