Cumhuriyetimizin 102. yılına girerken milletimizi bekleyen tehdit ve tehlikeleri belirtmek, çözüm geliştirmek durumundayız.
Yeni anayasa ve açılım tartışmaları
Yeni bir anayasayla, anayasanın ilk dört maddesi değiştirilmek isteniyor. Numan Kurtulmuş fitili ateşlemiş, yeni seçilen İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Özden Kaboğlu “anayasanın ilk dört maddesine olumlu anlamda dokunulabilir” demişti. İlk dört maddedeki Türklük vurgusu ile 66. maddedeki “Türk” kavramı kaldırılmak isteniyor. Böylece üniter devletin temelinin oyularak özerkliğe dayalı federatif bir devlet inşa edilebilecek. Anlaşılıyor ki anayasanın değiştirilmesi karşılığında Öcalan ile anlaşmaya varılacak. Yeni bir açılım hazırlanıyor. Önce Devlet Bahçeli “Öcalan’ın tecriti kalksın, umut hakkı verilsin, gelsin TBMM’de konuşsun” dedi. Sonra Erdoğan, Bahçeli’nin adımını kıymeti bulduğunu belirtti. Özgür Özel de Demirtaş’ı ziyaret ediyor ve “el yükseltiyorum” diyerek yeni bir açılımı destekleyeceğini dile getirdi. Her gittiği yerde “Kürt sorunu”ndan bahsediyor, “ ‘Türkiye’de Kürt sorunu yoktur’ denilmesin”, “eşit yurttaşlık” diyor ama sorunun ne olduğundan, partisinin çözüm önerilerinden bahsetmiyor. Afaki, genel geçer söylemle meseleyi geçiştiriyor.
Siyasetçilerin yaklaşımının bölgesel savaşın önlenmesine yönelik olduğu düşünülse de daha bir ay önce Bahçeli, DEM partisinin kapatılmasını neden istedi? Bir ayda DEMlilerin elini sıkacak derecede değişen ne?
Kürt sorununu nasıl tarif ediyorsunuz? Çözüm önerileriniz ne?
Eşit yurttaşlıktan kastınız nedir?
Açılım paketinde neler olmalı?
Anayasanın ilk dört ve 66. maddesinden taviz vermeden açılım yapmak olanaklı mı?
“Türkiye’yi büyüterek küçültme” planı
Siyasetçiler, partilerin en başta bu soruları yanıtlamazsa, belirsizlik içinde yol almaya devam edeceğiz. Öcalan ile açılım yapılırsa Esad ile görüşmelere son verilip Suriye’nin parçalanmasına ortak olunarak PYD devleti tanınacak ve Kürtlere İran, Irak, Suriye’de olmak üzere bölgesel hamilik yapılacak. Bu, “Türkiye’yi Misak-ı Milli sınırına ulaştırarak büyütecek” denebilir ama ülkemizi bölgesel çatışmalara, hatta Rusya, Çin gibi ülkelerle gerilimlere sokabilecek. ABD’nin yıllardır tasarladığı “Türkiye’yi büyüterek küçültme” planı hayata geçer. “İsrail’in hedefi Türkiye” söylemiyle Kürtlerin desteğine ihtiyaç olduğunu söyleyenler çıkacaktır ama İsrail’in Türkiye’yi zayıflatmak için saldırmasına gerek yok. İsrail, PYD/PKK’yı, Esad’ı devirmeye çalışan muhalif grupları destekleyerek zaten ülkemize dolaylı yoldan saldırmış oluyor. Maşa varken kestaneleri neden eliyle alsın! Dahası Filistin ve Lübnan ile baş edemeyen, her gün onlarca askeri ölen İsrail’in yüzlerce kilometreden ülkemizi işgal edecek gücü de yok.
