2017 yılındaki müfredat değişikliği sonrası bütün ders kitapları gibi 8. ve 12. sınıflarda okutulan “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” ders kitapları da yeniden hazırlandı. 2023-2024 eğitim-öğretim döneminde 8. sınıfta Fatih Çetinkaya, Mehmet Ülkü, Özlem Mutlu birlikte hazırladığı ve Sami Tüysüz’ün yazdığı kitaplar, 12. sınıfta ise Muhammed Edip Erdoğan’ın ve Akif Çevik, Gül Koç, Koray Şerbetçi’nin birlikte hazırladığı kitaplar okutuluyor. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB’in) HAZRILADIĞI “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı” var. Bu kitaplara Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Bilişim Ağı’ndan (EBA) ulaşılabilir.
Bu kitaplara Şeyh Sait İsyanı bağlamında baktığımızda özetle konu ve anlatım bütünlüğü yoktur. Kimilerinde Şeyh Sait’in cumhuriyet karşıtlığı, isyana İngiltere desteği, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile bağı, Musul’un kaybıyla bağlantısı gizlenmiştir. “Doğuda görülen isyan”, “Doğuda çıkan karışıklıklar” şeklindeki ifadelerle Şeyh Sait’in adı anılmamış ve bu yolla saydığımız olgu ve olaylarda Şeyh Sait’in rolü gözlerden kaçırılmıştır.
2017 yılı müfredat değişikliğinden önce yayımlanan ders kitabında Şeyh Sait İsyanı’na “Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat 1925)” başlığı altında 2 sayfa yer verilmişti. Şeyh Sait’in hilafetçi olduğu, saltanatı ve hilafeti geri getirmek için dini kullandığı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kimi yöneticilerinin isyandaki rolü, isyan nedeniyle çok partili hayata ara verilmek durumunda kalındığı, Musul görüşmeleri çıkmaza girince İngiltere’nin, Musul üzerindeki haklarından vazgeçeceğini hesap ederek Türkiye’nin iç sorunlarıyla uğraşmaya başladığı, Şeyh Sait İsyanı’nın İngiltere’nin silah ve para desteği sonucu kısa sürede yayıldığı, belirtilmişti. Dahası Şeyh Sait İsyanı’nda İngiliz parmağı açıklanmıştı.
Konu bütünlüğü yok
Önceki ders kitaplarındaki ayrıntılı konular yeni kitaplarda yok. Bu hususta ayrıntılı ifadelere sadece bir kitapta rastlıyoruz. Kitaptaki ifadeler şu şekildedir:
“Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi ve Musul Sorunu’na yönelik politikalar muhalefetin eleştirilerine sebep oluyordu. Musul Sorunu’nu çıkarları doğrultusunda çözmek isteyen İngiltere, Türkiye’yi zor durumda bırakmak gayesiyle Doğu Anadolu’daki rejim karşıtı grupları devlete karşı kışkırttı. Bu durum 13 Şubat 1925’te Şeyh Said İsyanı’nın çıkmasında etkili oldu. İsyanı bastırmak için 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı ve İstiklal Mahkemeleri yeniden kuruldu. Suçlular yargılanarak cezalandırıldı. Bölgedeki parti yöneticilerinin isyanla alakalı olduğu ve partinin dini siyasete alet ettiği gerekçe gösterilerek 3 Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. Böylece çok partili siyasi hayata geçişin ilk denemesi başarısızlıkla sonuçlandı.”
“Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni devlet düzenini yerleştirmek, inkılapları ve demokrasiyi güçlendirmek için yapılan çok partili hayata geçiş denemeleri, saltanat ve hilafeti geri getirmek düşüncesinde olanların tepkileri sebebiyle başarısızlıkla sonuçlandı. Gerek Şeyh Said İsyanı gerekse Menemen Olayı, Türkiye’de siyasi ve sosyal ortamın çok partili hayata geçişe henüz elverişli olmadığını ve demokrasi kültürünün yeterince gelişmediğini göstermiştir.”
“Milletler Cemiyeti 30 Eylül 1924’te Musul Sorunu’nu incelemek üzere 3 kişilik bir komisyon kurdu. Komisyon, sorunu inceleyerek nihai kararını 16 Aralık 1925’te açıkladı. Karara göre Musul, Irak’a bırakılacaktı. Türkiye, Milletler Cemiyetinin bu kararına oldukça sert tepki gösterdi. İlişkilerin gerginleşmesine rağmen taraflar yeni bir savaşı göze alacak durumda değildi. Türkiye, iç güvenliğini tehdit eden Şeyh Said İsyanı nedeniyle savaş taraftarı değildi. Bu şartlar altında Türkiye, Milletler Cemiyetinin kararını kabul etmek zorunda kaldı.”
Yeni ders kitaplarında bu konuların hepsi birarada verilmiyor, bazılarına değiniliyor. Dolayısıyla konu bütünlüğü yoktur.
“Şeyh Sait İsyanı” çıkarıldı, “Doğuda Çıkan İsyan” geldi
Bazı kitaplarda bu konulara hiç değinilmiyor, üstelik Şeyh Sait’ten de bahsedilmiyor. Şeyh Sait İsyanı’nın adı hiç zikredilmeksizin “doğuda çıkan bir isyan”, “Doğu İsyanı”, “Doğuda çıkan karışıklıklar” veya “Doğuda görülen isyan” diye yazıldı. Bir ders kitabında bu ifade şöyle yer aldı:
“Lozan Konferansı’nda çözüme kavuşturulamayan konunun Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak görüşmelerle çözümlenmesi, çözümlenemezse Milletler Cemiyetine gidilmesi kararlaştırıldı. Ancak 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da toplanan Haliç Konferansı’nda yapılan görüşmelerde sonuç alınamadı ve Milletler Cemiyeti Türkiye’nin Musul’da halk oylaması talebini kabul etmeyerek bölgenin Irak’a bırakılması kararını aldı (16 Aralık 1925). Bu süreçte İngiltere’nin doğuda çıkan bir isyanı da desteklemesi Türkiye’nin elini zayıflattı ve Türkiye Milletler Cemiyetinin aldığı karara uyarak 5 Haziran 1926’da imzalanan Ankara Antlaşması’yla Musul’u ve Kerkük’ü İngiltere’nin mandası altındaki Irak’a bıraktı. Musul Irak’a bırakılarak Misak-ı Millî’den taviz verildi.”
