Siyasi elitlerin düştüğü en önemli tuzak, son anda hayata geçirdikleri dini ve milliyetçi duyguları kontrol altında tutamayacakları savaş ortamı yaratmalarıdır.
Jeopolitik çıkarların korunması adına iş birliği ve kalkınma, yerini siyasi istikrarsızlık ve askeri çatışmalara bırakmış durumda.
Asya Pasifik’ten Atlantik’e kadar fay hatlarındaki kırılmalar, dünyanın geleceğinde rol oynamaya devam ediyor.
Batı’da RF (Rusya Federasyonu)’nin Kırım’ı ilhakı ile başlayan ve Doğu Ukrayna’yı içine alan şiddetli çatışmalar, Kiev ve Moskova arasında siyasi çözüm bulma ihtimalini her geçen gün zayıflatıyor.
Çarlık kodları, RF’yi yönetenlerin adeta zihinlerine kazınmış gibi. Ukrayna’dan çekileceğini de kimse beklemesin.
Ukrayna tarafı ise Batı’nın aparatı durumunda.
Savaşın uzun yıllar sürmesi, her iki ülke istikrarını ve varlığını tehlikeye sokacak gelişmelere sürükleyebilir.
Emperyalistlerle iş birliği yaparak Türkleri arkadan vuran Arapların İsrail’e karşı çaresizliği, hala güçlü bir iradeye sahip olamadıklarını göstermektedir.
Her biri sadece dini sembollerin değil, hegemonyanın da esiri olmuşlar.
Arapların kimliklerini ön plana çıkardıkları bir devletin varlığından söz etmek mümkün değil.
Yüzyıllar geçse de gerçek ve tam anlamıyla ulus devlet kimliğine bürünmeleri zor görünüyor.
Gazze Savaşı’nda ağız birliği etmişçesine, üyesi oldukları İslam Teşkilatı ve Arap Birliği ile kuzuların sessizliğini oynamaktadırlar.
Diğer taraftan Şah yönetiminin ülkeden çıkarılmasıyla, mollaların yönetimine geçen İran’ın kaygı verici durumu.
Demokratik rejime geçemeyen melez rejimler kategorisinde olan İran İslam Cumhuriyeti’nin yönetim şeklini, zaten hiç anlamamışımdır.
Çift başlı bir yönetim görüntüsü veren bir ülke.
Bir taraftan kaynağını dogmalardan alan anlayış.
Beri taraftan demokrasinin önemli bir rejimi olan cumhuriyet.
Bu iki zıt kavramı bir arada buluşturma çabalarının, içeride ve dışarıda güçlü sorunlara yol açtığı iyiden iyiye gün yüzündedir.
İran himaye ettiği Hizbullah ve Husiler ile coğrafyasında İsrail ile birlikte yıkıcı politikalar uygularken, kendine yönelik saldırılara yanıt verememenin ıstırabını yaşamaktadır.
Hamas’ın yok yere başlattığı saldırıyı fırsata çeviren İsrail, Gazze’de yaşayan Filistinlileri yok edecek bir sürece girmiştir.
ABD ve İngiltere’nin İsrail’e açıktan desteğine, uluslararası kamuoyunun tepkisizliği eklenince yakın zamanda Filistin deyince sadece Batı Şeria akla gelebilecektir.
Ömrü ne kadar olacaktır bilinmez ama ileri ki yüzyıllarda Filistinlilerin varlığından söz etmek mümkün olmayabilir.
Bir ucu İran’a öteki ucu Aden Körfezi ve dolayısıyla Doğu Akdeniz’e dayanan savaş bölgeyi ateş çemberine çevirmiştir.
ABD’nin terör grupları üzerine sömürge devletçikler kurma çabaları da, bölgeyi sonsuza kadar girdap içinde tutacaktır.
Hegemonyaya karşı gelebilecek iş birliği en büyük engel olacak gibi görünmesine rağmen, bölge ülkelerinin bir araya gelme gibi bir düşünceleri yok.
Uzakdoğu’da Çin Japonya ilişkileri büyük ilerleme kaydederken, bazı ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar, beklenmedik sonuçlar doğurabilir.
Tayvan yakınlarında son dönemde yaşanan askeri hareketlilik ile Çin ve RF’nin ortak tatbikatları, gerilimlerin daha ileri safhalara taşınabileceği sinyalini vermektedir.
Göz ardı edilmemesi gereken bir husus da ABD ve RF dümen suyunda ilerleyen Kuzey ve Güney Kore arasındaki gerilim.
Balkan, Kafkasya ve Asya’nın güneyinde, kimi sessizce kimi açıktan krizler aralıksız sürmektedir.
Savunmaya çok fazla harcamaların yapıldığı dünyamıza, bir de nükleer silahların gölgesi düşürülmüştür.
Barış ve istikrarın sağlanması sorumluluğu Birleşmiş Milletler ’dedir.
Genel Kurul da ‘Güçler’ aleyhinde oylar çıksa bile Güvenlik Konseyi beş daimî üyenin veto hakkını kullanması sorunları çözümsüz bırakmaktadır.
Gelinen nokta ve hâkim kılınan duygu, savaşın barışa tercih edilmesidir.
Barışı tehdit eden unsurlara ve faaliyetlere karşı, ülkelerin ve uluslararası örgütlerin el ele vermesi en etkili ve belirleyici yol olacaktır.
Biz Türkler için mi..!
İyi ki Atatürk var.
Bugünlerde olduğu gibi geleceğe de ışık tutacak evrenselleşmiş sözü ¨Yurtta sulh cihan da sulh¨ felsefesine inanmış geniş bir ulus var.
Daha ötesi mi?
Söz konusu vatan ve millet olduğunda, Türklerin 7’den 70’e kadın erkek, çoluk çocuk demeden, savaşma azim ve kararlılığını gösterecekleri irade var.
Son sözse; “Üçüncü Dünya savaşı çıkmasa da, Türkiye’yi içine alabilecek savaş mutlaka çıkacaktır.”
İsmet Hergünşen