Türkiye’nin içinde bulunduğu elverişsiz ekonomik koşullar, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’de ödünler vermeye zorlamaktadır.
Yunanistan’ın oldubittilerine gerekli ve yeterli karşılığı veremeyen Türkiye’nin, Kıbrıs konusunda bir yumuşama içerisine girebileceği hem AB hem de ABD’yi umutlandırmış durumda.
BM (Birleşmiş Milletler) bir kez daha aparat olarak kullanılarak, önümüzdeki Eylül ayında Türkiye’nin yeniden masaya oturmaya ikna edileceği öngörülüyor.
Ana neden, Rumların ¨Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hala var olduğu ve tüm Kıbrıs üzerinde egemenlik hakkı¨ bulunduğu iddialarıdır.
Tali neden ise ABD’de Kasım ayında yapılacak olan Başkanlık seçimleri nedeniyle, Rumlar ve iş birliği içerisinde bulunan kesimlerden devşirilmesi beklenen oylardır.
Gazze Savaşı ve Doğu Akdeniz’de kurulmak istenen yeni dengeler ise Ada’yı adeta bir düğüm noktası haline getirdi.
Ada’nın kuzeyinde, kendi öz yönetimini oluşturan, kendi kaderini tayin eden ve egemenlik haklarını koruyan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) yok farz edilmek istenmektedir.
Tek istedikleri, Kıbrıs’ta halihazırda oluşturulan dengenin korunması ve yıllardır haksız, adaletsiz ve izolasyon içerisinde yaşama mahkumiyetinden kurtularak tanınmaktır.
BM gözetimi altında bugüne kadar yapılan onca görüşmeden herhangi bir netice elde edilememiştir.
Hele ki; Nisan 2004’te Kıbrıs’ta yapılan referandumlar ile oylamaya sunulan Annan Planı’nın, Türk tarafından %64,91 oranında KABUL gördüğü hâlde Rum oylarının %75,38’i RET edildiği hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Referandumda, Rumlar açık ve net bir mesaj vermiştir.
“Biz Türklerle aynı çatı altında oturmak istemiyoruz.”
Anlaşılmaması için de, hiçbir neden yok:
Bugüne kadar tüm görüşmelerin çözümsüz kalmasının tek nedeni sadece Rum ve Yunan tarafı değildir.
Aynı zamanda BM ve ilgili üçüncü tarafların da inkâr edemeyecekleri yanlı tutumlarıdır.
Son zamana damga vuran Pile-Yiğitler Yolu’nun açılması esnasında BM Barış Gücü’nün göstermiş olduğu reaksiyoner ve istikrarı bozucu davranış da bu yanlı tutumun sonu gelmeyen örneklerinden biridir.
Devlet olma niteliğini ön plana çıkaran KKTC’nin egemenliğini koruması ve eşitlik tezini fiiliyata geçirmesi açısından, krizde sergilediği tutum oldukça önemli ve farkındalık yaratacak nitelikteydi.
Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumlarını bir bütün olarak Kıbrıs’ı hukuken veya fiilen temsil etmeye kadir ve tek bir hükümet çabaları boşunadır.
Artık, Türk Halkı ve KKTC Halkı için KIBRIS diye bir sorun kalmadığı gibi zaten Annan Planı çerçevesinde gerekli mesaj da Rumlar tarafından referandumda verilmişti.
20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamalarında siyaseti, ordusu ve geçiş yaptığı 50 parçalık donanması ile Türkiye’nin, Kıbrıs Türkleri’nin haklarını her daim savunacağı kararlılığı önemlidir.
2016-2017’de çözüm umuduyla Crans Montana’da yapılan ve “Ekonomi, Avrupa Birliği, Mülkiyet, Yönetim-Güç Paylaşımı, Toprak ile Güvenlik ve Garanti” olmak üzere altı temel başlıktan oluşan müzakereler, yine Rum yine Yunan tarafının masayı devirmesiyle sonuçsuz kalmıştı.
Anlaşılan o ki, şimdi sıra Rum tarafının yeni lideri Nikos Hristodulidis’de.
Anımsamakta yarar var, bir anma töreninde yaptığı konuşmada şöyle vaz etmişti.
¨1974’ü unutmuyorum¨ sloganıyla büyüyen biri olarak, bugünkü fırsatı kullanıp, müzakerelerin 2017’de askıya alındığı yerden yeniden başlatılmasına hazır olduğumu yinelemek istiyorum.
O günden bugüne kimler geldi kimler geçti.
Ötekiler de unutmamıştı, Kıbrıs Barış Harekâtını.
Ancak hepsinin çok iyi bildikleri de var.
ENOSİS hayali ile Yunanistan’a bağlamak istedikleri Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1963 yılında kendilerinin yıktığını.
1974’ün, sadece Türklere değil Rumlara da özgürlük, barış ve istikrar ortamı sağladığını.
Türkler’de evlat acısı, Rumlar’da ENOSİS isteği oldukça, iki halkın kendi sınırları içinde yaşamasından başka bir çıkar yolu yoktur.
Son sözse; Efesli Heraklitos’tan.
“Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz”
İsmet Hergünşen