Benzer ifadeye, Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’nün yayımladığı “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı”nda “Doğuda görülen isyan” ifadesine şu şekilde rastlıyoruz:
“Doğuda görülen isyanda rolü olduğu gerekçesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması ülkemizde henüz ortamın çok partili hayata hazır olmadığını göstermiştir. İsyan sırasında sıkıyönetimin ilan edilmesi ise temel hakların kullanılmasının kısıtlanmasına neden olmuştur.”
Aynı kitapta Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası anlatılırken benzer ifade “Doğuda çıkan karışıklıklar” olarak karşımıza çıkıyor:
“Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası: Kazım Karabekir, Rauf (Orbay), Dr. Adnan (Adıvar), Refet (Bele) ve Ali Fuat (Cebesoy) tarafından 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Devletçilik ve inkılâpçılık ilkelerinin uygulanmasına muhalefet eden TCF, ekonomide liberal sistemi benimsedi. Parti kısa bir süre sonra rejim karşıtlarının toplandığı bir merkez haline geldi. Doğuda çıkan karışıklıklarda rolü olduğu için 3 Haziran 1925’de kapatıldı.”
Bir diğer kitapta isyan, “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17 Kasım 1924)” başlığı altında “Doğu Anadolu’da yeniden karışıklıklar” olarak geçiyor:
“Dış politikada Musul sorunun tırmandığı, ülke içinde partiler arasındaki ilişkilerin gerildiği bir dönemde Doğu Anadolu’da yeniden karışıklıkların başladığı haberleri meclise ulaştı. Yabancı devletlerin ve özellikle İngiltere’nin desteğiyle olaylar giderek büyüdü. TBMM, bu karışıklıkları önlemek amacıyla 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkardı. Bu kanuna göre Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Doğu Anadolu’daki olayların çıkmasında rolü olduğu gerekçesiyle 5 Haziran 1925’te kapatıldı.”
Çok Partililik, demokrasi anlamına gelmez
MEB’in bastırdığı kitaptaki “Böylece Türkiye’de demokrasi için ortamın henüz hazır olmadığı anlaşıldı” ifadesiyle demokrasinin, çok partililik, hatta çok partililik emperyalizm destekli, saltanatçı, hilafetçi de olsa, “demokrasi” sanılıyor. “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasını demokrasi açısından değerlendiriniz” cümlesi de yanıtın “demokrasimiz için iyi olmamıştır” şeklinde verilmesini sağlamaya yöneliktir. Zaten “Böylece Türkiye’de demokrasi için ortamın henüz hazır olmadığı anlaşıldı” ifadesiyle, yanıt aslında öğrenci düşünmeden, öncesinde beyinlere aşılanmıştır. Oysa Atatürk, demokrasiyi; çok partililik, eşitlik, özgürlük, adalet, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi soyut kavramlarla değil; bunların da dayandığı ulusal egemenlikle açıklar. 1 Mart 1923’te TBMM’de şunu demiştir:
“Toplumda en yüksek özgürlüğün, en yüce eşitlik ve adaletin yerleştirilmesini ve korunmasını sağlamak ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla ulusal egemenliğin kurulmuş olmasıyla sürekli olur. Bundan dolayı özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir.”
Ulusal egemenliğin önündeki saltanatçı, hilafetçi, emperyalizm destekli her oluşum, adı parti veya başka bir şey olsun, yukarıda örnek verdiğimiz soyut kavramlarla “demokrasi” olarak görülemez. Görülürse ulusal egemenlikten, ulusal devletten, ulusun birliğinden, ulustan bahsedilemez. Orada emperyalizmin yönlendirmesine açık, ekonomisi gelişemeyen bir ülke, dinsel, mezhepsel, etnik topluluklar, tarikat ve cemaat egemenliğindeki yığınlar vardır.
Başka bir kitapta da Şey Sait İsyanı, “Doğu İsyanı” şeklinde ele alınmıştır:
“Cumhuriyet’imize yönelik bölücü ve yıkıcı hareketlere girişenlerin en büyük destekçileri yabancı devletler oldu. Özellikle Türkiye ile İngiltere arasında devam eden Musul görüşmeleri sırasında çıkan Doğu İsyanı’nda İngilizler önemli rol oynadı. İngiltere söz konusu isyanı teşvik edip karışıklık çıkararak Musul’u topraklarına katmaya hazırlanan Türkiye’nin dikkatini dağıttı. Milletler Cemiyeti karşısında Türkiye’yi iç güvenliğini bile sağlamakta zorlanan bir ülke gibi göstererek Musul Sorunu’nu kendi çıkarları doğrultusunda çözdü.”
Bir diğer kitapta da Şey Sait İsyanı, “Doğu İsyanı” şeklinde ele alınmıştır:
MEB, sadece tarihimizin tam ve doğru öğretilmesi için değil, milli birlik için, “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” ders kitaplarını yeniden gözden geçirerek yazılmasını sağlamalıdır. Atatürk’ün dediği gibi “Tarihini bilmeyen milletler, yok olmaya mahkumdur!”
Tarihçi
Mustafa SOLAK