Bu topraklarda, ¨kriz¨ teriminden daha fazla kullanılan bir terim olmadığı gibi, süreçleri kötü yönetmede bizden yeteneklisi herhalde yoktur.
Ortadoğu krizi, döviz krizi, demokrasi krizi en çok duyulan ya da bilinenlerdendir.
Anayasa Kitapçığı’nın fırlatıldığı 2001 krizi var ki, sonuçları itibarıyla ülkeye ne denli zarar verdiği ortadadır.
Krizlerin doğru yönetilmemesi bazı çıkar gruplarına yarar sağlarken, halkın payına düşen hep olumsuzluk olmuştur.
Son olayı kriz olarak nitelemek doğru mudur? Bilmem ama dünden bugüne yaşanan gelişmelere tanıklık edince hayret etmemek mümkün değil.
Şeref ve onuru her şeyin üzerinde olan askerlik mesleği, bir meslekten öte yaşam, davranış ve ahlaki değerler silsilesidir.
Öğrencilik yıllarından başlar, ölünceye kadar devam eder.
Kara Harp Okulu’nda biz askerler için doğanın akışına uygun olan davranış öyle yerlere çekildi öyle laflar edildi ki, insanın küçük dilini yutması an meselesi.
Kamuoyunun ne anlam içerdiğini bilmediği ya da daha önce tanık olmadığı bir ritüelden manasız çıkarımlar yapılarak, yeni bir olumsuz algı yaratmanın önü açıldı.
¨Ölürsem şehit, kalırsam gaziyim¨ mealinde yemin eden teğmenlerin, kıtaya çıkmadan önce dayanışma ve vedalaşmanın son kertesi olan kılıçla kutlama geleneği, yeni değil ki.
Aralarındaki coşkunun ifadesi olan bu davranış, zaman zaman da şapkaların havaya fırlatılmasıyla da kendini göstermiştir.
Hedefte ne bir meydan okuma ne de daha ötesi vardır.
Ahde vefa vardır, cesaret vardır, onur vardır, sonsuza kadar sürecek silah arkadaşlığının bir olma ve beraber olma düşüncesi vardır.
Söylem ise senelerdir din istismarcısı kuruluşlar ile iltisaklı olduğu izlenimi yaratılan teğmenlerin, anlık duygu boşalmasıdır.
Kullanılan cümleler önceki yıllarda yapılan ant içme yemininden alıntı ve Türk Ordusu’nun genetik kodlarından çıkartmayacağı ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Başka mecralara çekilmesinden maksat, ülke insanı ile en güzide kurumu arasına yeniden nifak tohumu ekmek ve fitne fesat ortamı yaratma düşüncesidir.
İç ve dış cephenin vaz geçilmeyecek son kalesi durumunda tutulması gereken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin saldırılara maruz bırakılarak, görev azim ve kararlığının yok edilmesidir.
Vicdanlar, teğmenler üzerinden sızlatılmıştır.
Pozitif ilimden uzaklık, etik değerlerden yoksunluk, hukuk ve adalette sınır tanımazlık had safhaya ulaştırılmak istenmektedir.
Akademik, askeri ve sportif anlamda alınan eğitimin sonunda Harp Okullarından mezun olan genç subayların omuzlarına yüklenen sorumluluğun taçlandırıldığı gün, siyasi söylemlere kurban edilmiştir.
MSB yeterli ve sağlıklı bilgilendirmeyi gerektiği şekilde yapamayarak, 20’li yaşlardaki subayların bir kısım çevreler tarafından haksız, mesnetsiz ve dayanıksız itham edilmelerine fırsat vermiştir.
Ciddiye bile alınmayacak davranışın, siyasi arenaya çekilmesi düşündürücüdür.
Hani, ordu siyasete alet edilmeyecekti. Kışlaya siyaset sokulmayacaktı.
Teğmenlerin ve ailelerin yaşanan bu gelişmelerden, son derece kırgınlık duydukları ve hüzünlü oldukları bir gerçektir.
TSK’yi tanımamakta ısrar edenler artık şunu öğrenmelidir:
Bu kutsal yuvada vatanına ve milletine hizmet edenlerin sığındıkları yer ¨annelerin sessiz duaları¨, Mustafa Kemal’in ¨ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. ¨ direktifi ve Komutanlarından aldıkları ¨emirlerdir. ¨
Hoşgörüsüzlüğe ve tahammülsüzlüğe rağmen Türk halkı merak etmesin:
Önderleri; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Rehberleri de Anayasa, İç Hizmet Kanunu ve Askeri Ceza Kanunu’dur.
Aldıkları eğitimin sonucu kıtalarına katıldıkları andan itibaren olumsuzluklara sünger çekerek, ettikleri yemine bağlı kalacaklar ve sadakatle görevlerini icra edeceklerdir.
Aksi olsaydı, ülkenin şu sıralarda daha vahim yerlerde bulunması işten bile değildi.
Dün böyleydi, bugünde böyle. Yarın da böyle olacaktır.
Son sözse; Mustafa Kemal’den…
Biz bu orduyu kurarken, yalnızca bir tek amaç güttük.
Bu da, bu ordunun sultan ordusu değil, halk ordusu olması, ayrı ayrı şahısların değil, bütün halkın menfaatlerini savunmasıdır.
İsmet Hergünşen