Bundan 100 yıl önce Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları arasında adeta yoktan var edilen pırıl pırıl bir devlet yükseldi.
Kurucusu Gazi Mustafa Kemal’in olduğu Türkiye Cumhuriyeti idi.
Cumhuriyet, silah arkadaşlığından geleneksel dostluğa dönüşen bir yapının ortak hikayesidir.
İlanı sanıldığı gibi hiç de kolay olmamıştır.
Hilafete inanan fanatik bir cephe olmasına rağmen elde edilen zafer, başarı ve gelişmeler onları da bir süre suskunluğa itmiştir.
İstiklal Harbi’nin kazanılmasından cumhuriyetin ilanına kadar geçen süre, diplomasinin zafere dönüştürülmüş halidir.
Bu dönemin başlangıç parolası “Ya İstiklal ya ölüm”.
Amaçlanansa “Bağımsız ve ulus egemenliğine dayanan yeni bir Türk Devleti kurmaktı.”
Erzurum ve Sivas kongreleri yapılmış, Misak-ı Milli İstanbul’daki Meclisi Mebusan tarafından kabul edilmiş ve Ankara’da Birinci Meclis açılmıştı.
Nihayetinde ulus, meclis ve ordu birlikteliği sağlanmıştı.
Mudanya Mütarekesi İstiklal Harbi’nin zaferini tescil ederken, “Lozan Antlaşması’nın” imzalanmasıyla “Sevr” sona erdirilmişti.
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyen Atatürk’ün 29 Ekim 1923’te cumhuriyeti ilan etmesi ve 1924 Anayasa’sının kabulü ile ülkemiz yeni yaşamına başlamıştı.
Dönemin en önemli özelliği yeni ve tümüyle bağımsız bir devlet yaratılmasında atılan adımlardı.
Atatürk’ün aramızdan ayrılışına kadar geçen süre içerisinde dış ve iç politikaya hakim olan ve günümüzde de evrensel boyut kazanan “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi olmuştur.
Batılılaşma ya da modernleşme yolunda yapılan devrimler ve ilkeler bir bütün haline getirilmişti.
En önemlisi din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılarak kültür, hukuk, siyaset ve eğitim alanlarında dinsellikten vazgeçilmesini sağlayan laik düşünceydi.
Alfabedeki reformlar ve Türk Dil ve Tarih Kurumu’nun kuruluşuyla Müslümanız, Osmanlıyız söylemlerinin yerine Türklük bilinci ön plana çıkartılmıştı.
Kadınlara verilen haklar ise Avrupa’nın hayal bile edemeyeceği aşamadaydı.
Üretim ekonomisine geçilmişti.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanarak, Türk Boğazları üzerindeki hakimiyet sağlanmıştı.
Musul Milletler Cemiyeti kararıyla İngiltere’ye bırakılmıştı.
Komşu ülkeler ile dostluk çerçevesinde antlaşmalar yapılmıştı.
Atatürk’ün aramızdan ayrılışı ile Türkiye yeni bir döneme girdi.
Büyük önderin öngörüsü ve İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün azimli ve kararlı politikasının neticesinde Hatay 1939’da topraklarımıza katıldı.
Aynı yıl başlayan İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı başaran Türkiye 1945 yılından itibaren “Çok Partili Döneme” geçti.
Bu dönemin ağırlık merkezini Doğu-Batı arasında çeşitli strateji ve çıkar hesapları yüzünden patlak veren “Soğuk Savaş” oluşturacaktı.
Milenyuma kadar daha neler yaşanmadı ki!..
- Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden art arda gelen toprak ve Türk Boğazları üzerindeki talepler
- Kore Savaşı’na iştirak
- Birleşmiş Milletler ve NATO’ya giriş
- Kıbrıs sorunu, Kıbrıs Barış Harekatı ve sonucunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
- ABD ambargosu ve üslerinin kapatılması
- Ege Denizi’nde durumsal farkındalık
- İç politikada kısır çekişmeler
- Ekonomik krizler
- Kardeş kavgasına varan anarşi
- Bölücü ve mezhepsel terör
- Kesintiye uğrayan demokrasimiz ve yeni anayasalar
- Bölgesel gerilimler ve savaşlar ile sona eren devletler
Son 20 yıl ise “Atatürksüzleştirme dönemi” diye isimlendirebileceğim bir süreçtir.
Bu döneme damga vuran gelişmeler:
- Anayasada vazedilen demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti kimliğinde tahribat
- Manevra sahası genişletilen tarikat ve dinci yapılanmalar
- Milli, laik ve öz benlikten uzak eğitim sistemi
- Kutlamaktan kaçınılan ulusal bayramlar
- 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi
- Üç erkin tek elde olduğu izlenimi veren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi
- Dış ticaret dengesinde açık ve artan iç ve dış borç
- Hız verilen özelleştirmeler ve ekonomik krizler
- Savunma sanayinde gelişme
- Sözde müttefik ülkelerin yaptırım, dayatma, örtülü ambargoları, saldırıları ve terör örgütlerine destek
- İşgal edilen adalar ve GASA’lar
- Doğu Akdeniz’de farkındalık
- Sınır ötesinde harekatlar
- Yasa dışı göç ve Suriye açmazı
- Bölgesel gerilim, istikrarsızlık ve yeni savaşlar
- Tarumar edilen ülkeler ve yeni devlet kurma çabaları
- Rusya Federasyonu ile yakınlaşma
- Çin’in yükselişi ve çok kutuplu dünya düzeni
- Küresel salgın ve yaratılmak istenen kaos
Atatürk dönemi kalkınan Türkiye’nin temeli, Cumhuriyet Bayramı Türkiye’nin en büyük ulusal bayramıdır.
1923’ten bu yana her türlü sarsıntıya rağmen bugünlere gelindiyse, bunu büyük önderin atmış olduğu temelin sağlamlığında aramak gerekir.
Biz Türklere kurduğu cumhuriyetle ulus benliğini, haysiyetini, insan hak ve özgürlüğünü tattırdı.
Görülüyor ki, şimdi her günkünden daha borçluyuz, Atatürk’e.
Dünya üzerindeki en büyük ideal olduğunu anlatmalıyız, cumhuriyeti emanet ettiği Türk Gençliği’ne.
Cumhuriyetin 100. yılında Atatürk’ün izinde gidileceği tüm dünyaya ilan edilmelidir, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce de.
Bayrağımızı coşkuyla dalgalandırmanın ve andımızı haykırmamızın tam zamanı.
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
Son sözse; “Coğrafya kader demeyenler, bir ülkenin kaderini cumhuriyetle değiştirdiler.”
İsmet Hergünşen