Halklara ve özgürlüklere insan yaşamını geçerli ve değerli kılan demokrasi çağında, doğmalarla insanları perişan etmenin bir örneği de Hocalı katliamıdır.
SSCB’nin dağılmasından sonra 23 Eylül 1991’de bağımsızlığını kazanan Ermenistan, diaspora başta olmak üzere ABD ve Fransa’nın da desteğini alarak dış politikasını tamamen Türk Dünyası’nın aleyhine kurgulamıştır.
Zulme ve haksızlığa uğramış bir görüntü vererek, Türkiye ve Azerbaycan üzerinde emellerine ulaşmak için her fırsattan istifade etme gayretine girişmişlerdir.
İlk hamleleri de Hocalı idi.
Dağlık Karabağ’ın en önemli tepelerinden birisi olan Hocalı, önemli bir askeri hedefti.
Bağımsızlığını kazanmasının üzerinden birkaç ay gibi kısa süre geçmesine rağmen toprak iddiasında bulunan Ermeniler, bu bölgeye kesintisiz abluka uyguladılar.
Havaalanına sahip stratejik önem taşıyan bölgeyi sadece işgalle yetinmeyen Ermeni kuvvetleri, Rus Alayı’nın da desteğiyle kadın, erkek, çocuk ayrımı yapmaksızın önüne geleni katletti.
İnsanlık tarihine kara gece olarak geçen 25/26 Şubat 1992 tarihi, 613 kişinin canına mal oldu.
Resmi kayıtlara göre, öldürülenlerden 63’ü çocuk, 106’sı kadın, 70’i yaşlıydı.
487 kişi ağır yaralı olarak kurtulmuştu. 1275 kişi ise, Ermeni güçlerin elinde esirdi.
Esir alınan 68’i kadın, 26’sı çocuk 150 kişiden bir daha hiç haber alınamadı.
Stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.
Bu katliamdan sonra ABD, Fransa ve Rusya Federasyonu eş başkanlarından oluşan AGİT Minsk Grubu’nun, statükoyu koruyucu ve beklenen etkiyi sağlamadığı Tovuz bölgesine yapılan saldırıyla bir kez daha görüldü.
2020 yılı Dağlık Karabağ Savaşı’nın, maksat tam hasıl olmasa da askeri ve diplomatik zaferle Azerbaycan lehine sonuçlanması, acıların dindirilmesine bir nebze olsa fırsat vermiştir.
Hocalı da yaşananlar, 1949 Cenevre Sözleşmesi’nin;
- Birleşmiş Milletlerin Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi,
- Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi,
- İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmesi,
- Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi çok sayıda sözleşmenin ciddi ihlali anlamına geliyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 22 Nisan 2010 tarihli kararında da savaş suçları veya insanlık aleyhine suçlarla eş değer eylemler olarak nitelendirildi.
Öte yandan; Azerbaycan Parlamentosu yaşananların “soykırım” olduğunu ilan etti.
Bugüne kadar 15 ülke ve ABD’nin 16 eyalet meclisi, yaşananları kınayan kararlar aldı.
Ülkemizde yaşanan deprem sonrası, Ermenistan yardıma koşan ülkelerden biriydi.
Kamuoyunda olumlu algılanan ve “Deprem diplomasisi” olarak isimlendirilen bu davranış silsilesi, Gölcük depremi sonrasında Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanılan olumlu havayı da hatırlatmadı değil.
On yıllarca süren düşmanlıklarla kuşatılmış olan Türk Yunan ilişkilerinin günümüzde geldiği nokta oldukça kasvetlidir.
Ermenistan’ın yapmış olduğu insani yardıma da gerek duygusal gerekse romantik bir yaklaşım göstermek, diplomasinin ruhuna pek uygun düşmez.
Özgür iradesi içerisinde hareket edecek Ermenistan’ın atacağı adımların, toplumuna huzur ve refah getireceği apaçık ortadadır.
Hal böyleyken; kendi toplumunu barışa hazırlaması ve başta diaspora olmak üzere ABD ve Fransa gibi ülkeleri kullanmaktan vaz geçmesi, Türk Dünyasının en birincil beklentisidir.
Ülkesinde asırlardır soydaşlarına ev sahipliği yapan Türkiye ile Azerbaycan’ın; Ermenistan ile olan ilişkilerinin istikrar ortamına taşınmasıyla, Kafkasların az da olsa nefeslenmesine imkan sağlanacaktır.
Son sözse; “Normalleşme, taviz vermek değildir.”
İsmet Hergünşen