“Türk milleti” kavramına saldırılar
Açılımın bir ayağı da “Türklük” üzerinden. Bilinçlerimiz farkında olmadan işgal ediliyor. Kitapçılarda “Alman Edebiyatı”, “Alman Edebiyatı” diye yazılıyor ama “Türk Edebiyatı” yerine “Türkiye Edebiyatı” veya “Yerli Edebiyat” diye belirtiliyor. “Türk Sineması” yerine de “Türkiye Sineması” yazılıyor. Etnisiteyi belirtmek için önceden “X kökenli Türk’üm” veya “X kökenli Türk vatandaşıyım” denirdi. Şimdi “Türkiyelilik” kavramı üretildi. Örneğin sosyal medyada şöyle bir yazı dolaşıyor:
“Türkiye’de yaşayan herkes Türk değildir.
Ben Türkiyeli bir Türk’üm.
Yılmaz Erdoğan, Türkiyeli bir Kürt,
Hrant Dink, Türkiyeli bir Ermeni.
Üçümüz de farklı etnik kökenlerden geliyoruz, ancak Türkiyelilik kimliği üçümüzü de birleştiriyor.”
Türk kavramı ırkçı değil, kapsayıcıdır
Türkiyeli Türk, Kürt, Ermeni, vb olmaz. O zaman “Türk milleti” diye bir şey kalmaz. Yurtdışındaki dostlarla konuştuğumda bunu Almanya’da, Fransa’da vb söyleyen kişinin en hafifinden dışlanacağını, alanında yükseltilmeyeceğini, medya ambargosunun uygulanacağını söylüyorlar. Dahası soruşturma geçirebilir. Anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı herkes Türk’tür. Bu, biyolojik değil siyasal bir tanımdır. Atatürk de “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” tarifinde ırkçılığı dışlayarak coğrafi bir tanım getirmiştir. Dolayısıyla Türk de ırkçı değil, herkesi kapsayıcıdır. “Türk vatandaşlığı” yerine “Anayasal vatandaşlık” veya “Türkiyelik” kavramı getirmek, etnik ayrımcılığı hukuki olarak tanımaktır. Bu ülkeyi böler. Bundan hiç kimse yarar sağlayamaz, çatışmaya neden olur. Yugoslavya örneği önümüzdedir.
Bağımsızlık meselemiz
NATO üyeliği, 50 yıldır AB üyeliğine yönelik çabamız, bizi AB ve ABD’ye ekonomik ve kültürel olarak bağımlı kıldı. Onlarsız ekonomik veya kültürel gelişme olmayacağını düşünüyor yazarlarımız. Aydınlarımızın çoğu NATO üyeliğinin, AB’ye girme hedefinin bağımlılık sürecine soktuğunu görmek istemiyorlar. Demokrasi, insan hakları, çağdaşlık gibi her gelişmenin motoru olarak Batı’yı görüyorlar. Onlara göre Batı dışında diktatörlük, gericilik var. Oysa dünyayı sömüren, İsrail’i, PKK’yı, ciğer yiyen vahşi yobazları destekleyen Batı. Bu Batı nasıl çağdaş, demokrat olabilir!
Serbest piyasanın dışında Atatürk’ün halkçı-devletçi ekonomi modelini ortaya koyan partilerimiz, aydınımız çok az. Düşünün, ekonominin başına Mehmet Şimşek geçtiğinde Batı da, muhalefet de takdir etmişti.
İğdiş edilen laiklik
Laiklik aklın, bilimin referans alınması ile sınırlı değildir. Milli egemenliğin, yani cumhuriyetin kaynağıdır. Laiklik, diğer yönüyle egemenliği, Allah adına yönetenlerden alınıp halka vermektir. Laiklik, egemenliğin kaynağına yönelik siyasal anlamıyla cumhuriyeti perçinler. O bakımdan Diyanet’in fetvalarında, ders kitaplarında laikliğe aykırı hususlar ayıklanmalıdır. Muhalif kesim de “tarikatlara saygılı laiklik, “özgürlükçü laiklik” gibi söylemleri bırakmalıdır. Laiklik, zaten özgürlüktür.
Cumhuriyet emekçinin değil mi?
Cumhuriyet bayramı sabahında altmış yaşlarında bir teyzenin mendil satarak ayakta durmasına şahit oluyorum. Atatürk’ün dediği gibi “cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesi” değil mi?
Adil gelir ve vergi dağılımın olmadığı, geçim zorluğu, gelecek kaygısı yaşayan emekçinin kendisini ülkesine ait hissetmesi ölene kadar mümkün mü?
