Dünya barışını tehdit eden terörizm etnik, ideolojik veya dini düşüncelerden kaynaklansa bile sonuçları küreseldir.
Arap-İsrail savaşlarını takip eden yıllardan bugüne tüm terör örgütleri faaliyet alanlarını genişletme imkânı buldu.
O yıllarda uçak ve adam kaçırma gibi olaylarla gündeme gelen terör, sayısız ölüm ve olağandışı olaylarla anılmaktadır.
1970’li yılların başından itibaren, değişik ideoloji ve amaçlara hizmet eden terörist gruplarla yüz yüze bulunan ülkemiz büyük acılar çekmektedir.
Türk Diplomatlarına saldıran Ermeni ASALA terör örgütü ile başlayan bu süreçte yaşanan terör olayları aynı gelişme seyrini çizmiş, ayrı aşamalardan geçmiştir.
Ülkemiz PKK/KCK-PYD/YPG, FETÖ, DHKP-C ve IŞİD gibi bölücü ve dinci örgütlerin hedefindedir.
Saldırılar özgürlük, hürriyet ve insan hakları gibi değerler ile huzur ve güven ortamını hedef almaktadır.
Ulus-devlet ve sorunlu olsa da demokratik yapımızı tehdit eden, Türk halkı ve kimliğini hedef alan saldırılara Batı Dünyası üzüntülerini bildirse de destekleyici roldedir.
Ülkemiz aleyhtarı olan bu şer odakları korunmakta, eğitilmekte, para ve silahlarla güçlendirilmektedir.
Terörle mücadelenin bütün sorumluluğu ve yükü Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere polis ve jandarma ile MİT’tedir.
Yurt içinde küçümsenmeyecek başarı sağlanabilmişse de, yurt dışı uzantıları ve ortakları o ülkelerde yaşamaktalar ya da yaşatılmaları için zemin oluşturulmaktadır.
Bunların zamanla ülkemiz için potansiyel tehdit yaratabilecekleri, fırsat bulduklarında harekete geçecekleri beklenmelidir.
Irak ve Suriye’de merkezi hükümetlerin etkisizliği sınır ötesi harekatlarda istenilen neticenin elde edilmesini engellemektedir.
Bu ülkelerin etnik ve mezhepsel bölünmüşlüğün yanı sıra hegemonya tarafından çaresiz bırakılmaları ve halklarının anlayışındaki eksiklik diğer etkenlerden birkaçıdır.
Öte yandan diğer bölge ülkelerinin niyet, amaç ve riyakarlıkları göz ardı edilmemelidir.
Bu ülkeler bir araya gelmedikçe, Batı’nın hezeyanları ve büyük güçler bölgeden çekilmedikçe terörün bitirilmesinden bahsetmek zordur.
MGK kararları da sadece sahada mücadele eden güvenlik güçlerini değil Milli Güç’ün diğer unsurlarını harekete geçirecek şekilde kapsayıcı olmalıdır.
Bazı politik yapıcıların akıllara zarar verecek şekilde söylem ve eylemlerde bulunması bölücü ve gerici oluşumları cesaretlendirmektedir. Anayasa tartışmaları bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Beka sorunu haline gelen ve 40 yıldan beri devam eden bu mücadelede toplumsal bilinç oluşturulduğunu ifade etmek de güçtür.
Diplomatlara da önemli görevler düşmektedir.
11 Eylül başta olmak üzere Batı’da meydana gelen saldırılara karşı kuvvetli destek veren Türkiye kendisine yönelik eylemlere karşı sonuç alacak diplomasiyi oluşturamamıştır.
Zaten Batı ülkemizi anlayabilmiş olsa idi, kendilerinin terör gerçeğiyle karşılaşması mümkün olmazdı.
Tarifsiz acıların yaşandığı 6 Şubat depreminin yıl dönümünde Çağlayan Adliyesi’nde yine bir terör saldırısı meydana geldi.
Yakın tarihte aynı yerde bir cumhuriyet savcısı şehit edilmişti.
Geçtiğimiz yılın son günleri ile bu yılın ilk günlerinde Mehmetçiğe yapılan saldırılar tazeliğini korumaktadır.
Bir kez daha görülmüştür ki, terörün nereden ne zaman geleceği belli değildir.
Terör 24 saat, 365 gün gündemde ve canlılığını korumakta, hem teröristler hem de güvenlik güçleri için yaşamsal önemdedir.
Bu açıdan her adımın ilk ihtiyacı ve hareket noktası istihbarat ve gerçek zamanlı bilgidir.
Terörle mücadele lanet ve kınama içeren söylemlerden ziyade sonuç alma yeri ve işidir. Önemli olan çıkarılması gereken dersler ve alınması gereken önlemlerdir.
Türkiye’yi yönetenler de artık ¨belirsizlikler¨ içeren ifadeleri bir tarafa bırakarak, ¨belirginleşen¨ yeni dünya düzeninde değişim sürecini takip etmek, gereken tedbirleri alma cesareti ve sorumluluğunu göstermek zorunluğundadır.
Son sözse; Terörist neyse terörü destekleyen de odur.
İsmet Hergünşen