Dolar-borsa vurgununa, ranta dayalı bir ekonomiden üretime, Atatürk’ün halkçı-devletçi ekonomisine dayalı anlayışa geçmeliyiz.
Kavramların büyüsüne kapılmayalım
Atatürk 1 Mart 1923’te TBMM’yi açarken şunu demiştir:
“Toplumda en yüksek özgürlüğün, en yüce eşitlik ve adaletin yerleştirilmesini ve korunmasını sağlamak ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla ulusal egemenliğin kurulmuş olmasıyla sürekli olur. Bundan dolayı özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir.”
Adaleti, eşitliği, demokrasiyi etnik, dinsel, mezhep, cinsel aidiyetleri Türk milleti kavramının yerine geçirme gayetinde olan var. “Yurttaşların eşitliği” yerine “eşit yurttaşlık” demek etnik, dinsel ayrıştırmalara kapı aralamaktır. Her söylemin “fikir özgürlüğü”, “basın özgürlüğü”, “demokrasi” adına dile getirilmesine izin verilemez. Örneğin “ben erkeklerin çok eşli olabileceğini, “hırsızlık yapana el kesme cezası verileceğini veya kısas uygulanacağını” söylesem ve bunu “fikir özgürlüğü” adına hoşgörür müsünüz?
Siz Alman’a “Almanyalı”, Fransız’a “Fransalı” dediğinizde tepki gösterir. “Irkçı değil birleştirici olayım” diye onlara “Türk” yerine “Türkiyelim” derseniz gülerler, sizi köksüz bulurlar.
Kavramların büyüsüne dikkat edelim. Adalet, eşitlik, özgürlük, insan hakları vb kavramlar kulağa hoş geliyor ama kavramların milletin egemenliğini, yani cumhuriyeti, vatanın bütünlüğü, devletin üniter yapısını zayıflatıp zayıflatmadığını göz önünde bulunduralım.
Kutuplaştıranlara dikkat
Kutuplaşmayı azaltmadan hiçbir parti hiçbir sorunu çözemez. Önceliğimiz emperyalizme karşı milli meselelerde Türk milletinin birliğini sağlamaktır. Atatürk’ün şu uyarısı yerindedir:
“Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat
beklediklerini unutmamak gerekir. Ulusun ve devrimin içeriden ve dışarıdan
gelebilecek tehlikelere karşı korunması için bütün ulusalcı ve Cumhuriyetçi
güçlerin bir yerde toplanması gerekir.”
Bugün maalesef Cumhuriyetçi güçler ego ve kibir içinde, emperyalizmin büyülü kavramlarına kapılmış. “Fikirlerimizi onaylıyor” diye her paylaşımı yaymayalım, araştıralım, kontrol edelim. Paylaşımın yapılmasının asıl amacı milleti birbirine düşürmek olabilir.
Cumhuriyetimizi korumak en temel gereksinim: Milli birlik
Bunları belirtmekle umutsuzluk aşılamıyorum. Tehdit ve tehlikeleri görürsek mücadeleyi daha iyi veririz. Yılgınlığa, karamsarlığa gerek yok. Yeter ki emperyalizmin etnik, dinsel, mezhepsel ayrılık yaratma çabalarına karşı milli birliğimizi pekiştirelim. Bu yönde temel ölçütümüz “emperyalizme karşı tavır” olmalıdır. Her kurumu, kişiyi emperyalizme yakınlaşması ölçüsünde eleştirmeli, uyarmalı; emperyalizmin karşısına dikilmesi ölçüsünde desteklemeliyiz. Sonsuza kadar doğru veya yanlış yoktur. Dün yanlış olan tavrını bugün düzeltebilir.
Bağımsız, üniter, emekten yana, toplumsal sınıflar arasında ekonomik dengenin gözetildiği, kimsenin mendil satmak durumunda kalmadığı bir cumhuriyeti temenni etmenin ötesine geçmek istiyorsak, örgütlü mücadele vermeli ve daha fazla görev almalıyız.
Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun.
Mustafa Solak